| Konu: | CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 100 |
| Tarih: | 26.04.2012 |
MHP GRUBU ADINA OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun teklifi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini arz etmek üzere huzurunuzdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, görüşülmekte olan konu Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi olunca, insan, ister istemez, son on yılda ülkemize bu açıdan ve özellikle yargının geldiği nokta açısından bakma ihtiyacı hissediyor.
Bilindiği gibi, devletin temel görevlerinden birisi de yargıdır. "Yargı kuvveti" olarak da adlandırılan bu fonksiyon, vazgeçilmez bir kamu hizmeti olarak kabul gören yargılama hizmetini ifa eder. Yani "yargı" kavramı, ihtilaflı durumlarda, gerek bireylere gerekse yürütmeye karşı objektif hukukun bağımsız hâkimler tarafından somut olaya uygulanması suretiyle hakkın teslimidir; diğer deyişle, adaletin tecellisidir. Devletlerin yargı hizmetini adil bir şekilde yerine getirmeleri çağdaş bir hukuk devleti olarak kabul görmeleri için zorunludur. Bir başka anlatımla, yargı her türlü işlem ve/veya işlemler konusunda hukuk adına son sözü söyleyen ve bu açıdan eşitler arasında birinciliği elinde tutan kuvvettir. Bağımsız ve tarafsız bir şekilde, hiçbir unsurdan etkilenmeden görevini layıkıyla yerine getiren yargı, devletin sağlıklı, toplumun huzurlu, bireylerin mutlu olabilmesi için önemli ve en son sığınaktır.
Günümüzde ise insanlar bu son sığınağa olan güvenlerini kaybetmişlerdir. Hükûmet icraatları toplumda yargıya olan güveni neredeyse sıfırlamış hâldedir. Sözde "ileri demokrasi" laflarını ağızlarına dolayan, temelsiz yargı bağımsızlığı vaatleriyle insanımızı oyalayan siyaset erbabı yargı bağımsızlığını da kendine bağlılık olarak anlamaktadır. Oysa ki yargı bağımsızlığı, yargının hiçbir organ ve makama bağlı olmadan, emir ve talimat almadan görevlerini özgür biçimde yerine getirebilmesidir. Yargı görevine ilişkin olarak mahkemelere hiçbir telkin ve tavsiyede bulunulamaz ve genelge gönderilemez. Herhangi bir baskının yapılması kadar yapılabilme ihtimali de yargı bağımsızlığını zedeler. Yargı bağımsızlığından yargının yalnızca yürütme organı karşısındaki bağımsızlığı anlaşılmaz; bu bağımsızlığın, yürütme organı yanında yasama organıyla, devlet ve toplumda etkili olan sosyal, ekonomik baskı grupları karşısında da gerçekleştirilmesi gerekir. Yasamaya, yürütmeye ya da öteki güçlerin denetimine bağlı ve etkisine açık olan yargı bağımsız olamaz. Bağımsız yargı, insan haklarının ve özgürlüklerinin başlıca güvencesidir, çünkü hukuk devleti özünü yargının bağımsızlığında bulur. Yargı bağımsızlığı, hâkimin görevini özellikle yasama ve yürütmeden gelebilecek etkilerden bağımsız olarak sadece hukuka ve vicdani kanaatine göre yerine getirmesini gerektirir. Gerçekten de varlık nedeni, kanunların uygulanmasından dolayı ortaya çıkan anlaşmazlıkları gidermek ve bireyin haklarını devlet karşısında korumak; ana işlevi de adaletin gerçekleşmesini sağlamak olan yargının bağımsızlığı, ancak hâkimlere kendi meslek ve varlıklarını tehlikeye atmaksızın her türlü endişeden azade olarak görev yapma imkânını yaratacak şekilde kişisel teminat tanımakla sağlanabilir.
