GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: İZMİR MİLLETVEKİLİ OĞUZ OYAN VE 59 MİLLETVEKİLİNİN; GÖREV VE SORUMLULUĞUNUN GEREKLERİNİ YERİNE GETİRMEDİĞİ VE YARGI BAĞIMSIZLIĞININ KORUNMASINDA GEREKLİ ÇABAYI GÖSTERMEDİĞİ İDDİASIYLA ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN HAKKINDA GENSORU AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGENİN ÖN GÖRÜŞMESİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:60
Tarih:02.02.2012

CHP GRUBU ADINA OĞUZ OYAN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün burada adaletsizliğin kol gezdiği bir ülkede Adalet Bakanı hakkında verdiğimiz gensoruyu görüşeceğiz. Adaletsizliğin genel kural olduğu bir ülkede, "Adalet Bakanlığı" adını taşıyan bir Bakanlığın olmasının dahi bir yanılsama olduğu bir ülkede bu konuyu konuşacağız. Bugün burada iktidar partisinin sansürlediği ortamda gensoruyu milletten kaçırarak konuşacağız.

Değerli arkadaşlarım, kişi hak ve özgürlüklerinin iki temel dayanağı vardır. Bunlardan bir tanesi hak arama özgürlüğüdür, diğeri de adil yargılanma hakkıdır. Bunlardan biri olmaksızın diğeri olmaz. Dolayısıyla iddia, savunma ve karar süreçlerinin tümü açısından bunun gözetilmesi gerekir. Bu, hem Anayasa'nın 36'ncı maddesi açısından böyledir hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6'ncı maddesi bakımından böyledir. Peki, durum böyle midir? Bir kendinize sorun. Anayasa'nın bir başka maddesi, 38'inci maddesi, suç ve cezaları düzenleyen maddesi de şöyle diyor: "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."

Peki, Sayın Bakan, soruyorum: Acaba öyle mi? Suçluluğu sabit olmadan? Mesela bir örnek vereyim: İzmir Cumhuriyet Başsavcısı, masumiyet karinesini hiçe sayarak soruşturma kapsamındaki kişileri basın önünde doğrudan suçlu ilan etmiştir. Ne yaptınız? Bununla ilgili İzmirli milletvekilleri olarak biz Cumhuriyet Halk Partililer bir suç duyurusunda bulunduk. Bu konuyla ilgili ne yapacaksınız? Hiçbir şey yapmayacağınıza eminim. Yani şu an Dink davasında sıkışınca konuşan savcı ve yargıç hakkında yapacağınız işlemlerin burada geçerli olmayacağına emin olabiliriz. Çünkü İzmir bir operasyondur, İzmir iktidarınızın bir operasyonudur. Dolayısıyla, oradaki yargıcın eylemi de bir militan eylemdir Sayın Bakan.

Şimdi, gene Anayasa 38: "Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular delil olarak kabul edilemez." Acaba öyle mi? Bir vicdanınıza seslenin bakalım. Virüslerin vicdanı yoktur, kendi vicdanınıza sorun! Virüsleri kim yerleştiriyor bilgisayara? Yani gerçekten kanuna aykırı olarak elde edilen bulgular, kanuna aykırı olarak elde edilen telefon dinlemeleri, bunlar nasıl oluyor da iddianamelere eklenebiliyor?

Yasama denetimini bir tarafa bırakalım, anayasal güvenceyi denetleyecek en yakın yürütme birimi hangisidir? Adalet Bakanlığı. Anayasa'yla uyumlu yasaların çıkmasını sağlayacak, gözetecek yürütme organı -yani yasamayı bir tarafa bırakarak- kimdir? Adalet Bakanlığı. Peki, siz böyle bir Adalet Bakanlığı biliyor musunuz, böyle bir Adalet Bakanlığı var mı Türkiye'de?

