| Konu: | SPORDA ŞİDDET VE DÜZENSİZLİĞİN ÖNLENMESİNE DAİR KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFİ (S.S.: 80) |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 23 |
| Tarih: | 24.11.2011 |
BDP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) - Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; benden önce birçok konuşmacının birden çok maddenin görüşülmesi sırasında söylediği gibi, bu değişiklik tasarısı aslında güç sahiplerini ağır cezalardan kurtarmak amacı gütmüyorsa bile böyle algılanmaması imkânsız değişiklikler. Daha açık bir ifadeyle söyleyecek olursam, şu an bu nedenle yargılanmakta olan kişilerin karşı karşıya kaldıkları cezaların ağırlığı ile bu önerilen yasa değişikliklerinin hafifliği kıyaslandığında, bunun sadece adalet duygusunu tatmin için ortaya konulmuş olduğunu düşünmek neredeyse imkânsız.
Sayın Bakan bunun diğer yasalar ve diğer kovuşturmalarla ilişkisinin kurulamayacağını, her birinin ayrı ayrı konular olduğunu söyledi ama doğrusu, insanlar genel olarak adalet hakkında düşünürken hep şunu gözetiyorlar: "Niçin hep güç ve iktidar sahipleri kayrılıyor? Niçin güç ve iktidardan en uzak olanlar daima en ağır cezalarla karşılaşıyorlar?" sorusunu sorduklarında vicdanlarında buna karşılık bulamıyorlar. Yoksa, yasa teknikalitesi meselesi değil karşı karşıya olduğumuz. O nedenle, sadece KCK davaları değil, Türkiye'de düşünce ve ifade özgürlüğünün sınırlanmasına yol açan, gösteri ve örgütlenme özgürlüğünün sınırlanmasına yol açan bütün yasaların mağdurları, aslında bu şike iddiasıyla yargılananlardan hiç de daha az bu Türkiye'nin yurttaşı, hiç de daha az bu Türkiye'nin temiz yurttaşı değiller. Ne yazık ki, kanun koyucunun, çok uzun yılların geleneği olarak kanun koyucunun, esasen kişilere karşı işlenmiş suçlar ya da toplumsal suçlarla, devlete karşı işlenmiş suçlar arasında devleti kayıran, kişiyi ve toplumu gözetmeyen tavrı dolayısıyla, Türkiye'de esasen devlete karşı suçlar bahsindeki cezaların şeditliğiyle bunlar karşısındaki kayırıcılık arasındaki çelişkidir kamu vicdanını kanatan. Dolayısıyla, bu vesileyle dile gelmesinde herhangi bir sakınca yoktur. Çünkü yasanın gerekçesi esasen suç ve ceza arasındaki mütekabiliyet, adalet ve vicdan gibi çok genel kavramlara başvurduğu için ister istemez böyle kıyaslamalara maruz kalacak.
Bu maddede de gördüğümüz şey şudur: Şike ve şiddet ilişkisi bakımından burada daha çok şiddetle ilgili bir bahis var. Şiddetle ilgili bahis de bize buna tevessül edenin daha az ceza almasını tavsiye ediyor. Niçin? Niçin daha az?..Niçin o zaman daha çoktu? Bu soruyu sorduğumuz zaman ben şahsen şunu görüyorum: Esasen bu yasa ilk şekliyle toplumun hilekârlığa, kendisinin aldatılmasına, kendisinin sürekli olarak şiddetle beslenmesine karşı gösterdiği reaksiyonu yasal düzlemde temsil etmeye çalışıyordu. O nedenle bu yasadaki hükümler, şimdi bakınca, bunu uygulayanlar bununla karşı karşıya kaldıkları zaman onlara ağır gözüküyor. Ama toplumun olduğu yerden bakalım, böyle mi acaba? Milyonlarca insanı göz göre göre kandırmak, daha çok kâr, daha çok güç, daha çok iktidar için yalan söylemek, yalanı örgütlemek, hileyi örgütlemek, hileyi kurumsallaştırmak. "Daha hafif bir ceza alsın." diyenler bunu niçin söylüyorlar? Bana sorarsanız bunun iki nedeni var. Bu, sporla piyasa arasında kurulmuş olan ilişkidir. Spor, piyasanın nesnesi olduğu sürece kaçınılmaz bir biçimde şike bu spor dünyasının bir parçası olacaktır. Bunun başka hiçbir çaresi yoktur. Tıpkı şirketler arasındaki ilişkilerde hile, damping, tekel, vergi kaçakçılığı olduğu gibi, sporla piyasa arasında ilişki olduğu sürece bu olacaktır. O nedenle, toplumun buna karşı, hiç değilse, verebileceği en ağır cezayı verme arzusunu, bence, toplumsal adaletin vicdani yankısı olarak görmek lazımdır. O yüzden, bunu değiştirmek hiç de gerekmez. Bu gerekçeler geçerli değil.