Hâkimlere görevlerinin ifasında yalnızca kanun ve vicdanlarına göre hareket etme imkânı tanımak onların bağımsızlıklarını sağlamak için yeterli değildir. Hâkimlik teminatı denilen birtakım güvenceler de kendisine tanınmalıdır ki görevini gereği gibi yapabilsin. Zira, vermiş olduğu herhangi bir karar yüzünden başka bir göreve atanması veya azledilmesi ihtimali bulunması hâlinde hâkimin bağımsızlığından söz etmenin hiçbir anlamı kalmayacaktır.
Ülkemizde yakın geçmişte gördüğümüz uygulamalar hâkimlerin ne denli baskılar altında olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir. Özellikle hükûmet mensupları aleyhine karar vermiş hâkimlerin durumlarının incelenmesi, iktidarın bu konuda hangi düzeylerde olduğunu ispata yeterlidir.
Bakın yaşanılan ilginç bir örnek bu konuda gelinen vaziyeti açıkça ortaya sermektedir. Başbakan Erdoğan 12 Eylül referandumu sonrasında "Hayır diyenler darbecidir." dediği için Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan dava reddediliyor. Ancak bir emekli yargıç, Anayasa referandumunda "Evet" oyu kullananların, gaflet, dalalet ve ihanet içinde olduğunu söylediği için Ankara 4. Sulh Hukuk Mahkemesince tazminata mahkûm ediliyor. Sanırım kabul edilemeyecek her iki açıklamanın da aynı muameleye tabi tutulması adil olurdu. Bu nedenle Başbakanı cezalandıramayan yargı, adaletin tecelligâhı olamaz.
Adaletin gerçekleşmesinin diğer önemli unsurlarından biri de, yargının tarafsızlığıdır. Yargı etiği ilkeleri tarafsızlığı şöyle tanımlar: "Tarafsızlık, yargı görevinin tam ve doğru bir şekilde yerine getirilmesinin esasıdır. Bu prensip, sadece bizatihi karar için değil, aynı zamanda kararın oluşturulduğu süreç açısından da geçerlidir."
Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak adaleti, temel hak ve özgürlüklerin güvencesi görüyoruz. Bu nedenle yargılamanın her safhasında adaletten zerre kadar sapılmaması gerektiğine inanıyoruz. İktidar ise darbe paranoyasıyla emekli asker avına çıkmış, sürekli tutuklamalar peşinde koşmaktadır. Hâlbuki bu ülkede artık ortaya çıktı ki okyanus ötesi istemez ise darbe yapılamaz Ülkede iktidarı var edenler, okyanus ötesi güçler izin vermedikçe kimsenin darbe yapamayacağını en iyi Hükûmetin bilmesi gerekir.
Milliyetçi Hareket, tüm adaletsizlikler gibi tutukluluğun cezalandırmaya dönüşmesine yol açan bu uygulamaların da ortadan kalkmasını istemektedir. Adaletin tecelligâhı olması gereken yargı, iktidarın baskılarıyla güzel ülkemizi hak ve özgürlüklerin sınırlarının aşılması uğruna açık, yer yer kapalı bir cezaevine dönüştürmüş. "Hak ve özgürlüklerin genişletilmesi" söylemleriyle insanların hak ve özgürlüklerini ellerinden almış, Türk yargısında âdeta "Tutukluluk esastır." ilkesi hâkim olmaya yüz tutmuştur.
Bütün bunlara rağmen görüşülmekte olan tasarıyla, şüphelerle, düzmece delillerle özel hayata müdahalelerle, uydurma ve yalancı gizli tanıklarla "Bir iddia oluşturacağız." diyerek yıllarca sorgusuz "Gizlilik kararı var." diyerek bildirimsiz cezaevlerine doldurduğunuz insanların ölülerine gidebilme haklarını düzenlemeye kalkışmakla yüce Meclisi meşgul etmektesiniz.