Adalet Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile diğer kanunlarla verilen görevler var Adalet Bakanlığına. Sadece kendisini ilgilendiren kanunları değil, başka bakanlıkların hazırladığı kanunları da aslında Türk hukuk sistemine uygunluğu bakımından inceleyen yer öncelikle Adalet Bakanlığı. Aynı zamanda uluslararası sözleşmelere uygunluk açısından da incelemek durumunda. Yani birinci derece sorumlu.

Peki, durum böyleyse, Adalet Bakanlığı sorumluysa, soruyorum şimdi: Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı alanındaki ihlallere yönelik en önemli uyarıların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden gelmesi ve Türkiye'nin sürekli mahkûm edilmesi Türkiye'de adaletin bir istisna, adaletsizliğin genel geçer kural olduğunu size göstermiyor mu? Üstelik bugün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yanına Avrupa Birliğinin bütün demokratik mekanizmaları, diğer uluslararası medya ve ifade özgürlüğü savunucusu kuruluşlar da eklenmiş. Hepsi birden, bir koro hâlinde Türkiye'deki adaletsiz gidişi haykırarak söylüyorlar, Türkiye âdeta bir kara listededir. Bakın, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, geçen hafta, dünya basın özgürlüğü endeksinde Türkiye'yi 10 sıra ama, 10 basamak gerileterek 148'inci sıraya koydu. Bu ne demek? Bu, bir ayıptır. Bu ayıbın sorumlusu kim? Şekilde görüldüğü gibi.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin bulunduğu lig zorba devlet ligidir, bu, bir zorba devlet ligidir. Yani, hadi ekonomi açısından "2'nci kümedesiniz" falan diyelim. Bu hukuk sistemi itibarıyla, bu adalet mekanizması itibarıyla 3'üncü ligde bile olamazsınız; olsa olsa mahallî kümede, evrensel standartların dışında, Orta Doğulaşma sürecinin içine girerek koyulaşan bir baskı rejiminden başka bir şey değilsiniz. Böyle bir rejimin Adalet Bakanı olmak, herhâlde demokrasi adına en büyük talihsizliktir, yerinizde olmak istemezdim.

The Economist dergisinin demokrasi endeksine göre de Türkiye, Avrupa Birliği ve OECD ülkeleri arasında en altta, Rusya'dan bile 2 basamak geride, Putin Rusyası'ndan bile 2 basamak en altta yani bravo, rekorları kimseye kaptırmıyorsunuz.

AP'nin, Associated Press'in 2011 raporuna göre de Terörle Mücadele Yasası'nı kullanarak muhalefeti terör suçlamasıyla mahkûm eden veya tutuklayan ülkeler sıralamasında Türkiye Çin'le yarışıyor, en önde yani! Dünyada en çok tutuklu bu açıdan bu iki ülkede!

Bir başka şey, Freedom House'un raporuna göre basın özgürlüğünde 196 ülke içinde 112'nci sırada. 11 Ocak 2012 tarihi itibarıyla 99 gazeteci tutuklu Türkiye'de. Türkiye'nin, tutuklu gazetecilerin sayısı bakımından dünyada hazin bir rekoru elinde tutması bir demokrasi ayıbıdır.

Şimdi -ben eminim- Bakan kürsüye gelecek, bir nakarat hâlinde ezberlediği üç beş tane örnek sıralayarak, o örnekler "Bakın, bunlar aslında gazeteci değil de terör örgütü mensubu." falan deyip bize bir masal anlatacak.

Şimdi, ben, bunu bir tek örnekle? Cumhuriyet Halk Partisi milletvekillerin Oda TV iddianamesi eklerine konulan yazıları, kürsüdeki, buradaki konuşmaları, araştırma, yazılı soru önergeleri eğer konabiliyorsa sırf bu bile sizin nasıl bir siyasi davayı güttüğünüz, nasıl gazetecilik vesaire, gazetecileri susturmaya yönelik olarak davrandığınızı gösterir.

