GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: ORMAN KÖYLÜLERİNİN KALKINMALARININ DESTEKLENMESİ VE HAZİNE ADINA ORMAN SINIRLARI DIŞINA ÇIKARILAN YERLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ İLE HAZİNEYE AİT TARIM ARAZİLERİNİN SATIŞI HAKKINDA KANUN TASARISI VE TEKLİFLERİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:93
Tarih:11.04.2012

BDP GRUBU ADINA DEMİR ÇELİK (Muş) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; orman vasfını yitiren arazilerin hazineye devri ve satışına ilişkin kanun teklifi üzerine söz almış bulunmaktayım. Hepinizi şahsım ve partim adına saygıyla selamlıyorum.

Ormanlar, tarih boyunca hem insanlık adına hem medeniyet adına önemli işlev ve rol görmüş değerli alanlardır. "Orman" denince tek başına ağacı algılamak, ağaca dair bir kısım şeyleri söylemekle sınırlı tutmak, hem bu tarihî geçmişe ihanettir hem de ormanın görmek istediği rolü, yüklendiği işlevi hiçleştirerek boşa çıkarmaktır. Orman hayattır, doğadır, tarihtir, toplumdur, kültürdür. İçinde barındırdığı canlı organizmayla, doğa üzerinde gördüğü işlevi itibarıyla da hepimiz tarafından önemle korunması ve kollanması gereken tarihî mirasımızdır, değerimizdir. Gerek su atmosfer dengesi gerek atmosferdeki karbondioksit, azot ve oksijen dengesi gerek erozyon ve toprak kayması gerekse barındırdığı canlı organizmayla, yabanıl yaşamla insan ve toplum yaşamında önemli bir yer edinir. Bütün bu özelliklerini ve değerlerini dikkate almadan, ona dair bir kısım yaptırımlara gitmezden önce bunu göz ardı etmek geleceğimizi gasbetmektir, geleceğimizi ötelemektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu bakış açısına rağmen tarih boyunca önemli medeniyetlere beşiklik eden Türkiye ve Anadolu bulunduğu enlem ve boylamlar itibarıyla yüzde 80 oranında bir orman alanına sahip olabilme kapasitesi ve potansiyeline sahip iken, maalesef, şu an, toplam 780 bin kilometrekarelik ülke topraklarının ancak yüzde 27'si ormanla kaplı ve bunların da yüzde 12'leri oranında nitelikli, kaliteli diyebileceğimiz orman alanları olarak varlığını korumaktadır. Geri kalanı ya vasfını yitirmiş ya da yitirmek durumuyla karşı karşıyadır. Bu, bir yanıyla tarafınızdan inceden inceye analize tabi tutulması gereken bir realite olmaya devam ediyor. Biz ağaç olarak algılamaya devam eder, yerleşik alanlarının dönüştürülmesine dair bir kısım sorun ve problemlerinin giderilmesi amacına hizmet edecek mekânlara dönüştürmeye çalıştığımız andan itibaren geleceğimizi gasbedeceğimizi söylemiştim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; getirilmek istenen kanun yani vasfını yitirmiş orman alanlarının hazineye dönüştürülmesi ve satışına dair kanun teklifi bir yanıyla bağ, bahçe, fındıklık, fıstıklık ve zeytinlik olarak tarım ve ziraatı ilgilendiren, otlakları, yaylakları ve kışlakları ve merasıyla hayvancılığı ilgilendiren ama 17 bin orman köylüsü, ihtiva ettiği 9 milyonluk nüfusu, yetmiyor kasabası, ilçesi ve iliyle milyonlarca nüfusumuzu direkt ilgilendiren, bu boyutuyla da çevre ve kentselleşme politikalarımızın direkt alanına giren bir konudur. Es geçilebilinecek, üzerine yoğunlaşılmadan tartışılabilinecek bir konu olmaktan uzak, nitelikli, kültürel, sosyal ve siyasal politikalarımızın bizatihi şekilleneceği alandır.

