GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: İZMİR MİLLETVEKİLİ OĞUZ OYAN VE 59 MİLLETVEKİLİNİN; GÖREV VE SORUMLULUĞUNUN GEREKLERİNİ YERİNE GETİRMEDİĞİ VE YARGI BAĞIMSIZLIĞININ KORUNMASINDA GEREKLİ ÇABAYI GÖSTERMEDİĞİ İDDİASIYLA ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN HAKKINDA GENSORU AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGENİN ÖN GÖRÜŞMESİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:60
Tarih:02.02.2012

MHP GRUBU ADINA FARUK BAL (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin hakkında verilen gensoru hakkında Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini sizlerle paylaşmak üzere huzurunuzdayım. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Sabahtan beri Mecliste çok yüksek tonda bir gerilim vardır. Görüştüğümüz konu da ciddi bir mevzudur. "Adalet" dediğimiz kavram evrensel bir değerdir. Dolayısıyla Türkiye'deki hâli pürmelalini iyi değerlendirebilmek için, ben o gerilim ortamından uzaklaşarak mümkün olabildiğince aklıselim içerisinde meseleyi özellikle AKP milletvekillerinin de tahlil edebilmesi için öncelikle yasal düzenlemelerden başlamak istiyorum sözlerime.

Değerli arkadaşlarım, değerli milletvekilleri; Türkiye parlamenter demokrasiyle idare edilen bir ülkedir. Parlamenter demokrasilerde yasama, yürütme ve yargı organları arasında "erkler ayrılığı" dediğimiz bir prensip vardır ve bu prensibin gereği olarak da erkler arasında, kuvvetler arasında denge ve denetim mekanizmaları oluşturulmuştur. İşte bu denge ve denetim mekanizmalarında denetim görevini asli olarak yerine getirecek olan husus yargıdır. Yani yüce Meclis bir karar verir, kanun yapar, bunun Anayasa'ya uygunluğunu denetleyecek olan Anayasa Mahkemesidir, yargı makamıdır. Hükûmet bütün iş ve işlemlerinde hukuka uygunluk denetimine tabidir, bunu yapacak olan Danıştaydır, idare mahkemeleridir.

Diğer taraftan, vatandaşın hak ve adil yargılanma şeklindeki taleplerine de genel mahkemeler ve onun üzerindeki Yargıtay karar vermektedir ve bu kararların tümünü değerlendirdiğimiz zaman yasama ve yürütmenin dengelendiği, yargı tarafından denetlendiği, hukuka göre denetlendiği rejimin adına da "hukuk devleti" diyoruz, "hukukun üstünlüğüne dayalı demokrasi" diyoruz. Dolayısıyla, görüştüğümüz konu bununla ilgili bir konudur ve bununla ilişkili de rejim sorunu hâline gelmiş olan adaletin ilerleyen süreç içerisinde paylaşacağımız durumuyla birlikte değerlendirmemiz gerekmektedir.

Değerli arkadaşlarım, bu sistem içerisinde, parlamenter demokrasi içerisinde Adalet Bakanlığı bütün kanun tasarılarının Türk hukuk sistemine uygunluğunu incelemekle görevlidir. Neye göre? Adalet Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un 1'inci maddesine göre.

Yine, Adalet Bakanlığı, aynı Kanun'un aynı maddesine göre bütün kanun tasarılarını Türk kanun yapma tekniğine uygun olup olmadığını incelemekle görevlidir. Dolayısıyla, yapılmış olan anayasa değişiklikleri dâhil, yargıyı bu hâle düşüren bütün kanuni düzenlemelerden Adalet Bakanlığı, doğrudan, kendi teşkilat kanunu çerçevesi içerisinde sorumlu bulunmaktadır.

Aynı zamanda, Adalet Bakanı, Anayasa'nın 112'nci maddesi gereğince diğer bakanlıkların sunmuş olduğu kanun tasarılarından da müteselsil sorumluluk ilkesi ve teşkilat yasasının vermiş olduğu sorumluluk gereği bu mükellefiyetin altında bulunmaktadır.