Özetle, Erdoğan hükûmetleri -sadece bu değil ama öncekiler de- Türkiye'yi melez demokrasiye perçinlemişlerdir ama bu yetmiyor, şimdiki hedef, Allah'ın izni ve hayırlısıyla, tam otoriter rejime doğru gidiştir yani bunun adı "sivil teokratik faşizm"dir.

Değerli arkadaşlarım, siyasi dava süreçlerinin tümü bunu gösteriyor. KCK davası açısından dahi benzer çelişkiler ve hukuksuzluklar yumağı vardır. Ben size soruyorum: Kendi Kürt açılımlarını yaparken sınır tanımayan, çadır mahkemeleri kuran ve sadece hukuk dışı değil, kanun dışı kararlar da veren Erdoğan İktidarı ve onun Adalet Bakanları, şimdi hangi tutarlılıkla, hangi yüzle KCK davasını bir sindirme, bir baskılama ve belki bir pazarlık aracı olarak kullanıyor. Seçilmiş belediye başkanları, gazeteciler tutuklu olarak yargılamaya veriliyor. O hangi tutarlılık, hangi yüz? Kimse bize burada yargı bağımsızlığından söz etmesin.

Değerli arkadaşlarım, Hrant Dink davasındaki rezalet de derin devlet falan değil, görünür devletin boynuna kadar işin içine girdiği bir batağın ortaya çıkmasıdır. Burada görünür devlet? Burada derin devlet falan yok. Taltif ettiğiniz, yükselttiğiniz bürokratlar aracılığıyla görüyoruz; valiyi müsteşar, sonra milletvekili yapıyorsunuz, işte bilmem, emniyet müdürünü vali yapıyorsunuz, vesaire, öbürlerine hiç dokunulmuyor zaten! Çok açık bütün her şey ama her şey gizleniyor.

Ha, mümkünse onu da bir Ergenekon şeyine atmak istiyorsunuz ama o kadar gidemiyorsunuz çünkü oraya bulaşmaya çalışırsanız bu sefer kendinizin üzerine gelecek, illa bir örgüt ararsanız çünkü aynaya bakmanız gerekecek, vesaire, vesaire. Bu, inanılmaz bir hukuk skandalı olarak kirli bir hukuk düzeninin yaratılmasını gösteren bir ilave örnektir.

Bakın, Ergenekon davasına gelince de bunun nasıl bir baskılama aracı, nasıl bir silah olarak kullanıldığını, hani cümle âlemin bildiği bir şey ama bir kez daha burada yinelemek isterim.

Eğer bir ülkede basın özgürlüğü yoksa demokrasi de yoktur. O olmadığı içindir ki bugün demokrasi olmadığı içindir ki özel yetkili savcılar cüretlerini milletvekillerinin -biraz önce söyledim- kürsü dokunulmazlığına kadar uzatabiliyorlar Anayasa'nın 83'üncü maddesini açıktan ihlal ederek.

Değerli arkadaşlarım, demokrasi ve hukuk devleti olmadığı içindir ki Ana Muhalefet Partisi Lideri için dahi özel yetkili savcılar uyduruk fezlekeler düzenleyebilmektedirler, siyasi fezlekelerden bahsediyorum, kalpazanlık, evrakta sahtecilikten bahsetmiyorum, dikkatinizi çekerim.

Değerli arkadaşlarım,  dolayısıyla, burada, biz, bir yeni rejim kurma silahı olarak bir yargı mekanizmasının kullanıldığıyla karşı karşıyayız.

Şimdi, bakın, burada bir İç Tüzük tartışmaları oluyor, İç Tüzük'te muhalefetin sesi kısılmak isteniyor. Ama bu bir ilk değil tabii. Aslında bir şeyi hatırlatayım: 2003'te de bir Tüzük değişikliği yapılmıştı, benim de Grup Başkan Vekili olduğum dönemde, uzlaşmayla yapılmıştı. Yani AKP'nin de önerisi gruplar arasında tartışıldı -iki parti vardı o zaman- bir uzlaşma metni çıkardık. Peki, ne oluyor? Yani hep geriye mi gideceksiniz? İleri demokrasinizin sadece geri vitesi mi var sizin! Nasıl bir şey bu?

