GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: ÇEK KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARI VE TEKLİFİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:57
Tarih:26.01.2012

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) - Değerli Başkanım, yüksek Parlamentonun değerli üyeleri; sözlerimin başında hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün yüce Parlamento, yasama yetkisinden çok daha farklı olan, Anayasa'da ayrı bir iktidar olarak tanımlanan ceza kurma, suç kurma, suçu yürürlükten kaldırma, cezayı yok etme iktidarını, yetkisini kullanıyor. Şu anda aranan cevap: Karşılıksız çek eylemi suç olmaya devam etsin mi yoksa suç olmaktan çıkararak bir özgürlük alanı mı üretelim? Bu soruya doğru, inandırıcı, kamuoyu tarafından kabul edilebilir bir yanıt oluşturabilmek için iki açılı bir değerlendirme yapmak gerekir. Birinci açı, bağlayıcı hukuk bakımından Parlamentonun iradesini belli bir noktaya tespit eden, farklı bir irade seçeneğini yok eden bir hukuk var mıdır yok mudur? Buna ben "bağlayıcı hukuk yararı" diyeceğim.

İkinci açı, gerçekten şu anda alacaklıların menfaati bakımından bu zorunlu çözümü denkleştirecek mekanizmalar gerekli mi, projede var mı açısıdır? Değerli arkadaşlar, kişiler arası ilişkilerden kaynaklanan borçların yerine getirilmemesi eylemi hukuk tarihinin gelişimi içerisinde farklı yaptırımlara bağlanmıştır. İlk dönemler özel borcun ödenmemesi kişi üzerinde hapsin, haczin ve evde tutulmanın bir nedeni sayılmıştır. Hatta Solon Kanunlarına göre alacaklılar borçluyu öldürebilir, etlerini paylaşabilir, kemiklerini bölüşebilirdi. Ilımlandı. Borcun ifa edilmemesi hâline mali edimler, mali yaptırımlar öngörüldü. Evrim 1950 yılında İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan özgürleşme ve demokrasi eğilimi içerisinde doruğa ulaştı. Ceza doktrini dedi ki: "Hiçbir cezaya özel borcun ifası misyonu yüklenemez." Espri budur. Cezanın amacı toplumsal barıştır, kamu düzenidir vesaire. Ve giderek 1950 yılında beliren, Kara Avrupası hukukuna yansıyan bu eğilim 1958 yılında Avrupa Birliği normu seviyesine dönüşmeye başladı. Sizinle ilginç bir bilgiyi, paradoksal bir bilgiyi paylaşmak isterim. Şu anda 4 No.lu Protokol dediğimiz  "Sözleşmelerden kaynaklanan borca hapis cezası, özgürlükten yoksun kalma yaptırımı uygulanamaz." önerisinin fikir mimarı Türkiye'dir. Rahmetli Kasım Gülek ve rahmetli Bülent Ecevit -Avrupa Konseyi Danışma Meclisi zabıtlarını okuyunuz- bu teklifi yapmışlardır. 1963'te kurallaşmıştır ve 1994 yılında Türkiye ancak benimseyebilmiş, iç hukukuna aktarabilmiştir.

Değerli arkadaşlar, bizim Anayasa'mızın 38'inci maddesi kapsamında, özel borç ilişkilerinden kaynaklanan edimlerin yerine getirilmemesine hapis yaptırımını öngörmemiz mümkün değildir. Şu ana kadar yaşanan, bir hukuk ihlalidir, bir Anayasa ihlalidir ve ciddi hukukçular, rahat rahat bu konuda ön açıcı mekanizmaları dava kazanma yoluyla geliştirebilirlerdi.

Anayasa Mahkememiz, maalesef, bu konu gündemine geldiğinde "Çek borcu özel borç ilişkisinden kaynaklanmaz, sözleşmeden kaynaklanmaz." dedi ve özgürlük aleyhinde bir yorum yaptı. Bir defa, Anayasa hukukunun temel işlevi, Anayasa'nın ve uluslar üstü sözleşmenin öngördüğü özlük alanını yorumuyla pekiştirmektir. "?"(*) Anayasa mahkemeleri özgürlük lehine yorum yapmak zorundadırlar; bu, temel bir ilke.