Hazırladığınız tasarı da sizin gibi belirsizliklerle doludur. Hani 2010 yılında değiştirdiğiniz Anayasa maddelerini 2012 yılında inkâr ediyorsunuz ya, tasarınız da aynen Cumhurbaşkanının görev süresinde yaptığınız Anayasa değişikliğine benziyor.
1'inci maddede anılan Kanun'un 59'uncu maddesine eklenen fıkrada kullanılan muğlak ifadeler, maddenin uygulanma kabiliyetini olumsuz yönde etkileyeceği gibi, tatbik edenin takdir yetkisini yerinde kullanmaması hâlinde temel insan haklarını da kısıtlayan sonuçlar doğurabilecektir. Şöyle ki: Hükümlünün kendisiyle görüşme yapan kişiler aracılığıyla bir suç örgütünün faaliyetlerine yön vermesi hâlinde, avukat ve diğer kişilerle görüşmesine sınırlama getirilmesi için öngörülen somut olguların nasıl tespit edileceğine dair bir kriter belirlenmemiştir. Madde metninde geçen "sair kişiler" tabirinin kimi ya da kimileri kapsadığı anlaşılamamaktadır. Somut olguların kim tarafından belirlenerek cumhuriyet başsavcılığına ve infaz hâkimliğine iletileceği hususunun muallakta bırakılmış olması önemli bir eksikliktir.
Yine tasarıda hükümlünün suç örgütünün faaliyetine yön verdiği kişiler yerine avukatı ve diğer kişilerle görüşmesinin yasaklanmasına imkân verilmesi, sınırlama süresini koyan mercinin talep üzerine koşulsuz olarak bu süreyi kısıtlaması ya da kaldırılmasının fıkra içerisine yerleştirilmesindeki ifade karmaşası, somut hukuki sorunla ilgili görüşme yapılması talebi üzerine görevlendirilecek avukatın belirlenmesinin infaz mahallindeki baro yerine barolar birliğinin takdirine bırakılması, görüşmenin somut hukuki sorun dışında yapıldığının tespiti hâlinde görüşmeye son verilmesinin hazır bulunan görevlinin takdirine bırakılması hususları birlikte değerlendirildiğinde uygulamada yaşanması muhtemel sorunların ülkemizi özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarıyla ağır tazminat sorumluluğu altına sokabilecektir.
Bu yöndeki bir kanuni düzenlemenin infaz memurlarına yol gösterici mahiyette ayrıntılı ve subjektif mülahazalardan uzak şekilde yapılması gerekirken tasarı bu özelliklerden tamamen yoksundur. Kaldı ki muhtevaya bakıldığında bir müeyyide anlamına da gelebilecek bu tür düzenlemelerin şeffaf ve sonucu öngörülebilir olması çağdaş hukuk sisteminin de bir gereğidir.
2'nci maddede tutukluya izin verilmesine konu olan yakınlarına ait hastalığın tespitinde öngörülen ibarelerden "önemli" kelimesi tıbbi olmaktan uzak, muğlak bir ifade olup "hayati tehlike oluşturacak ağır hastalık" tabiri aslında yeterli olmalıdır. Tutuklular için yapılan düzenlemede "soruşturma ve kovuşturmanın selameti" kavramının belirsiz ve takdire dayalı bir ifade olması nedeniyle tutuklular arasında eşitlik ilkesini zedeleyen uygulamalara yol açacaktır.