Şimdi, bu İç Tüzük meselesi böyle de, e, bunun öncesi yok mu? Seçilmiş 8 milletvekili var, neredeler? Uluslararası evrensel hukuk sadece yeterdi onların burada olmaları için. Neredeler? Onların tutukluluk sürelerinin uzatılmasının devamı için elinizden geleni yapıyorsunuz, çünkü onun üzerinden gözdağı veriyorsunuz. Kime? Buradaki milletvekillerine, tabii bu tarafa değil bu tarafa gözdağı vermeye çalışıyorsunuz.

Burada, Değerli Arkadaşım İlhan Cihaner için benzer bir süreci, farklı bir süreci başlatmaya çalışıyorsunuz, buna izin vermeyeceğiz, bunun bilincinde olun.

Değerli arkadaşlarım, burada milletvekillerine yönelik bu saldırıların başlaması doğrudan doğruya hukukta anayasal düzen öncesine, âdeta hukukun taş devrine dönüş adımlarının atıldığını göstermektedir.

Ben, kendim, şahsen bu Oda TV davası iddianamesinde kendi yazılarım, kendi konuşmalarım yahut burada Meclis araştırma önergemin de bulunması nedeniyle suç duyurusunda bulundum. Bununla ilgili 26 Ekim 2011'de hiçbir stabil sonuç yok, nafile bekleyiş. Aynı şekilde Meclis Başkanına da ne yapacaksınız Sayın Başkan -şeye başvuracak mısınız, milletvekillerini savunacak- HSYK'ya başvuracak mısınız? Verilen yanıt, taca atma!

Ben şimdi, tabii, Adalet Bakanıyla yüz yüze de bu konuyu konuştum, yurt dışındaydık. Şeyi sordum: Yani siz HSYK Başkanısınız, önünüzde bu, benim suç duyurum geldiğinde ne yapacaksınız yani vicdanen nasıl davranacaksınız? Şöyle bir yanıt aldım Sayın Bakandan: Kendi önüne bu tür talepler gelirse bunları onayladığını söyledi. Ancak, "Daireler Bakandan bağımsız çalışıyor, dolayısıyla onlara müdahalesi söz konusu değil. E, gelirse bana olumlu görüşle ben imzalarım." dedi. Bir de şunu söyledi: "Biz zaten Bakan olarak HSYK'da sadece dayak yemek için bulunuyoruz."

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) - Mecliste?

OĞUZ OYAN (Devamla) - Yani şimdi, bu ciddiyetsizlik, bu çarpıtma bizim zekâmızla, aklımızla alay etmektir Sayın Bakan, aynen böyle söylediniz.

Şimdi, dolayısıyla sözün bittiği yerdeyiz değerli arkadaşlarım. Türkiye'de adaletin sanal, hukuk dışılıkların gerçek olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Aslında bunun, tabii, başında, tepesinde "Ben Ergenekon davasının savcısıyım." diyen bir Başbakan oturuyor. Başbakanın demokrasi dışı tutumu kuşkusuz Bakanına da yol gösteriyor, özel yetkililere de, savcısına, yargıcına yol gösteriyor. Yani bir Başbakanın sözü herhangi bir siyasinin sözünden çok farklıdır. Emrinde yüz binlerce kişilik kolluk gücü, özel yetkili vesaire? Başbakan bunu söylüyorsa bu bir yerlerden duyulur ve icraata geçilir.

Tabii, Başbakanın bu rolünü hatırlatması için gün geçmiyor ki yeni örnekler çıksın. Mesela, Sayın Kılıçdaroğlu'nun fezleke hakkındaki grup konuşmasına atfen şunu demişti: "Kılıçdaroğlu'nun bugünkü grup konuşması da fezleke nedenidir." Başsavcı konuştu? "Savcılar harekete geçin." diyor yani işaret veriyor.