İkinci mesele, şiddet bahsi. Şimdi, şiddet bahsini dikkatle düşünelim. Bu, nerede ortaya çıkıyor? Genel olarak Türkiye'nin şiddetten beslenen iklimi içerisinde? Ben kendi payıma, sporla gençliğimde uğraştım. İlkokuldan işte, buna, yaşım ve imkânım elvermeyinceye kadar spor içinde yer aldım. Ben, hiçbir zaman, Türkiye'nin son yirmi yılında olduğu kadar, şiddet ile spor arasında bir ilişki kurulduğuna tanık olmadım. Elbette her zaman gerginlikler olur çünkü genel olarak Türkiye'de spora erkek çocukları teşvik edildiği için, spor, esasen maço bir dünya olduğu için, bu maço dünyanın değerleri, çoğu kez, kendini yırtıcılık, hırçınlık olarak açığa vurur ama genel olarak sporun öğrenildiği yer olan okulda en önce öğretilen şey, kardeşlik, sporcu dostluğu vesaire gibi şeyler genç insanlarda iz bırakır. Bu kadar çok şiddet ile spor arasında bağ kurulmazdı ama ne zaman ki, Türkiye'de, spor, siyasi gösterinin arenası hâline geldi, Türkiye'yi saran toplumsal çatışmalar, Türkiye'yi saran siyasi gerilimler, esasen, devletin en yüksek kademelerinden, Millî Güvenlik Kurulunun devreye girdiği psikolojik harekât mekanizmaları içerisinde, spor sahaları, millî heyecanların, millî hislerin, millî ayrımcılıkların geliştirildiği yerler olmaya başladı, o zaman, bu maço dünya, bir yandan da ırkçı bir dünyayla kaynaşmaya başladı. O nedenle, eğer bunun sonunu getirmek istiyorsak, sporla piyasa arasında olduğu kadar, sporla devlet güvenliği arasındaki bağı da kesmek gerekir; ama bunlar kesilene kadar bu sert yasalar uygulansın, bir görelim bakalım bunlara tevessül etmek? Bir şehrin bütün oyuncularını, bütün seyircilerini birden taş yağmuruna tutmak ve onları linç etmeye kalkmak o kadar kişinin yanına kâr kalmasın, bir görelim.
Bütün Türkiye'yle dalga geçmek, maç satın almak, maç satın almak için her türlü tertibatı kurmak, bunun için bütün dünyayı kendi hizmetine sokmak gücü ve kudretini kendine vehmedenler kendilerini güçsüz ve kudretsiz olarak görsünler bakalım, bakalım o zaman biraz daha kamu vicdanı tatmin olacak mı? Elbette, ben de benden önce konuşan arkadaşlar gibi biliyorum bunlar kesmez, bunlar bitirmez, bunlar temeldeki büyük toplumsal eşitsizliklerin yankılandığı büyük uygarlık açıkları kapatılmadığı sürece içinde cereyan edeceği alanlar. Ama bütün bunlarla birlikte düşünülmediği için de bu yasa değişikliği bizim için problem olmaya devam ediyor. Bir futbol maçındaki gençleri düşünün, içlerinde aktif olarak spor yapanlar bu seyircilerin sadece yüzde 1'idir. Bunlar kendileri gerçek sporcular olsalar hiçbir zaman bu spor müsabakaları bu kadar çok maçoluğun, bu kadar çok karşısındakine hak tanımazlığın, bu kadar çok rakibini yok etme duygusunun tribünlere yaygın olarak yansıdığı yerler olmaz. Eğer kadın katılımı teşvik edilebilse, önü açılabilse bütün spor yarışmalarında hem yarışanların hem bunu izleyenlerin, buna katılanların yarısı kadın olsa bakın bakalım bu şiddet bu şekilde yansır mı? O zaman sporu bu şekilde çekip çevirmek, bu kadar adaletsizce, hilekârca çekip çevirmek de hiçbir zaman taraftar vicdanında yankı bulmaz. Ama ne yazık ki az sayıda kadın izleyici, kadın taraftar da gitgide bu maço değerlerle örtüşüyor. Televizyonlardaki spor programlarının sunucuları arasında kadın sunucuların sayısının her geçen gün ne kadar arttığını görüyorsunuz, fakat kullandıkları lisana dikkat ediyor musunuz? Aşağı yukarı hepsi erkek lisanı kullanıyor. Çünkü futbolun doğasındaki, daha doğrusu doğasında demeyeyim, bugünkü futbol dünyasını belirleyen değerlere onlar da katılmış oluyorlar. Dolayısıyla, böyle rozet gibi sosyolojide "tokenizm" dediğimiz, işte olsun da bir tane mavi boncuk bulunsun diye kadınları spor programlarına katmak değil, kadınların spordaki yolunu açmak şiddetin en önemli ilacı olabilir diye ben düşünüyorum. Ama bütün bunlar uzun bir dönemin, daha yaygın ve geniş bir spor siyasetinin, piyasayla spor arasındaki bağın kesilmesine bağlı uzun bir süreç.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) - O nedenle, ben bu süreç tamamlanana kadar hilenin ve şiddetin ve ayrımcılığın eskiden olduğu kadar ağır bir biçimde cezalandırılması için oy kullanmanızı teklif ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)