Bu açıdan da bu kanun teklifi tartışılmadan, Meclise gönderilmeden ve getirilmezden önce meslek kuruluşları, bilim insanları, ilgili odaların fikirleri ve düşünceleri alınmaya muhtaç bir konu ama bununla birlikte direkt ya da endirekt bu olaydan ve kanundan etkilenecek toplum dinamiklerinin de dikkate ve sürece katılarak kanun süreci hazırlanmalı, tüketilmeliydi.

Bütün bu aşamalar yaşanmış değil. Bütün bu aşamalardan bağımsız, sadece ve tek başına bir kurumun, bir organın, bir bakanın ve iktidar partisinin "Ben yaptım" anlayışına hizmet edecek kadar da değerli ve önemli olan bir konu olduğunun altını çizmiştim. Soruna bu perspektiften yaklaştığımızda yapmaya çalıştığımızın ne denli geleceğimizi ilgilendirdiğini de dile getirmek, buna dair düşüncelerimi ifade etmek istiyorum.

Elbette ki 17 bin köyümüzün, dolayısıyla 9 milyon civarında bu köylerde yaşamını sürdüren insanların, yüzlerce yıldır orman içi köyü vasfını koruyarak yaşamını sürdürüyor olması, bizim de onların yaşamını kolaylaştıran, destekleyen ve besleyen bir anlayışla hareket etmemiz anlaşılırdır, ahlakidir, etiktir, Meclisin de yapması gereken görevdir. Ama asıl ilgili odağı, alanı, orman içi köylü olması rağmen bunu aşan, daha çok orman vasfını yitirmeye dönük bir kısım alanları sanayiye, rantiyeye, kentsel ve yerleşke alanlarına dönüştürmeye hizmet edecek bir politikaya hizmet edecek bir kanun değişikliği, hem mağduru bir kez daha üzecek, mağdur edecektir hem de bir kısım çıkar odaklarına menfaat sağlayan bir konumda olacaktır.

Bu açıdan, ülkemiz, bir tarım ve hayvancılık ülkesi. Ülkemiz, aynı zamanda hızla gelişen, kalkınan, sanayileşmesi ve ekonomik gücüyle dünya ölçeğinde önemli bir niteliğe kavuşmak durumundayken, toplumuyla barışık olduğu kadar doğasıyla da çevresiyle de barışık yeni bir zihniyeti harekete geçirmemiz gerekiyor. Toplumu tüketen, hiçleştiren, doğayı tüketen, hiçleştiren bir algıdan bizatihi toplum içi barışı, toplumla doğa, doğayla insan arasındaki barışı da sağlayacak bir ilişkiyi var etmek durumundayız. Ama kırdan kente doğru yoğun göçün olduğu, sanayileşmenin Marmara'da biriktiği günümüz Türkiye'sinde bu algıdan uzak bir anlayış ve zihniyetle soruna yaklaşan geçmiş hükûmetleri ve günümüz Hükûmeti, İstanbul başta olmak üzere İzmit'inden Yalova'sına, Bursa'sına, sanayi adına ormanlarımızı, geleceğimizi, ortak mirasımızı tüketti. 30 kilometre uzunluğundaki Anadolu ve Trakya yakasıyla İstanbul'un Karadeniz bağlantısı, bu zihniyetin ürünü olarak değerli ormanlar, vasfı yitirilmeye muhtaç duruma getirildi, tüketildi, oralara konakların, yazlıkların, villaların konulması ve çok katlı binaların yükseltilmesi düzeyine getirildi.

Hâlbuki "doğayla barışık olmak" demek "rüzgâr, su, güneş döngüsünü doğal mecrasına kanalize etmek" demektir. Siz, bu ormanları ortadan kaldırarak karbondioksit lehine atmosferdeki gazın oranına sebebiyet vermekle kalmayacak, aynı zamanda bu doğal etmenlerin de bizatihi bize, toplumumuza ve geleceğimize zarar verecek bir noktaya taşınmasına neden olacaksınız. Tükettiğiniz ormanlarla, karbondioksidin absorbasyonunun önüne geçmiş olan, dolayısıyla da atmosferdeki oranın yükselmesine yol açan, bu anlamıyla da sera gazı görevini gören karbondioksitle küresel ısınma riski, yarına dair, iceberg'lerin çözüldüğü, okyanusların, deniz seviyesinin yükseltildiği, ısınma probleminden kaynaklı mevsimlerin yer değiştirdiği, iklimlerin ve iklime dayalı yeni yaşam alanlarının evrimsel bir sürece tabi tutulduğu bir şeye, doğal serüvene rağmen kendiniz imza atmış olacaksınız.