Tabii ki bununla sınırlı bulunmamaktadır. Adalet Bakanlığının bu anayasal çerçeve, rejimle ilgili sorumluluklarının yanı sıra, vatandaşın "hak arama" dediğimiz adaletin iki temel dayanağından bir tanesi olan hak aramasıyla ilgili önündeki engelleri ortadan kaldırmak ve adalete ulaşmak ile ilgili bütün verileri, bütün değerlendirmeleri yaparak memnuniyet yaratabilecek, adalet hizmetinden memnuniyet hissiyle tatmin olabilecek bir ortamı da yaratmak Adalet Bakanının görevi ve sorumluluğu içerisindedir.

Adalet Bakanlığı, aynı zamanda "adil yargılanma" dediğimiz evrensel hukuk değerlerinin hayata geçirilmesinden de sorumludur.

Dolayısıyla, toparladığımız zaman, Adalet Bakanı, yani hakkında gensoru verilen Sayın Ergin'in sorumluluğu hem hukukidir hem vicdanidir hem içtimaidir hem de vahdanidir. Böyle bir sorumluluğu üstlenmiş olan Sayın Bakanın hâli pürmelalini, birlikte incelemeye çalışacağımız adaletle ilgili durumunu bir değerlendirelim.

Değerli arkadaşlarım, on yıllık AKP İktidarı süresince -ki Sayın Bakanın dönemi de dahil olmak üzere- birinci olarak anayasa değişiklikleriyle, biraz önce anlatmış olduğum parlamenter demokrasinin genetiği değiştirilmiş ve bir dikta yönetimi çağrıştıran ucube bir cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmiş, yargının yasama ve yürütme organı üzerindeki denetim yetkisi etkisiz hâle getirilmek suretiyle denetimsiz güçler yaratılmıştır. Denetimsiz bir yasama organının adı anayasa hukukunda bellidir ve "Dikta" dediğimiz bir düzenin adı demokrasi bile olsa yasama organı olarak tanımlanır. Denetimsiz bir yürütme dikta organıdır. Dolayısıyla bu dikta organlarının oluşmasına ve dikta kapısının açılmasında Adalet Bakanının biraz önce anlattığım çerçeve içerisinde sorumluluğu vardır ve bu sorumluluğu bu yüce Mecliste tartışılmalıdır.

Değerli arkadaşlarım, Adalet Bakanlığının sorumluluğu sadece anayasa değişiklikleriyle değil, aynı zamanda kanuni düzenlemeler ile de kendisini göstermektedir. Adalet Bakanlığı, anayasa değişiklikleri paralelinde gerçekleştirilen Anayasa Mahkemesini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu, Danıştayı, Yargıtayı "yeniden yapılandırma" adı altında, güya "iş yükünü hafifletme" adı altında siyasallaştırmış ve olaya, adalete tek gözle bakabilecek bir yargı düzeni oluşturmuştur. Dolayısıyla, yargının kendi içerisindeki denge ve denetim mekanizmaları ortadan kaldırıldığı gibi, yargının yasama organını denetlemesi, yargının yürütme organını denetlemesi gücü de böylece etkisiz hâle getirilmiş ve sorun, diktaya gidiş kapısı açısından adalet perspektifinden baktığımızda bir rejim sorunu hâline gelmiştir, bir demokrasi sorunu hâline gelmiştir.

Anayasa değişiklikleri kanuni düzenlemeleri ile yetinmeyen Adalet Bakanlığı bu defa kanun hükmünde kararnamelerle adaleti tanzim etmeye başlamıştır.

