GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: (10/49, 113, 118, 252, 253, 254, 255, 256, 257, 258) NO.LU SAĞLIK ÇALIŞANLARINA YÖNELİK ARTAN ŞİDDET OLAYLARININ ARAŞTIRILARAK ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLERİN BELİRLENMESİ AMACIYLA BİR MECLİS ARAŞTIRMASI AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGELERİN ÖN GÖRÜŞMELERİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:99
Tarih:25.04.2012

MHP GRUBU ADINA CEMALETTİN ŞİMŞEK (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de konuşmama başlarken, geçen hafta menfur bir saldırı sonucu Gaziantep'te hayatını kaybeden doktor arkadaşımız Ersin Arslan'a Allah'tan rahmet, yakınlarına ve tüm sağlık çalışanlarına başsağlığı dileyerek sözlerime başlamak istiyorum. Ayrıca, Van'da saldırıya, şiddete uğrayan doktor arkadaşımıza da geçmiş olsun diliyor, her iki şiddeti de nefretle kınıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün burada, hasta ve hasta yakınlarının sağlık çalışanları üzerinde uyguladıkları şiddetin sebepleri ve sonuçlarının araştırılması hususunun, Mecliste grubu bulunan siyasi partilerimizin ortak önerisi olarak görüşülmesi kararı doğrultusunda Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, yüce heyetinizi de saygıyla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, önce şunu ifade etmeliyim ki mesleğimin otuz yıla yakınını kamu ve özel sektörde icra etmiş bir sağlık çalışanı olarak, verilen bu ortak önergeleri gecikmiş bir önerge olarak kabul ediyor, bunun için Gaziantep'te bir doktorun öldürülmesini ve Van'da bir doktorun şiddete maruz kalmasını beklememeliydik diye düşünüyorum.

Geçmişten beri sağlık çalışanlarına karşı yapılan bu tür saldırılar maalesef son yıllarda artış göstermiş, artık her gün gazete ve televizyonlarda, sağlık çalışanlarına karşı şiddet ve saldırılar olağan hâle gelmiştir. Hiç kuşkusuz, bunun, bu dönemde izlenen sağlık politikalarıyla yakından ilgisi vardır. Özellikle AKP İktidarı döneminde, hiçbir dönemde olmadığı kadar sağlık çalışanları şiddete maruz kalmışlardır. İzlenen sağlık politikalarıyla sağlık çalışanları itibarsızlaştırılmış ve hedef gösterilmiştir. Sayın Sağlık Bakanının bu konuyla ilgili açıklamaları, hasta ve hasta yakınlarını sağlık çalışanlarına karşı hep kışkırtır tarzda olmuştur. İzlenen bu politikalar, sağlık çalışanlarını ve özellikle de hekimleri sorumsuz ve mesleğini -vicdani değerlerin ötesinde- icra ederken insan sağlığını düşünerek değil başka argümanlarla yaptığı düşüncesi ile çıkarılan yönetmelikler, Sağlık Bakanlığının hekimler üzerindeki bu anlayışının göstergesi olarak esasen hekimi mesleğini icra ederken başka kriterleri gözetmeye zorlamıştır. Böyle bir anlayış Sağlık Bakanlığı eliyle bizzat Bakan tarafından verilen demeçlerle hasta ve hasta yakınlarında, sağlık çalışanları, doktorlar aleyhine bu yönde kanaat oluşmasına zemin hazırlamıştır. Özellikle kendisi de bir hekim olan Sayın Sağlık Bakanının bu talihsiz açıklamaları gerçekten de çok üzücüdür. Sayın Sağlık Bakanı geçenlerde yaptığı bir açıklamada "Ben acile hasta kabul etmeyen ve ondan para talep eden bir hastaneyi kapatmaya varan cezalar veririm." diyerek sanki acile başvuran hastadan öncelikle para talep ediliyormuş gibi bir algı oluşmasına sebep olmuş, hasta ve hasta yakınlarını hastaneye karşı kışkırtmaktan başka hiçbir işe yaramayan bu açıklama ile Sayın Sağlık Bakanının sağlık çalışanlarına, doktorlara karşı nasıl bir tavır içerisinde olduğunu ifade etmesi bakımından çok önemsediğimi ifade etmek istiyorum.

