Konu: | 1 HAZİRAN 2012 TARİH VE 5354 SAYI İLE TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA "AİLE KURUMUMUZUN GÜÇLENDİRİLMESİ İÇİN, ÜLKEMİZDE MEYDANA GELEN, BİRÇOK AİLENİN DAĞILMASI VE ÇOCUKLARIMIZIN MAĞDUR OLMASINA NEDEN OLAN BOŞANMA OLAYLARININ VE SEBEPLERİNİN ARAŞTIRILARAK ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLERİN BELİRLENMESİ AMACIYLA" VERDİĞİMİZ MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGEMİZİN 7/5/2013 SALI GÜNÜ (BUGÜN) GENEL KURULDA OKUNARAK GÖRÜŞMELERİNİN BUGÜNKÜ BİRLEŞİMİNDE YAPILMASI ÖNERİLMİŞTİR |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 100 |
Tarih: | 07.05.2013 |
SEDEF KÜÇÜK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi lehinde söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, toplumsal yapı farklılaştıkça ve dönüştükçe aile kurumu da farklılaşmakta ve dönüşmektedir. Bildiğiniz gibi, toplumsal kurumlardaki değişimler temelde ekonomik dönüşümlerin sonucudur. Kuşkusuz, kültür, din, gelenek gibi toplumsal yapılar da bu değişimlerde önemli faktörlerdir. Bütün bunların hızları ve yoğunlukları farklı olsa da karşılıklı etkileşim içinde oldukları söylenebilir. Ancak, ekonomik yapıda meydana gelen dönüşümler toplumsal kurumların değişmesinde temel itici güçtür. Aile yapısı, ekonomik sıkıntıların doğrudan yansıdığı temel toplumsal kurumdur. Eğer geçiminizi sağlayamıyorsanız, eğer çocuklarınıza mutlu bir gelecek vadedemiyorsanız eğer yarınınızdan kuşkunuz varsa, kendinizi ve ailenizi güven içinde hissedemiyorsanız, eğer umudunuz her geçen gün azalıyorsa aile yapısını ayakta tutmanız imkânsız hâle geliyor demektir. İşte, Türkiye'de de olan bundan ibarettir. Uygulanan neoliberal politikaların bu sonucu doğurması da kaçınılmazdır.
Bakınız, TÜİK'in 2012 Eylül ayında yayımladığı Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması'na göre, en yüksek gelire sahip yüzde 20'lik kesimin toplam gelirden aldığı pay yüzde 46,7 iken, en düşük gelire sahip ilk gruptakilerin toplam gelirden aldığı pay sadece yüzde 5,8'dir. Aynı araştırmaya göre, nüfusun yüzde 16,1'i yoksulluk sınırının altındadır ve sürekli yoksulluk riski altında bulunanların oranı da yüzde 18,5'tir. Bu rakamlar bize bir gerçeği göstermektedir: Toplumsal yapı özellikle son yıllarda ağır bir sarsıntı geçirmektedir. Böyle adaletsiz bir gelir dağılımının olduğu bir ülkeyi de sorunsuz saymak mümkün değildir. Hane halkının bankalara kredi ve kredi kartı borcu 2002-2012 yılları arasında 74 kat artmıştır. 2003'te 12,8 milyar lira olan tüketici kredileri 179,8 milyar liraya, 4,4 milyar lira olan kredi kartı borcu ise 66,9 milyar liraya ulaşmıştır. Bu rakamlar, üretmeyen, istihdam yaratmayan, yalnızca iç tüketimin körüklenmesiyle ayakta duran bir ekonomi politikasının doğal sonucudur. Değerli milletvekilleri, bu borç rakamları yalnızca ekonomiye ilişkin değildir, bu borçlar, bu rakamlar hayata da ilişkindir. Bu rakamlar, cenneti dünyada bulmak için yola çıkıp cinneti bulmanın ifadesidir.
Değerli milletvekilleri, boşanma sayılarındaki artış kriz dönemlerini takip eden yıllarda yoğunluğunu artırmaktadır. Krizin etkilerinin can yakıcı olarak hissedildiği 2001 yılı, son on iki yılın en çok boşanma sayısı olan 145.700 ile zirve yapmıştır. 2003-2004 yıllarında 96 bin civarında gerçekleşen boşanmalar, yine krizin hissedildiği 2009 yılında 117.410'a ulaşmıştır. Yani, ekonomik krizlerle boşanma sayıları arasında açık bir paralellik vardır ve önümüzdeki dönem, ekonomik anlamda sıkıntılara gebe bir dönemdir çünkü büyüme oranları düşmektedir, işsizlik artma eğilimindedir, hane halkı borçluluğu büyümektedir ve maalesef, bu açık göstergeler, önümüzdeki dönemde de bir krizin göstergeleridir.