Ha, şu var: Bu çek -modern hukukta var, mukayeseli hukukta- başka bir suç oluşturabilir, gerek manevi unsurlar gerek maddi unsurlar bakımından başka bir suç için eylem oluşturabilir. O soruya zaten 1929 Parlamentosu cevap verdi. 1924 Anayasamızın 11 veya 12'nci maddesi zannediyorum. Parlamento boşluk alanlarını yorum yoluyla doldurabilirdi, doldurabiliyordu ve yüksek Parlamento, o dönemdeki anayasal yetkisini kullanarak çeklerde ihlal çeşitlerine göre dolandırıcılık hükümlerinin uygulanabileceğini öngördü. Bugün yaptığımız düzenleme, bağlayıcı hukuk normları bakımından zorunlu bir düzenlemedir, farklı bir şey benimsesek dahi aksi Anayasa ihlali olan bir düzenlemedir. Parlamento doğruyu yapıyor.

Peki, alacaklıların, ekonomik kamu düzeninin, piyasa işleyişinin yararları ne olacak? Bir defa, hukuk devletinde, piyasa işleyişi, alacaklı yararı, ekonomik kamu düzeni gibi gerekçelerle, bağlayıcı olan hukuk normunun aşılması mümkün değildir. "Bir defa delsek ne olur?" mantığı, hukuk devleti temel değerine saplanmış hançerdir ve bağlayıcı hukuku, hukukun üstünlüğünü bu mantıkla yakalamamız mümkün değil.

BAŞKAN- Buyurun.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Şimdi, yaklaşım farkı. Bir defa, ciddi temel düzenlemelerin süregelen beklentileri etkilememesi mümkün değil ama her reformun, her dönüşümün kaderinde bir geçiş süreci veya süresi kaçınılmazdır. Şu anda bu çek alanındaki yeni düzenin meydana getirebileceği zihniyet dönüşümü, ekonominin kendi işleyişini düzeltmesi vesaire gibi hâller için bir buçuk senenin yeterli olacağını düşünüyorum. Bu, hukuk ihlalini bertaraf etmek bakımından siyaset kurumunun kabul etmesi gereken bir yapı olması gerekir. Kaldı ki hapis gerçekten ödeme amacını sağlıyor mu? Her iki açıdan cevap verilebilir; sağlıyor da denebilir, sağlamıyor da denebilir. Çoğu durumlarda kişi cezaevinde olduğu için, üreterek kazanma yeteneğini yitirdiği için hapis cezasının ödeme kapasitesini düşürdüğü söylenebilir veya hapiste kalma korkusu ifa psikolojisini destekleyebilir denebilir. O anlamda burada ekonomik bir model var, o da şu: Çek keşide yasağı. Çeki karşılıksız çıkan, koşullarının varlığı hâlinde, tavan süre olarak on senede bir daha çek keşide edemeyecek. Bu, caydırıcılık bakımından hapse yüklenen ifa yararını telafi edici bir unsurdur. Alacaklı modern hukukun takip imkânlarıyla donanmıştır, donatılmıştır; bu imkânlar içerisinde kendi alacağını tahsil etmeye çalışacaktır. Sonra, bundan sonra, çekin sağlam olması, ekonomik karşılığının bulunması, banka-çek ilişkisinin tamlığı yönünde bir risk analiz merkezi oluşmuştur. Yine, yaşadığımız deney karşı tezleri çürütmektedir. Daha çok yakın geçmişte yüce Parlamento çek suçları bakımından taksitli sözleşmeler öngörerek tutuklu olanların dışarıya çıkmasını ve yürütülen takiplerin askıya alınmasını mümkün kıldı ve o dönem içerisinde ekonomik semptom, ekonomik olumsuz bir etki gözlemedik.

Yine karşılıksız çekin çek tedavül hacmindeki karşılığı yüzde 2'yle yüzde 4 arasındadır. Bu oran büyük ekonomiler bakımından absorbe olunabilir, sindirilebilir, dönüştürülebilir ve risk kapasitesi olmayan oran olarak algılanabilir ama ben şahsen bu reformun yargı yükünü azaltacağı yönündeki gerekçesine katılmıyorum. Bu reform, doğrudur, sonuçları itibarıyla yargı yükünü azaltacaktır; dosyalar düşecektir, sanıklar çıkacaktır; bundan sonra adliye, yargı böyle bir şeyle uğraşmayacaktır. O hâlde sonucudur bu. Yani adli yükün, adli yargı yükünün azalması projenin bir gerekçesi değil, sonucudur.

Çözümün hayırlı olmasını diliyor, yüksek Parlamentoyu tekrar saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın İyimaya.