Daha yeni bir şeyi söyleyeyim, son inci: "Sizin nefes alınışınızı da dinliyor bu millet." dedi. Değerli arkadaşlarım, hatırlar mısınız 1960'larda Faruk Sükan'ı, İçişleri Bakanıydı? "Biz, solcuların nefes alışını dinleriz." derdi. Fakat o zaman çok kıymeti harbiyesi yoktu çünkü en fazla, işte, sabit telefonları dinleme üzerinden mekanizma. Şimdi ortam dinlemesi vesaire. Yani inanılmaz! Kişisel, özel hayat diye bir şey kalmamıştır. Aynı şey değil. Ha, burada "Sizin nefes alışınızı da dinliyor bu millet." derken millet kim? "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." diyoruz. Peki, kim kullanıyor bunu? Güçler ayrılığı bitti yani sadece yürütme kullanıyor. Yürütmenin başında kim? Başbakan yani millet eşittir Başbakan. Yani "Nefes alışınızı dinliyor." derken Başbakan diyor ki: "Ben sizin nefes alışınızı dinliyorum!" demek istiyor. Ona göre de işaretini veriyor. (CHP sıralarından alkışlar)

Evet, tabii, komutan buyurursa neferler ne yapmaz! Mesela, zanlılar hakkında salıverme ve tutuksuz yargılama kararı veren nöbetçi hâkimi "nöbetçi çete reisi" diye alenen suçlayabilen özel yetkili yargılama elemanları var bu ülkede. Ne yaptınız bunlarla ilgili, ne gibi bir işlem yaptınız? Buyurun, söyleyin.

Haberal'ın mahkûm ettirdiği yargıçlar davasında kalmaya devam ediyorlar. Bu nasıl bir hukuk mekanizması?

Evet değerli arkadaşlar, Başbakan savcı olunca, bu işler böyle oluyor. Deniz Feneri'nde başka bir standart çalışıyor. Yani çiftçe standartlar orada tutuksuz yargılanıyor. Orada yargılanması gerekenler yargılanmıyor, davanın savcıları yargılanıyor. Yani tam anlamıyla dünyayı tersine çevirmiş durumdasınız, hukuk düzeni kafası üstünde duruyor.

Değerli arkadaşlarım, tabii, bütün bunlara karşı ne yapıyorsunuz? İleriye doğru bir şey var mı? Bir tane bir şey getiriyorsunuz, yargı hizmetinin etkinleşmesi hakkında kanun; içi boş, yapay bir göz boyamadan başka bir şey değil. Şimdi, çıkıp onu anlatacaksınız herhâlde. Bu, aslında, sizi sorumluluktan kurtarmaz.

Bakın, burada on yıldır tek bir parti tarafından yönetilen bir ülke var ve bu ülkede hak arama ve adil yargılanma hak ve özgürlükleri daha da aşağıya çekilmek istenmektedir. "Örnek" mi diyorsunuz? Devlet sırrı kanunu, arabuluculuk kanunu, terörün finansmanının önlenmesi hakkında kanun tasarısı. Sadece devlet sırrı kanununa bile baksanız bunu görürsünüz. Devlet sırrı kanunu icraya ait her türlü bilginin, gizli bilgi ve devlet sırrı torbası içine atılabileceğini, devletin değil yürütmenin yani Hükûmetin sırları üzerine kalın bir şal örtüleceğini; hatta geçmiş, geçmişe şamil bilgi ve belgelerin de sır kapsamına alınabileceğini dehşet verici bir hukuksuzluk abidesi olarak haykırıyor.

Yani şimdi, bir de kurul var, müsteşarlardan oluşuyor kurul. Kurulun kararlarına itiraz ediyorsunuz, müsteşarların bakanlarına yani üst kurula başvuruyorsunuz. Yani tam bir "Kendin pişir, kendin ye." düzeni. Bunun adı güvenlik esaslı tek parti oluşturmadır, bunun adı devletle özdeşleşen bir yürütme yaratmaktır. Denetlenemezlik, sorgulanamazlık, hesap vermezlik zırhına bürünmedir yani baş edilemez bir güç oluşturma hevesidir.