Aile kurumunun değişimini, geleneksel ailenin çözülüşünü, kentleşmeyi, toplumsal değerlerin farklılaşmasını yalnızca Türkiye'de değil, ekonomik dönüşüm geçiren her toplumda, az ya da çok, hızlı ya da yavaş, gözlemlemek mümkündür ancak ülkemizde bu dönüşüm sancılı olmaktadır. Aile yapısının değişiminde ve boşanma sayılarındaki yükselişte, ekonomideki değişimin yanı sıra, geleneksel ailenin çözülüşünün, gelir dağılımı bozukluğunun, göçlerin ve hızlı kentleşmenin etkileri de söz konusudur.
İnsanları doğdukları yerde doyurmayı başaramazsanız, kentlere yığınlar hâlinde göçler olması kaçınılmazdır. Ülkemizde, tarımdan geçinen nüfus her geçen gün gelir kaybına uğramaktadır. Bunun yaratacağı sorunları görmezden gelirseniz, yalnızca boşanma sayılarındaki artışla karşı karşıya kalmazsınız, aynı zamanda toplumsal bir çözülüşe, toplumsal bir patlamaya da yol açarsınız. Elbette, bunu önlemek mümkündür. İnsanların doğdukları yerde doymalarını sağlayacak, onları Dünya Ticaret Örgütü programlarına kurban etmeyecek politikalar uygulamakla bu tehlikenin önüne geçmek mümkündür ancak şu an uygulanan ekonomik politikalar, bu konuda hiç umut vermemektedir.
Değerli milletvekilleri, bozulmakta olan yalnızca ekonomik durum değildir; basın özgürlüğünden hak ve özgürlüklerin kullanımına kadar her alanda bir bozulma, bir gerileme yaşanmaktadır. Bu durum, temel hak ve özgürlüklerin kullanımında yaşanan gerilemeler, ABD Dışişleri Bakanlığının son İnsan Hakları Raporu'nda da yer almıştır. Raporda "Yasalar, toplanma özgürlüğünü güvence altına almaktadır. Bununla birlikte Hükûmet, seçici bir şekilde, belli tarihler ya da mekânlarla sınırlamış ve özellikle Hükûmeti eleştiren bir nitelik taşıyorsa ya da hassas konularla ilgiliyse gösterileri peşinen yasaklama yoluna gitmiştir." denilmektedir. Son 1 Mayıs olaylarında da yaşananlar bu durumu kanıtlamaktadır.
Görünen odur ki muhalif hiçbir sese tahammül yoktur. Bu tahammülsüzlük hayatın her alanına sirayet etmektedir. Hükûmetin uygulamalarını beğenmeyenler, eleştirenler, bir anda "demokrasi düşmanı" diye damgalanmaktadır. Hükûmetten farklı düşünenler, farklı bakış açısına sahip olanlar "barış düşmanı" ilan edilmektedir. Asıl bu anlayış, bu tahammülsüzlük toplumsal barışı tehdit etmektedir, artık bunu görmek lazımdır. Özgürlükler, özellikle ifade özgürlüğü, yalnızca Adalet ve Kalkınma Partisi gibi düşünenler için değil, hepimiz içindir. Elbette farklı düşüneceğiz, elbette farklılıklarımızı ifade edeceğiz, kimse bu farklılıklardan korkmamalıdır, kimse kimseyi farklılıklarla korkutmamalıdır.
Değerli milletvekilleri, ülkemizi yönetenlerin bu farklı düşüncelere tahammül edemeyen bakış açısı, kullanılan bu ötekileştirici dil, toplumsal hayatımızın her alanına, sokağa, hatta aile yaşantımıza bile yansımaktadır. Bu dil, ekonomik sorunlarla da birleştiği zaman, toplumumuzu, aile yaşantılarımızı bir hoşgörüsüzlük atmosferine sokmaktadır, artık bunu görmemiz lazımdır. Bu nedenle, hoşgörüsüzlük kimden gelirse gelsin karşı çıkmamız gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her sorun aşılabilir, ekonomik durum da düzelebilir, boşanma sayıları makul hâle getirilebilir, bütün bunlarla başa çıkabiliriz ama hoşgörüsüzlükle başa çıkamayız. Bizi bir arada tutan, bizi çoğaltan, bizi biz yapan şey, birbirimize duyduğumuz saygı ve bizim gibi düşünmeyenlere göstereceğimiz hoşgörüdür diyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)