Sayın Sağlık Bakanına? Mesleğini otuz yıla yakın bir süre kamuda ve özel sektörde bir sağlık çalışanı olarak hizmet vermiş birisiyim. Ben biliyorum ki hiçbir hastanede acile başvuran hastaya "Senin sağlık güvencen ne, paran var mı?" diye sorulmaz. Öncelikle imkânlar ölçüsünde hastaya müdahale edilir, hastanın derdine derman olmaya çalışılır. Esasen o acil personelinin ve doktorlarının o hasta için nasıl bir çaba ortaya koyduklarını Sayın Sağlık Bakanının bilmemesi ise hiç mümkün değildir. Ancak buradan da anlaşılacağı gibi Sayın Sağlık Bakanının derdi sağlık hizmetlerinin kalitesinin artırılması ya da vatandaşa daha iyi bir sağlık hizmeti sunumu değil, seçimlerde nasıl daha çok oy alınabileceğine yönelik olduğu için bu açıklamaları gayet de bilinçli bir şekilde yapmaktadır. Ancak Sayın Hükûmete ve Sayın Sağlık Bakanına buradan sesleniyorum: Artık şapka düştü, kel göründü. Türkiye'deki sağlık hizmetlerinin sunumundan sağlık hizmetleri sunucuları memnun olmadığı gibi sağlık hizmeti alanlar da memnun değiller. Sağlık hizmeti sunumunda en önemli kriter sağlık hizmeti sunumunun kalitesidir ve rasyonel olmasıdır. İster ücret ödeyin ister ödemeyin eğer kaliteli bir sağlık hizmeti alamıyorsanız yani derdinize derman bulamıyorsanız bu sunulan sağlık hizmetinin hiçbir önemi yoktur. Uydurulan ucube bir performans sistemiyle hekimler vicdanlarıyla cüzdanları arasına sıkıştırılmak istenmiş, hekim hastayla ilgilenmekten çok aklı alacağı puan ile karıştırılmış, bu arada da yoğun hasta trafiği içerisinde olan hastaya olmuştur.

Değerli milletvekilleri, bakınız, iddia ediyor ve söylüyorum, bu, sürdürülebilir bir sağlık politikası maalesef değildir. Hükûmete yol yakınken bundan dönmesini ve daha rasyonel bir sağlık politikası izlemesini öneriyorum. İnsanlar sağlık hizmeti adına resmen kandırılmaktadır. Sağlıkla uzaktan yakından az çok ilişkisi olanlar bilirler. Çok hasta bakarak, hasta sayısını çoğaltarak sağlık hizmetlerine kalite gelmesi mümkün değildir. Bugün araştırma hastaneleri ve tıp fakültesi poliklinikleri sistemden kaynaklanan sebeplerle birer sağlık ocağı, aile hekimi polikliniği gibi çalışmakta, yoğunluk nedeniyle hastasına gerekli zamanı ayıramayarak bir araştırma yapma imkânı bulamamaktadırlar. Yıllara sari olarak baktığımızda hekime müracaat oldukça artmış ancak tedavi memnuniyeti ve kalitesi düşmüştür. Hâl böyle olunca devletin sağlık hizmetlerine harcadığı para da esasen yeterli olmamasına rağmen karşılığını da bulmamıştır.

Değerli milletvekilleri, insanın yaşam hakkı, sağlık hakkı en temel bir hak olduğu gibi aynı zamanda toplumların kalkınması ve ileri gidebilmesi için eğitilebilir sağlıklı nesillere de ihtiyaç olduğu bir gerçektir. Bu gerçeği burada bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyoruz. Ülkemizin geleceği için bunun vazgeçilmez bir durum olduğunu da ayrıca ifade etmek istiyorum.