Bu anlamıyla, bu ve benzeri kanunlar inceden inceye geleceğimizi direkt ilgilendiren konular olması hasebiyle dikkate değer olmalıydı. Aynı şekilde, Balıkesir'den İzmir'e, Aydın'dan Muğla'ya, Antalya'dan Mersin'e dek kıyı şeridi, bacası tütmeyen sanayi adına turizme açtığımız 1980'li yıllardan bu yana bura ormanlarının kalitesi, niteliği kaybolduğu gibi bu ve benzeri kanunun çıkmasını fırsat bilen bir kısım çıkar odaklarının da hesabına hizmet edecek bir değişikliğe ya birlikte "Evet." diyeceğiz ya da bu fırsatçıların bir kısım hesaplarının aleti olmayarak "Dur." diyeceğiz.

Düşününüz ki, Toroslar'ın zirvelerinden yükselen nadide çam ağaçları, sedirler ya da makiler ya da Karadeniz'in o gür, bulunması bizatihi mümkün olmayan doğa harikası ormanlarını HES'lere kurban ederek, Kürt coğrafyasında az olan ormanı yine HES'lere kurban ederek bir geleceği hep beraber tüketiyoruz. Bu boyutuyla, bu kanun, tarafınızdan inceden inceye incelenmeye değerdir. Hele hele afet riski kapsamındaki alanların kentsel dönüşmeye tabi tutulduğu bir kanun girişiminin de Meclisten çıkarılmak istendiği bir süreçte -vasfını yitirmiş ormanların satışına dair kanun teklifi birleştirildiğinde- ne yapılmak istendiğini görmemek için kör olmak gerekiyor. Yapılmak istenen, kentleşme adına, kent alanlarının ve mekânlarının yaratılması adına, bizatihi doğanın tüketilmesine hizmet eden bir kısım kanun teklifleridir. Buna, biz "Evet." diyeceksek, bu kanunun çıkması adına bir çaba içerisinde olacaksak, bu, torunlarımızdan emanet aldığımız bugünümüzü heba etmek, gasp etmek, palyatif bir kısım çözümlerle sorunun bizatihi ertelenen, ötelenen bir noktaya taşınmasına vesile olmuş olacağız. Bu denli önem arz eden bir konuda, hepimizin, bir kez daha, bu konuya, hem bilim insanlarını katan hem ilgili meslek odalarını ve toplum dinamiklerini sürece katan bir süreci yeniden hazırlamak, buna dair bir kısım çalışmaları hep birlikte yürütmek durumundayız. Bunu yapmamak demek, yüzde 30'lara indirdiğimiz bu orman alanlarımızın sıfırlanmasına hizmet edecek politikalara hep beraber imza atacağız.

Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinde, Van'dan İstanbul'a, sincabın bir ağacın dalından bir başka ağacın dalına konarak, sıçrayarak gidebileceğini söylediği 1650 yılının üzerinden üç yüz elli yıl geçmişken, biz üç yüz elli yılda bu orman değerlerimizi, ortak mirasımızı tükettik.

Ben 1960'lı yılların çocuğuyum. Muş'un Varto ilçesine bağlı Badan köyünde dünyaya geldiğim 1960'ta, köyümüzün hemen yanında ormanlar biterdi. Yakmak adına, ısınmak adına tükettiğimiz bu ormanları bugün arıyoruz, bulamıyoruz. Aynı şekilde, göçtüğüm 1990'daki Antalya'nın Duacı köyünde yükselen çam ağacı başta olmak üzere birçok maki bitkisi, yine oranın rantından yararlanmak isteyen zenginlerin, çıkar ve sermaye sahiplerinin yerleşkesine hizmet edecek bir döngüye o köy hizmet ettirildiği için, bugün orman vasfını yitiren ama herkesin özel bahçesi olarak etrafını tel duvarlarla ördüğü ve birbiriyle ilişkisi, sosyal teması olmaya bir mekâna dönüştürüldü. Yapılmak istenen bu mudur?