Değerli arkadaşlarım, tabii, bu hesap vermeden kaçış, bu devletin karanlık gücünün beslenmesi sizi sorumluluktan kurtarmaz. Bu iktidarın devlet sırlarıyla özelleştirme vurgunlarının, İsviçre hesaplarının konuşulmasının yasak kapsamına alınması sizi kurtarmaz sorumluluktan. Ali Dibolukların hasıraltı edilmesini bugün belki yapabilirsiniz ama bu da sizi sorumluluktan kurtarmaz değerli arkadaşlarım. (CHP sıralarından alkışlar)

Bugün Google'la girip de "Ali Dibo" yazdığınız zaman karşınıza kim çıkıyor biliyor musunuz? İşaret, karşınızda, şekilde görüldüğü gibi. "Ali Dibo" yazın Google'a girin, karşınıza Adalet Bakanı çıkıyor. Yani böyle bir Adalet Bakanı da böyle bir Türkiye'ye yakışır tabii, böyle bir Erdoğan Hükûmetine yakışır.

Anayasa değerli arkadaşlarım? Bakın, bu Anayasa'nın kendisi de birçok bakımdan, özellikle son 12 Eylül düzenlemelerinizde geçen 2010'da, bu da demokratik hukuk devletiyle uyumsuz hâle birçok bakımdan yargı düzenlemeleri getirmiştir. Yani sizin Adalet Bakanı olarak HSYK Başkanı olmanız, sürdürmeniz, Adalet Bakanı Müsteşarının Kurulun tabii üyesi olarak kalmaya devam etmesi, yargıç ve savcıların idari görevleri yönünden Adalet Bakanına bağlı olması, Adalet müfettişlerinin yargı denetimindeki görevi, yargıç ve savcıların inceleme ve soruşturmada HSYK Başkanı sıfatıyla Adalet Bakanının oluru, bütün bunlar aslında yargı bağımsızlığını zedeleyen unsurlardır ve yasalar da tabii böyle bir anayasal düzenlemeden güç almaktadırlar.

Anayasa'nın pozitif hükümlerini uygulamıyorsunuz ama yargı bağımsızlığını ihlal eden negatif hükümleri boyuna besliyorsunuz, tıkıştırıp duruyorsunuz oraya.

Siyasal iktidar yargıyı suçlayarak, onu demokrasiye sıkılan kurşun olarak nitelendirip, sonra üzerine yargının, kurşun yağdırarak el birliğiyle bugünlere ve kendi uzantısı hâline getirmiştir yargıyı.

Adaletsizliği hukuk yarattığı zaman yargıdan adalet beklenemez. Bağımsızlığı hukuk ortadan kaldırdığı zaman da bağımsızlık beklenemez.

Bugün söz konusu olan iktidarın rövanş zihniyetidir, AKP'nin sıkıyönetim hukukudur, terör mahkemeleridir, çifte standartlar hukukudur, Orta Doğu'da egemen gücün maşası olmayı içine sindiren ve bu nedenle de içeride zorba devlete yönelen ve tüm muhalif unsurları temizlemeye girişen büyük bir operasyonun hükûmetidir. Bu Pentagon ve Pensilvanya hukukudur değerli arkadaşlarım, Pentagon ve Pensilvanya hukukudur.

Evet, Oğuzhan Asiltürk'ü dinleyin hiç olmazsa. Ne diyor: "Ergenekon operasyonunun arkasında ABD vardır." diyor değerli arkadaşlarım.

Bu, örtük faşizmden açık faşizme geçiş sürecidir. Bu zorba devleti ilanihaye sürdüremeyeceksiniz. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Oyan, teşekkür ediyorum.