Bugün, Sağlık Bakanlığının bütün şişirmelerine ve popülist yaklaşımlarına rağmen, Türkiye, maalesef, sağlık hizmetlerinde örnek aldığı ABD ve AB ülkelerine göre çok gerilerde kalmıştır. Gayrisafi yurt içi hasıladan sağlığa ayrılan pay Amerika Birleşik Devletlerinde yüzde 16, AB 27 ülke ortalaması yüzde 8,92, Türkiye'de ise sadece yüzde 6'dır. Kişi başına sağlık harcaması Amerika Birleşik Devletleri'nde 7.290 dolar, AB 27 ülke ortalaması 2.468 dolar, Türkiye'de ise bu sadece 600 dolardır. Türkiye'de kişi başına düşen hekim ve personel sayısı da, örnek aldığımız ABD ve AB 27 ülkelerine göre çok azdır. Buradan "Dünyanın 16'ncı, Avrupa'nın da 6'ncı büyük ekonomisi olduk." diyen Sayın Başbakana ve Hükûmete bu rakamları hatırlatmakta da yarar görüyoruz.

Değerli milletvekilleri, konuşmamın bu bölümünde, sağlık çalışanları ve özellikle hekimlere yönelik saldırılarla ilgili basında yer almış bazı değerlendirmeleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Hekimlere yönelik şiddetle ilgili haberleri son beş-altı yıldır daha sıklıkla duymaya başladık. Önceleri bu haberlere daha seyrek rastladığımız için haber değeri günümüze oranla daha yüksekti. Yani bugün saldırılar çok olağan bir hâle geldiği için bu haberler de maalesef geçmişteki önemini kaybetmiş ve olağanlaşmıştır. Bugün bu haberler daha olağanlaştı ve bugünle geçmiş arasındaki fark şu ki, bundan yıllar önce bu haberleri dinlerken ya da okurken hekim toplumuna yönelik bir tehdit algılamasına sahip değildik. Hekime yönelik bu saldırılar artık bir tehdit oluşturmaya başlamıştır. Bu anlamda, Türkiye'nin doğu bölgelerinde ve kamu çalışanı olmak üzere, iki ay içinde 40 hekimin, şiddet gördüğü gerekçesiyle adli makamlara başvurduğu belirtilmektedir.

İstanbul Tabip Odası ve Türk Tabipler Birliği, sağlık ortamında hekime ve diğer sağlık personeline karşı giderek artan şiddetle ilgili yaptığı çalışmada en önemli boyut sağlıkta dönüşümle birlikte Sağlık Bakanlığının sağlıkçıları hedef göstermesi, eğitim düzeyi ve medyada çıkan olumsuz haberler, aşırı iş yükü olarak gösterilmektedir. Konya Tabip Odası Başkanı Profesör Doktor Faruk Aksoy hekime duyulan saygı açışından konuyu şöyle değerlendiriyor: "Artık, hekime duyulan saygı eser miktarda kaldı, çalışma ortamına ve hekimin sosyal şartlarına hiç bakmadan artık, hekimi direkt tahkir edici davranışlar sıradanlaştı ve sık görülmeye başlandı."

Burdur-Isparta Tabip Odasının 2008-2010 yılları arasında yapmış olduğu hekime yönelik şiddet araştırması, Türkiye'de hekime yönelik uygulanan şiddetin oranını gözler önüne seriyor. Bu araştırma verilerine göre, kamuda sağlık hizmetinde çalışan uzman hekimler arasında şiddete uğrama oranı yüzde 45 iken, özelde sağlık hizmetlerinde çalışan uzman hekimler arasında şiddete maruz kalma oranı yüzde 5 olarak görülüyor. Yaşamları boyunca en az bir defa şiddete maruz kaldığını söyleyen sağlık çalışanı oranı yüzde 64, şiddete tanık olan sağlık çalışanı oranı ise yüzde 96. Şiddet uygulayanların yüzde 86'sı hasta ve hasta yakınıdır. Sadece hastaların uyguladığı şiddet oranı ise yüzde 6 civarındadır. Sağlık çalışanlarına uygulanan şiddetin yüzde 14'ünü de sağlık idarecileri gerçekleştirmektedir. Şiddet uygulayanların yüzde 92'sini erkekler oluşturmaktadır.