Bütün bu yapıcı ikazlarımızın, iktidarın inadına kurban edileceğini biliyoruz. Hukuk adına hukuksuzluk yapan, insanlık onurunun üzerine basarak yükseldiğini sanan, haksızlığı ve adaletsizliği şiar edinmiş bir siyasi hareketten de başka türlüsü beklenilemez. Bir zamanlar iktidar partisinin genel başkanı ha bire mahkemelerle savaşır, kimi zaman ulemanın yetki alanına girerek karar verdiklerini, kimi zaman yanlış ve kasıtlı karar verdiklerini, kimi zaman idari işlemlerin mahkeme kararıyla durdurulamayacağını, kimi zaman Anayasa Mahkemesinin bu denli fütursuzca iktidarın faaliyetlerine müdahale edemeyeceğini haykırır, ha bire eleştirirdi. Şimdi o günlerin altından çok sular aktı. Şimdi tek yanlı ve itiraz yolu olmayan dinleme kararıyla insanları tutukluyor, iki, üç yıl iddianame hazırlamıyor, yıllar süren yargılamalarla tutukluluk hâli cezaya dönüştürülüyor. Buna itiraz sesleri yükselince "Mahkemelere, yargıya karışmayın." diye yükselen sesler azarlanıyor.
Genel Başkanınıza geçmişte siyaset yolunu açan iradeyi unutmuş görünüyor, izniniz olmayanların siyasetine tutukluluk hâliyle engel oluyorsunuz. Ülkemizde terör örgütleri var mı? Elbette ki var. PKK bir terör örgütüdür uzantılarıyla, sivil, siyasi, bürokratik, ekonomik hayattaki uzantılarıyla bir terör örgütüdür. Bunun gibi Hizbullah bir terör örgütüdür, eylemleri hafızalarımızdadır. Bu terör örgütleri dünyanın dört bir yanında devletlerce de terör örgütü olarak tanınmıştır. Siz ise size muhalefet eden her iradeye "İktidarı alaşağı etme terör örgütü." diyorsunuz. Gölgelerinizden korkuyorsunuz, gölgenize gölge karıştıysa "Suikast, terör örgütü." diyorsunuz. Yumurtalardan korkar oldunuz, onlarca yıl hapiste yargılansın istiyorsunuz. Hükûmetten gelmişse "kutsal ve mübarektir" diyerek projelerinize karşı çıkanları terör örgütü olarak tutuklatıyorsunuz. Tutuklatmadıklarınızın ise köylerine girişini, akrabalarıyla görüşmesini yasaklıyorsunuz.
Uygulamada, ülkemizin cumhuriyet başsavcılığı Başbakanlıkla birleştirildi âdeta. Başbakanımız aynı zamanda başsavcı olarak ha bire iddia ediyor. Yargılanma ancak iki, üç sene sonra başlayabiliyor. Uygulamada jüri sistemine geçtiniz. Hükûmetiniz jüri, tüm halk potansiyeli sanık. Tarihin en fazla korunmanız uğruna güvenlik önlemi aldığı iktidar oldunuz. Tarihin en uzun konvoylarıyla seyahat eden bakanları oldunuz. Bir gecede Yargıtaya 200'ün üzerinde hâkim ataması gerçekleştirdiniz, her ne hikmetse bu insanlar hep blok oy kullanır durumdalar. Hani yüce yargı bağımsız ve tarafsızdı? Kadrolaşmada sınır tanımadınız, yargıda "Hazreti Ömer adaleti" diye ideolojik naralar atarken şimdi özel mahkemeler ile siyasi iktidarınızı yargıya taşıyorsunuz. Âlemlerin rabbi Yüce Allah'ın Kur'an aracılığıyla tebliğ ettiği "Emaneti ehline veriniz." ayeti kadrolarınızın altında kaldı, siz "Görevler yalnızca kadrolarımızındır." diyorsunuz.
Muhalefete "Görüş getirin." diyorsunuz, komisyonlarda bu sıralarda getirilen görüşleri kutsal ve mübarek iradenizle "eleştiri" diyerek reddediyorsunuz. Ermeni vakıflarının parmağıyla işaret ettiği yerleri bu vakıflara peşkeş çekiyorsunuz. Ortodoks Rumlarına koca milleti boyun eğdirmişsiniz, ha bire devam ediyorsunuz. Bir geminin arkasına takılıp göz göre göre 9 vatandaşımızın ölümüne sebebiyet veriyorsunuz; İsrail'le köprüleri atıyor, "one minute" naraları patlatıyorsunuz. Akdeniz'de burnumuzun dibinde Rum'la bir olmuş İsrail, milletimizin hakkı olan kaynakları sahiplenmekte, savaş gemilerini bölgeye göndermekte, sizler ise suspus olmuşsunuz. Suriye'ye dikleniyor, "Gerekirse müdahale ederiz." diyorsunuz, ekonomik ilişkilerden bahsediyorsunuz, cevabınızı alıyorsunuz.