Değerli arkadaşlarım, Türk milleti adına karar veren ve kendi cinsini yargılayan tek kişi hâkimdir ve tek organ adli organlardır. Dolayısıyla adli organlar millet adına karar verirken milletin iradesinden kaçırılarak Bakanlar Kurulunun iradesiyle yani AKP'nin iradesiyle düzenlenmiş olması tam anlamıyla adaletin siyasallaştırılması için millî iradeden kaçış sonucunu doğurmuştur ve kaçıştan da ve doğuracağı adaletsizliklerden de Sayın Adalet Bakanı doğrudan sorumludur.

Değerli arkadaşlarım, bununla kalmamış, Anayasa, kanun düzenlemeleri, kanun hükmünde kararnamelerle yetinilmemiş, nevzuhûr bir durum ortaya çıkmış, adını sanını bilmediğimiz ama yargılama faaliyeti yürüten birtakım mihraklar oluşmuştur ve kamuoyunu oluşturmaktadır. Bunlar "medya" adı altında, "basın" adı altında her gün akşam televizyonlardan izlediğimiz, görülmekte olan davalar hakkında ahkâm kesen, onlar hakkında kimlerin ne zaman tutuklanacağını haftalarca önce ilan eden ve gerçekten birkaç hafta geçtikten sonra o kişilerin tutuklama sonucunu doğuran bir paralel yargı organı oluşmuştur. Bu, "basın" dediğimiz, "medya" dediğimiz, "millet vicdanının oluşmasına katkıda bulunabilecek dördüncü kuvvet" dediğimiz bir el marifetiyle yapılmaktadır. Dolayısıyla bu medya gruplarının yapmış oldukları yanlı yayınlar ile adalet yönlendirilmekte, orada daha mahkemeye ulaşmamış deliller tartışılmakta, orada daha hakkında soruşturma açılmamış kişiler suçlu olarak ilan edilmekte, orada birisi hâkim, birisi savcı rolüne bürünmekte ve böylece "millî vicdan" dediğimiz, "kamuoyu" dediğimiz kesim bu kirli, bu yalan, bu iftiracı, bu fitne güya mahkeme görevi yapar gibi davranan kişiler marifetiyle oluşturulmaktadır.

Burada adalet var mı arkadaşlar? Sayın Bakan, burada sizin adalet anlayışınız ile değerlendirdiğimiz zaman nasıl bir adalettir bu? Sizden beklenen, bunu yapanlara yasalar karşısında gereğini yerine getirmektir. Ama siz ne yapıyorsunuz? Siz şunu yapıyorsunuz Sayın Bakan: Böyle yayın yaptığı için hakkında 5 bin-6 bin tane dava açılmış olan basın-yayın kuruluşlarının adalet önünden kurtarılmasını, çekilmesini sağlamak için örtülü af kanunu getiriyorsunuz. Bunun adına da "adalet reformu" diyorsunuz. Böyle Adalet Bakanlığı olur mu, böyle adalet olur mu!

Değerli arkadaşlarım, bu bir insan hakkı ihlalidir ve gelecekte hakkında 5 bin-6 bin dava bulunan basın-yayın organlarının yapmış olduğu yayınlarla yönlendirilen mahkemelerin vermiş olduğu kararlarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde -aha buraya çiziyorum- Türkiye'yi mahkûm ettirecektir. Siz sırf yandaş olsun diye, siz önünüzdeki siyasi muarızlarınız, önünüzdeki engeller temizlensin diye bunlara izin veriyorsunuz. Neye rağmen? Adalet duygusu örselenmesine rağmen. Neye rağmen? İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde yazılmış olan adil yargılanma hakkı ortadan kaldırılmasına rağmen. Dolayısıyla siz bundan sorumlusunuz Sayın Bakan; hem hukuken sorumlusunuz Sayın Bakan hem vicdanen sorumlusunuz hem içtimaen sorumlusunuz ve hem de vahdani olarak sorumlusunuz. İleride Cenabı Allah vakti saati geldiğinde hüküm verdiğinde, öbür dünyaya gittiğinizde mahkemei kübrada bunlardan sorumlusunuz Sayın Bakanım.