Bu konu ile ilgili bir değerlendirme de Şanlıurfa Tabip Odası Başkanı Profesör Doktor Şahin Aksoy'dan gelmiştir. Doktor Aksoy görüşlerini şöyle aktarmaktadır: "Acil servis hekimlerinin sıkça şiddete maruz kalmasının nedeni iş yoğunluğu, başvuranların gerginliği ve hepsinin ötesinde "sağlıkta dönüşüm" adı altında siyasiler tarafından halka vadedilen acilde sonsuz hizmet ve hürmet göreceklerinin pompalanmasıdır." Acilde şiddet olaylarının artmasının başlıca nedenlerini bunların oluşturduğunu ifade ediyor Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, ayrıca, sizlerle, geçen yıl -2011 yılı sonunda- yirmi bir il ve on dokuz tabip odasının Samsun Tabip Odası önderliğinde düzenlemiş olduğu genişletilmiş hekim çalıştayı sonuç bildirgesinde yer alan Türkiye'de sağlık hizmetlerinin sunumundaki görüşlerini paylaşmak istiyorum. Bu çalıştayda ifade edilen görüşler şöyledir:

Hekimleri pozitif motive edebilecek düzenlemeler, uygulamalar derhâl gündeme alınmalı ve uygulanmalıdır.

Kamuoyunda mesleki saygınlığımız yeniden kazandırılmalıdır.

Sağlıkta dönüşüm ve şayet varsa sağlık alanında elde edilen başarılarda hekimin katkısı var mıdır? Bu katkıyı ödüllendirmek mi, cezalandırmak mı gerekir?

Hekimlik mesleğinin memuriyetle bağdaşan bir hizmet sınıfı olmadığı, hekimin diğer memurlardan farklı olarak gece-gündüz, tatil günlerinde de mesai kavramı olmaksızın hizmet veren sanat ehli bir meslek grubu olduğu göz önüne alınmalıdır. 

Hekimlerin önündeki belirsiz tablo kaldırılmalı, hekimler, yarınlarından emin olarak görevlerini yapar hâle getirilmelidir.

Performansa dayalı döner sermaye uygulaması olmalı, ancak hekim elde ettiği gelirin en fazla yüzde 25-30'unu bu şekilde elde etmeli, yüzde 70-75'lik geliri emekliliğe de yansıyan sabit gelir olmalıdır.

Performans uygulamasında puanlardaki dengesizlikler, ameliyat sınıflandırmalarındaki eksiklikler ve bölümler arası uygulanan adaletsizliklerle ilgili köklü revizyon gerekmektedir.

Hasta hakkının "hekime hakaret ve hekim dövme hakkı" olarak görülmesi konusundaki yanlış imaj düzeltilmeli, "şiddete sıfır tolerans" sözde kalmamalı, sağlık çalışanına kalkan el, karşısında Sağlık Bakanını bulmalıdır.

Tam Gün Yasası ve performansa dayalı döner sermaye sisteminin bu hâlinin bu kutsal mesleğin sahiplerine haksızlık ve zulüm olduğuna inanıyoruz.

Tabip odalarının başı olan Türk Tabipleri Birliği, ideolojiden, siyasetten uzak, herkesi kucaklayan, sadece hekim haklarını ön plana çıkaran yaklaşım içinde olmalı, bu yönde politikalar üretmeli, hekim dış faktörlerle iş birliği yapmaktan vazgeçmelidir.

Değerli milletvekilleri, performansa dayalı ek ödeme sistemi temelde iyi niyetle hazırlanmaya başlanmış olsa da, gelinen duruma bakıldığında, başlangıçta olduğunu varsaydığımız iyi niyet dışında pek iyi bir tarafı maalesef kalmamıştır. Haksızlık ve adaletsizliğe zemin hazırlayan bir yamalı bohçaya, bir ucubeye maalesef dönüşmüştür.

Performans sistemi kurgulanırken tüm doktorların tembel olduğu ve ancak parayla motive edilebileceği varsayılarak hazırlanmıştır. Sistemi kötüye kullanıp haksız kazanç elde eden birtakım hekimleri denetleyip cezalandırmak yerine, evrensel ve adil hukuk sistemlerindeki "Ceza suçluya verilir, alınan kararlarla suçlunun yanında masum da cezalandırılamaz." mantığı yerle bir edilmiş ve tüm hekimlere inatla "Kırk katır mı, kırk satır mı?" sorusu dayatılmıştır.

