| Konu: | MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞININ TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFLERİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 125 |
| Tarih: | 27.06.2012 |
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
302 sıra sayılı torba kanunun 12'nci maddesi hakkında verdiğimiz önerge üzerinde söz almış bulunuyorum.
2828 sayılı Sosyal Hizmetler Kanunu'nun geçici 7'nci maddesine göre, geliri net asgari ücretin 2/3'ünün altında olan kişilere bakmakla yükümlü oldukları engelliler için bir asgari ücret tutarında bir ödeme yapılmasını ya da resmî ya da özel bakımevlerinde bakılmasını ya da evde bakım ücretinin, biraz önce ifade ettiğim gibi, ödenmesini konu ediyor.
Peki, biz bu gece bu torba yasada bu maaşı artıran bir şey mi yapıyoruz veya bu konuda daha iyi bir şey mi yapıyoruz? Yok.
Üzerinde söz aldığım madde şudur: Eğer ki gelirin asgari ücretin 2/3'ünün üzerine çıktıysa ve eğer sen bunu üç ay içinde bildirmezsen senden bu paralar -ödeme hemen durdurulacak zaten- faiziyle tahsil edilecek, gerekirse icra yoluna bile giderek. Bu, geliri 500 lira olan bir kişinin geliri 500 liranın üzerine çıktığında hemen ödemenin durdurulup gerekirse icra yapılmasını öngören bir madde.
Açıkçası, bunu okuyunca, bir de bu torba kanunları bu kadar sıkışık dönemde, sayın bakanların zorla içerisine bir iki madde koymaya çalıştıklarını bildiğimiz bir dönemde görünce insan gerçekten şaşırıyor, dehşete kapılıyor. Yani, her kuşu tuttuk, bir leylek kaldı. Eğer burada bir sıkıntı varsa, hemen gideceğiz,oradan faiziyle tahsil yapacağız.
Madem Sayın Bakan torba yasaya bir şeyler koyma şansını yakaladı, ilk önce, bir kez bu "özürlü" kelimesinin ayıbından kurtulmayı deneseydik hep beraber. Mevzuatta ve kanunlarda "özürlü" kelimesini tercih ediyoruz. Bakın, eğer "özürlü" derseniz özrü merkeze alıyorsunuz ve özürlü dediğiniz kişinin kusurlu ve bu meseleden sorumlu olduğunu düşünüyorsunuz ve bu kusuru ve eksikliği o kişinin üzerinde tutarak bir bağlam içine giriyorsunuz. Oysa "engelli" derseniz bireyi merkeze alıyorsunuz ve çevresel koşullardaki bariyerlerin yarattığı sıkıntıyı görüyorsunuz ve artık o engelleri kaldırmak üzerine kafa yoruyorsunuz. Ama nedense, biz, kanunlarımızda da, ilave yönetmeliklerimizde de, ısrarla ve inatla bu "özürlü" kelimesini kullanıyoruz. "Özürlü" dediğiniz zaman, çok küçük bir örnek vermek gerekirse, bir kaldırım var, o kaldırım bedensel engelli, yürüyemeyen birisi için bir engeldir ama işitme engelli birisi için engel değildir. "Özürlü" dediğiniz vakit, siz bütün sorumluluğu o kişinin üzerine atıp, orada bir engel tanımlaması yapmadığınız için o engeli aşmakla ilgili bir derde sahip olmuyorsunuz. O zaman şunu söylüyorsunuz siz: "Senin olduğun her yerde bu var. Seni gözüm görmesin de ne olursa olsun." veya ailesine "Siz buna evde bakın; orada dursun. Gerekirse biz parasını size verelim." Bu, engelliyi toplumdan tecrit etme, toplum içine karışmasına gerçek anlamda engel olma meselesidir. Göz görmeyince gönül katlanır mantığının bir ürünüdür. Bu mantık, İkinci Meşrutiyet zamanında, Emrullah Efendi'nin, zamanın Millî Eğitim Bakanı "Öğrenciler olmasıydı, talebeler olmasaydı Maarif Vekâleti ne güzel idare edilirdi." diyen mantıkla aynı mantıktır. Engelliyi göz önünden uzak tutarak bir çare üretmek, gerçekten doğru değildir, hakça demek değildir ve AKP'nin engellilere bakış açısını göstermektedir.
Özürlüler İdaresi Başkanlığının yapmış olduğu bir çalışmada, 2002 yılında 8,5 milyon engellimiz var; yüzde 12,3 ve o tarihte tartışıyoruz, dünya ortalamasının neden üzerinde? Ama 2008 yılındaki rakam 1,7 milyon engelli var ve ortalaması yüzde 2,3. AKP engelleri kaldırmayı başaramadı engellilerin önünde ama bir gecede 7 milyon engelliyi ortadan kaldırmayı başardı. Böyle bir mantık, böyle bir yaklaşım olmaz. (CHP sıralarından alkışlar) Ve dünyada engelli ortalaması yüzde 10 iken, Türkiye'de nasıl yüzde 2,3 engelli olduğunu birinin çıkıp gerçekten izah etmesi lazım.
Birleşmiş Milletler Engelli Hakkı Sözleşmesi'ni Türkiye 2009'un sonunda imzaladı, onayladı ama bu onayladığı sözleşmenin iç hukukumuzdaki uyarlamalarını yapmadı, ciddi eksiklikler var. Küçük bir örnek vereceğim: İsminin baş harfi E. E. Bende ismi mevcut, Sayın Bakanım isterse hemen teslim ederim. Bu arkadaş hukuk fakültesini 1'inci bitirmiş. Hâkimlik sınavına girmiş ve Türkiye genelinde 2'nci olmuş ama ataması yapılmıyor. Neden yapılmıyor biliyor musunuz? Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun 8'inci maddesi diyor ki adaylığa alınma şartlarında: "Görevini yapmasına engel olabilecek vücut ve akıl hastalığı veya sakatlığı, alışılmışın dışında çevrenin yadırgayacağı şekilde konuşma ve organlarının hareketini kontrol zorluğu çekmek gibi özürlü durumları varsa atama yapılamaz."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkanım, bir dakika verin.
ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - Yani şunu söylüyor: Kolunda küçücük bir kusur varsa?
BAŞKAN - Vermiyoruz kimseye kardeşim, rica edeyim ya.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Pozitif ayrımcılık yapın efendim.
BAŞKAN - Tamam, süreniz bitti.