Değerli arkadaşlarım, yargı nasıl bu hâle geldi? Yargı işte sizin anayasa değişikliğiyle, Yargıtay Kanunu, Anayasa Mahkemesi Kanunu, Danıştay Kanunu, HSYK Kanunu'nu değiştirerek yandaşlaştırdığınız, yandaş olmayanları korkuttuğunuz, ötekileştirdiğiniz, havuç-sopa rolüyle yargıyı ikiye böldüğünüz bir noktada yargıda o muhteşem gücü eline geçiren yandaşlarınız artık sizin sözünüzü dinlemez oldu. O yandaşlar ki, artık Sayın Cumhurbaşkanının, Sayın Başbakanın, eminim ki zatıalinizin de rahatsız olduğu kararları adalet adına verir oldular.

Değerli arkadaşlarım, bu Jurassic Park canavarına benziyor. Malum bir hikâye vardır. O hikâyede, eski çağlarda kalmış birtakım hayvanları genetik teknolojisini kullanarak yeniden hayata döndürmek isteyen bir bilim adamının bir adada yarattığı canavarların sonradan kendisini yemesi gibi.

Siz de şimdi gemlenemeyen, önlenemeyen? Şimdi, siz, Cumhurbaşkanından Başbakanına, Adalet Bakanına, Başbakan Yardımcısına kadar rahatsız olduğunuz, verdikleri kararlardan sıkıntı duyduğunuz, kamu vicdanıyla çelişen, kamu vicdanında karşılığını bulmayan ve adalet duygusunu örseleyen bir yargıyı yaratmış olmanın hesabını elbette vereceksiniz.

Değerli arkadaşlarım, vaziyet bu noktaya gelmiştir ve Türkiye'de yargının sorunu, artık, bir insan hakları sorununa ve bir demokrasi ve rejim sorununa dönüşmüştür ama rejim sorununa dönüşen, diktaya gidişte bir vesayet makamı oluşturan şimdiki yargı, vatandaşların da canını yakmaktadır. Bakın, kimlerin canını yakmaktadır: Yargı, yandaş yargıçlar marifetiyle silah olarak kullanılmaktadır; susturucusu olmayan bir silah olarak kullanılmaktadır; susturucusu olmayan ve güçlü bir şekilde patlayan, patladığı zaman kamuoyunda "skandal" diye tanımlanan kararlarıyla muarızlarınızı susturmaya yarayan bir silah olarak kullanılmaktadır.

Milliyetçi Hareket Partisinin 131 tane belediyesi hakkında operasyon yapıyorsunuz. 131 Milliyetçi Hareket Partili belediye başkanı hakkında yaptığınız operasyondan vicdanen, ahlaken kendilerine orada bulunmayı zül addeden insanlar bunun altında eziliyor ve netice itibarıyla Ereğli'deki silah olarak kullanılan yargının kararıyla cezaevine atılan İbrahim Ekici intihar ediyor Sayın Bakanım, intihar! Bunu benden duyun. Ereğli operasyonunda, Ereğli Belediyesine altı-yedi ay önce yapılmış bir operasyonla birtakım adamlar geliyorlar polis hüviyeti içerisinde, Belediye Başkanının evini, akrabalarının evini, meclis üyelerinin evini ve kim varsa yakınında, yöresinde herkesin evini basıyorlar, kız evladı için ahlaksızca, şerefsizce ithamlarda bulunuyorlar Belediye Başkanının yüzüne karşı -o kız çocuğu şu anda psikolojik tedavi görüyor- ve evraklarını alıp gidiyorlar belediyeden.

Ne oldu? Bir şey yok. Ne zamana kadar? 12 Haziran seçimlerine kadar hiçbir şey yok; evraklar gitti, bastıklarıyla kaldı. 12 Haziran seçimlerinden on beş gün önce tekrar geliyor o adamlar. Ben bunlara "polis" diyemiyorum. Emniyet güçlerinin tarafsız olanlarını elbette ki takdirle yâd ediyorum ama içlerine sızmış, özel görevle militanca davrananlarına hitap ediyorum ve buradan yüce Meclise şikâyet ediyorum.