Performans sisteminin şu anki hâliyle yürümesi mümkün değildir. Şu anda kendi irade ve çabaları dışındaki faktörler nedeniyle ya da meslektaşlarının haksız beyan ve kazançları yüzünden sistemden az pay alan hekimler, tabiri caiz ise, sistemin üçkâğıdını öğrenecek ve eğer bunu uygulamaya gönülleri razı olursa daha çok pay alacak ya da bir yolunu bulup daha çok döner sermaye veren hastanelere geçiş yapacaklardır.

Sistemin sessiz ve habersiz kurbanları, şüphesiz, hastalardır. Şu anki performans sistemi, riskli, büyük vakalar yapmak yerine, daha çok para kazandırdığı ve daha az risk taşıdığı için küçük vakalar yapmayı teşvik etmektedir. Hâlen hekimlere dayatılan "ne kadar puan o kadar para" sistemi, yönetenler tarafından hekimlere yöneltilen "paragöz" ve "hırsız" suçlamaları, malpraktis yasasının dayanılmaz ağırlığı ile birleştiğinde "sistemin sessiz, habersiz kurbanı olan hastalar" diye başlamamızın da esasen sebebi budur.

İşin doğrusu, tıp sanatı -tıp bir meslek değil, sanattır- öyle bir alandır ki bu ifadenin ne zaman bir tıbbi gerçeği ifade ettiğini, ne zaman amansız performans sisteminin acımasız gerçeğini yansıttığını anlamak mümkün olmayacaktır. Bu durumla karşılaşan hasta, bir sağlık çalışanı, hatta bir hekim bile olsa gerçeği ayırt etmesi maalesef çok zordur. Burada "Hekim bunu yapmaz." gibi düşünceler akıldan geçecektir ancak insan psikolojisi benzerdir ve aldıkları tüm eğitime rağmen doktorların da bu adaletsiz ve haksız sistemin dayatmalarına sonsuza dek özveri ile direnmelerini beklemek sadece bir hayaldir.

Hastaların farkına varmadan mağdur olduğu bir başka uygulama da gereksiz müdahalelerdir. "Daha çok iş, daha çok para" sisteminin aldatıcı ışığına kapılan bazı hekimler müdahale endikasyonlarını alabildiğine genişletmiş, her taşı safra kesesini almaya, her iltihap geçiren bademciği ameliyat etmeye, her idrar şikâyeti veya mide yanması olana endoskopi yapmaya başlamıştır. Kısacası, alternatif tedavilerle iyileşebilecek ya da girişimsel işlem yapılmadan tanı konulabilecek hastalar farkına varmadan bir yığın ilave riskle karşılaştırılmaktadır.

İnsan sağlığını konu alan bir meslekte kalitatif sonuca değil de kantitatif sonuca para verirseniz işte olacağı budur. Usulen bir muayene yapmış gözüküp reçete yazmanın en kolay para kazandıran yöntem olduğu şimdiki döner sermaye sistemi, doktorun tanıya gitmek ve sorunu temelinden çözmek için çaba harcamasını, aynı hasta ile uzun süre uğraşıp derdine derman aramasını dolaylı olarak engellemektedir.

Maalesef böyle giderse çok geçmeden bugün aklımıza bile gelmeyen etik dışı davranışlara şahit olacağımız kesindir. Sistemin acilen çok ciddi bir revizyondan geçirilmesi gereklidir. Bu sistemi kuran ve vebali üstlenenlerin, inanç ve ahlak evrenimizin temel taşlarından olan hatadan dönme faziletini göstererek adaletsiz ve haksız bir sistemi düzeltme şerefini de kazanmalarını sabırla bekleyeceğiz. 

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Değerli Başkanım?

BAŞKAN - Bir saniye Sayın Bakan, Sayın Baluken'in bir talebi vardı, onu dinleyeceğim önce.

CEMALETTİN ŞİMŞEK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Şimşek.