Belek'te, Kemer'de, Tekirova'da, Altınova'da ya da Bodrum'da, Kuşadası'nda yükselttiğimiz beş yıldızlı, yetinmediğimiz, yedi yıldızlı otellerle hem ormanı, orman dokusunu, canlı organizmayı tüketmekle kalmadık, kirlettiğimiz denizlerimizle deniz ürünlerimizi tükettik, denizler girilemez bir noktaya, Mavi Bayraklı denizlerimiz girilemez bir noktaya taşındı. İşte, yapılmak istenen buysa, herkesten ve her kesimden önce Mecliste grubu bulunan siyasal partilerin karşı durması gerekiyor. Gelin, kıyı şeritlerimizin talanına, kentlerimizin ormanlık alanlarının talanına müsaade etmeden, mağdur olan, yüzyıllardır orman köylüsü olmaktan ileri gelen sorun ve problemlerle karşılaşan köylümüzün sorununu çözelim; köylümüzün hakkı olan ve kendisinin işlettiği, elli yıl, yüz yıl, yüzlerce yıldır işlettiği tarlayı yeniden satarak, yeniden onu satın alacak bir noktaya taşımadan, onun sorununu kolaylaştıran, onun bir şekilde hak sahibi olmasını, hukukuna saygılı olmayı esas alan bir yaklaşımla soruna yaklaşalım ama böyle yapmıyoruz, diyoruz ki: "Kullanıcısına, kiracısına öncelik tanınmak üzere, değilse, bunun adına Çevre Şehircilik Bakanlığı -yetinmiyoruz- TOKİ bu alanları Hazineden satın alabilme, satabilme, ihale edebilme hakkına sahiptir." Bu noktada bulunur ve bunu devreye koyarsak yine kazanan, mağdur olan, mazlum olan köylü olmayacaktır. Kazanan, cebi dolu, hesabı milyon dolarla telaffuz edilebilen rakamlara sahip zenginler olacaktır ama bu Meclis halk iradesinin tecelli ettiği Meclisse, halk çoğunluğunun yani mağdurun, mazlumun, ezilenin çıkarına yani kamusal yararın yani toplumsal yararın olduğu bir kanunu çıkarmakla mükellefiz. Mükellefiyetimiz buysa, buna dair çıkış yollarını bulmak, buna dair yeni yaklaşımları geliştirmek de bizim temel anlayışımız olmalıdır.

Biz Barış ve Demokrasi Partisi olarak ülkenin her sorununda olduğu gibi bu sorunda da katılımcı demokrasiyi, şeffaflığı, hesap verebilirliği önemsiyoruz. "Ben istedim, ben yaptım." anlayışı demokratik değil, adil değil. Bu açıdan da demokrasi yönetim tarzıyla yönetilen bir ülkenin siyasal, demokratik geleneğine de, düşüncesine de uyan bir tarz değildir.

Bu anlamıyla, biz, orman vasfını yitiren alanların satışı kanununu gündem dışı tutarak köylünün yani orman içi köylünün mağduriyetinin giderilmesine, haklarının teslim edilmesine dair yıllara sâri çözülemeyen, kangrenleşmiş sorununu çözmeyle kendimizi sınırlı tutup, alamayan, güç sahibi olamayan bu köylünün mutluluğunu, huzurunu esas almalıyız. Yoksa, gücü merkezde toplayan, gücü merkezde odaklaştıran, hizmetin üretilmesi ve yürütülmesindeki rasyonaliteyi dikkate almayan, yetkiyi Çevre ve Şehircilik Bakanlığına, TOKİ'ye ve benzeri merkezî yapılara devreden anlayış demokratik geleneğin anlayışı değildir, demokratik siyasetin anlayışı değildir. Bunu ifade ederek, ben, hepinizi bir kez daha saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

İyi akşamlar. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Çelik.