Bastıkları evleri, belediye memurlarını, vesairesini tekrar götürüyorlar ve dört gün sorgusuz, sualsiz içeride. Dördüncü gün gece hepsini sorguya alıyorlar, sabahleyin "Serbestsiniz." diyorlar. Bunun adalet neresinde Sayın Bakanım? Hak nerede, hukuk nerede? Böyle bir devlet olabilir mi?

Değerli arkadaşlarım, işte bu yargı acıtıyor; millet vicdanını acıtıyor, dokunduğu yerlerdeki yürekleri yakıyor.

Değerli arkadaşlarım, bununla bitmiyor; Kadınhanı Belediye Başkanı var. Bir gece sabah namazını kıldıktan sonra Kadınhanı Belediye Başkanının evine baskın yapıyorlar, üç buçuk saat evinde arama tarama yapıyorlar, arkasından da "Yürü, savcıya gideceğiz." diye onlarca polis memurunun yedeğinde caddede yürütülerek adliye götürüyorlar, adliyede adli makamlar ifadesini alıyor, "Serbestsin."

E, bu Belediye Başkanı madem serbest bırakılacaktı, madem bir suçu, günahı yoktu -ki yoktur eminim- devletin polisi kullanılarak, yargı silah olarak kullanılarak Kadınhan'lı oy veren seçmenlerin huzurunda nasıl itibarsız hâline getirilir?  Adalet, nasıl, böylece, AKP'nin muarızı olan Milliyetçi Hareket Partisinin değerli belediye başkanlarını itibarsızlaştırmak olarak kullanılabilir?

Engin Alan var Milliyetçi Hareket Partisine intisap etmiş bir tane şerefli Türk subayı. Engin Alan'ın suçunu Sayın Başbakandan öğrendik, "Çanakkale'deki resmî törende ayağa kalkmadığı için nerede olduğunu görüyorsunuz." diyor.

BÜLENT TURAN (İstanbul) - Çok önemli, çok.

FARUK BAL (Devamla) - Nerede? Silivri'de.

Değerli arkadaşlarım, o zaman, siz, o "Silivri Naibi" diye Osmanlı'nın, Osmanlı Valisinin yazdığı şiire uygun özel yetkili savcılar, hâkimler bulmuşsunuz ki Osmanlı Valisinin verdiği talimat gibi Başbakanın töreninde ayağa kalkmadığı gerekçesiyle bir şerefli Türk subayını onun içerisine atabilmektedir.

Değerli arkadaşlarım, işte, bu, sadece Milliyetçi Hareket Partisine karşı yapılmış bir adaletsizlik değildir. Bu, Türkiye Cumhuriyeti devletinin parlamenter demokrasiye dayalı siyasi rejiminin bir sorunu hâline gelmiştir. Bu, evrensel değerlerle oluşmuş adalet sorunudur ve Sayın Bakan, siz, bu rejimi tehdit eden, yeni vesayet makamı hâline gelen yargının düştüğü hâlden sorumlusunuz. Bu sorumluluğunuzu, elbette ki, burada, yüce Meclis parmaklar ile aklayamayacaktır. Yani AKP milletvekillerinin verecekleri "hayır" oylarıyla ortaya çıkan sonuç sizin sorumsuzluğunuzu ortaya çıkarmayacaktır. Siz, sözlerimin başında ifade ettiğim gibi, kanı kanla yıkayarak daha önce CHP'nin arka bahçesi olarak suçladığınız, şimdi AKP'nin ön bahçesi hâline getirdiğiniz yargının düştüğü bu hâlden, önce hukuk önünde sorumlusunuz, arkasından vicdanınıza karşı sorumlusunuz, arkasından halka karşı siyaseten sorumlusunuz ve nihayetinde de, Cenabı Zülcelâl'in mahkemeyi kübrasında sorumlusunuz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bal.