Diyoruz ki gelin eteğinizdeki taşları dökün. Siz iktidar partisinin değerli milletvekilleri, yüzde 48,8 oy aldınız, millet sizi sevdi, size güvendi; millete yabancılaşmayın; tarihimize, ecdadımıza yabancılaşmayın diyoruz. Suçu elbette ki takip edin, suçlulara elbette ki aman vermeyin. Biz büyük ve güçlü bir ülkeyiz, gücümüzü suç ve suçlulara karşı göstermek elbette ki iktidarın görevidir ve elbette ki bu tip yasalarla tutuklu ve hükümlülerin insan olduklarını unutmayacağız. Onların, hangi iddia ya da hükümle cezaevinde olursa olsun, insan olmaktan, aile olmaktan kaynaklanan hakları var ve biz bu hakları onlardan esirgemeyeceğiz. Bunu isimleştirerek kişiler içinmiş gibi görmek de hatadır ve yanlıştır. Burası yasama Meclisidir. Yasama meclisleri toplum adına yasa yapar, bu yasada devletin güvenliği, milletin selameti unutulmaz ama bireylerin de hakları unutulmamalı. Bir kısım suçluların avukatlarıyla görüşme hakları hakkında itiraz sesleri yükseliyor. Siz Habur'da davul zurnayla "Biz görüşmeler için geldik." diyenlere susarsanız, şimdi tepkileri tehdit olur, ortaya çıkar. Görüyorsunuz, Genel Başkanınız ve iktidarınızı, Habur'u açıklamakla, görüşmeleri deşifre etmekle tehdit ediyorlar.
Teröre taviz verilmez değerli arkadaşlar. Terörle "barış" diyerek görüşme yapılmaz, terörle "devlet adına" diyerek irtibat kurulmaz. Terörle yalnızca savaşırsınız ve bu savaştan galip çıkarsınız, terörü yok edersiniz.
Görüyorsunuz, hiçbir şey gizli kalmıyor. Terör örgütünün bizzat kendisi görevlilerle yaptığı görüşmeyi medyaya sızdırıyor. Bu görüşmelerde "devlet adına" dediğiniz görevli Başbakanı temsil ettiğini söylüyordu. Bu yollar yanlış.
Cezaevindeki hükümlü ve tutuklunun haklarıyla ilgilenmek görevimizdir elbette ki ama bu, terör örgütüne taviz sonucunu doğurmaması gerektiği gibi, terör örgütüyle anlaşarak terörü bitirme nafile çabasına sizi saplamamalıdır. Bu saplantı bataklık olur. Bataklığa milleti gömerseniz tarihe hesap veremezsiniz. Unutmayın, bugün yaptıklarınızın gerçek cevabını, gerçek değerlendirmesini yıllar sonra tarihten alacaksınız.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, biz milletvekiliyiz, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleriyiz; yasa yaparız, milletimizin ihtiyaçları, hak ve özgürlüklerinin genişletilmesi, muasır çağdaş milletler seviyesini yakalamak için. Milletimizin içinden çok değerli evlatları çıkmaktadır. Bir yere aidiyeti olması şartı aranmaksızın, değerli memleket evlatlarına sırtınızı dönmeyin ve muhalefete de sırtınızı dönmeyin. Burada birlikte tarih yazma imkânı var ise bu imkânı göz ardı etmeyelim. Birliğimiz sağlandığı müddetçe, üzerinden, üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir hadise yoktur. Bu duygularla hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.