| Konu: | CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 53 |
| Tarih: | 18.01.2012 |
MHP GRUBU ADINA FARUK BAL (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı üzerinde görüşlerimizi açıklamak üzere huzurunuzdayız. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, 1961 Anayasası bir tepki anayasasıydı. Bu tepkinin ortaya koyduğu badire; 61 Anayasası millete bol geldi, netice itibarıyla ikinci bir ihtilale kaynak teşkil etti. 1982 Anayasası da bir tepki anayasasıydı. Bu Anayasa da dar geldi dolayısıyla vatandaşın eli kolu devlete karşı bağlandı, özgürlük alanları daraltıldı ve güçlü bir iktidar yaratıldı.
Şimdi, bu etki ve tepki meselesi fizikte bir kuraldır. Bu fizik kuralı fizik disiplini içerisinde bir anlam ifade eder ancak sosyal olaylarda ve hukuki olaylarda etki ile tepki fiziksel bir formülün gerektirdiği kurallar dâhilinde çözümlenemez. Onun yerine sosyal olaylarda ve hukuki olaylarda ortak aklın uzlaşma, sağduyu dediğimiz ana kurallar dikkate alınmak suretiyle kendi disiplini içerisinde, ortaya çıkan sorunlara çözüm araması gerekirdi. Gerçek bu iken huzurumuzda bulunan Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin kanunun temelini teşkil eden Anayasa değişikliği de bir tepki anayasa değişikliydi. Bu, 367 kararı olarak bilinen Anayasa Mahkemesinin Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili Meclis kararının iptaline ilişkin karara karşılık tepkiydi. Bu, aynı zamanda e-muhtıraya karşılık tepkiydi.
Dolayısıyla, ortaya çıkan sonuç, nasıl 1961 Anayasası badire olarak ikinci bir ihtilale kaynak teşkil edecek, yönetilemez bir Türkiye yaratmış ise; nasıl 1982 Anayasası'nın tepki anayasası olarak vatandaşın temel özgürlük alanlarını daraltan ve onun yerine güçlü bir iktidar yaratan, güçlü bir yürütme organı yaratan nakisası var ise bu Anayasa değişikliğinin de doğal olarak bir nakisası oluştu ve bu nakisa sanıyorum 1961 ve 1982 anayasaları kadar vahim bir noktaya ulaştı.
Değerli arkadaşlarım, 1982 Anayasası'nda Cumhurbaşkanı, müstakbel Cumhurbaşkanı olacak Kenan Evren'e göre tanzim edilmiştir, 12 Eylül darbe mantığının ürünü olarak da güçlü bir Cumhurbaşkanı yaratmak istemiştir. Dolayısıyla da çok aşırı yetkiler Cumhurbaşkanına verilmiştir. Bu, parlamenter demokratik düzenin denge ve denetim mekanizmalarını bozmasına ve parlamenter demokrasi içerisinde önemli bir nakisa olmasına rağmen, Meclis tarafından Cumhurbaşkanının seçilmesi en azından bu nakisayı çok fazla olumsuz kılacak bir noktaya götürmeyi engelliyordu. Şimdi, bu kadar aşırı yetkilerle donatılmış olan Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi Cumhurbaşkanlığı makamına aynı zamanda bir meşruiyet ve halk desteğiyle de bir güç kazandıracaktır.
İşte, halk desteğiyle elde edilen meşruiyet ve güç, Cumhurbaşkanının mevcut yetkileri ile birlikte değerlendirildiği zaman karşımıza iki tane temel sorun çıkıyor. Bunlardan bir tanesi çatışma olacaktır. Çatışma, parlamenter demokraside halka ve hukuka karşı sorumlu olan iktidar partisinin genel başkanı ve aynı zamanda Başbakan olan kişi ile Cumhurbaşkanı seçilecek kişi arasında yaşanacaktır. Bu çatışma, elimizdeki Anayasa'ya göre hiçbir sorumluluğu bulunmayan, sadece vatana ihanetten dolayı hesap verebilecek olan, halka hesap verme sorumluluğu bulunmayan, hukuka hesap verme sorumluluğu bulunmayan, iş ve işlemleri yargı denetiminde bulunmayan Cumhurbaşkanı ile halka doğrudan hesap vermek zorunda olan ve aynı zamanda iş ve işlemleri itibarıyla hukuka karşı da sorumlu olan Başbakan arasında yaşanacaktır. Yaşanacak bu çatışmanın da doğal olarak -silahlardaki eşitsizlik gereği- galibi Cumhurbaşkanı olacaktır. Galibin Cumhurbaşkanı olmasının anlamı, yürütme organının başındaki kişi sorumsuz olmasına rağmen, aşırı yetkiyle donatılmış Cumhurbaşkanı olacaktır. Bunun doğal sonucu olarak da yetkili fakat sorumsuz kişinin sosyolojide, hukuktaki adı diktatörlüktür. Yani bu anayasa değişikliği ile netice itibarıyla yetkili ama sorumsuz bir Cumhurbaşkanlığı yaratılmış, yani diktanın, yani diktatörlüğün adı, kapısı açılmış oldu.
Değerli arkadaşlarım, halka karşı sorumsuz, hukuka karşı sorumsuz olan Cumhurbaşkanı mevcut Anayasa'mıza göre yargı üzerinde vesayet sahibidir, bürokrasi üzerinde vesayet sahibidir, siyaset üzerinde vesayet sahibidir, yasama üzerinde vesayet sahibidir ve yürütme organı üzerinde vesayet sahibidir. Bu vesayetlerini sorumsuzluk alanı dikkate alındığında, aşırı olarak yetkilendirilmiş makamının gereği olarak kullandığı takdirde, yani gidip Bakanlar Kuruluna başkanlık etmeye kalkıştığı takdirde, bunun tam anlamı, kesin ve net bir ifadeyle diktatörlük olacaktır.
Değerli arkadaşlarım, bu parlamenter demokrasinin genetiğini bozacak, parlamenter demokrasiden bizi ucube bir Cumhurbaşkanlığı sistemine taşıyacak, parlamenter demokrasideki denge ve denetim mekanizmalarını bozacak ve tek kişi hâkimiyetine doğru götürecek olan, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin Anayasa değişikliği, sadece parlamenter demokrasiyle ilgili garabetleri yoktur, aynı zamanda başka garip ve garabet olarak tanımlanabilecek hususları da karşımıza çıkarmaktadır. İşte, bunlardan bir tanesi de Anayasa'yı biz halk tarafından Cumhurbaşkanı seçilsin diye Meclis olarak -biz değil de o zamanın Meclisi olarak- değiştirdik. Bu değişikliğe göre, bu değişikliğin başlangıcı, Sayın Gül Cumhurbaşkanı adayı iken 22'nci Dönemde bu Mecliste yapılan oylamalarda 367 noktasında toplanma yeter sayısı bulunmadığı için, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti. Arkasından e-muhtıra verilmişti ve bu iki olaya karşı da tepki olarak "Madem bu Mecliste seçtirmiyorsunuz, o zaman ben de halka gider seçilir gelirim." denilmişti yani Sayın Gül, bu Anayasa değişikliği yapıldığı takdirde bunun kendisi için yapıldığını biliyordu yani kişiye yönelik bir Anayasa değişikliği yapıldığını biliyordu. Sayın Gül, aynı zamanda, bu Anayasa değişikliğiyle ilgili olmak üzere Cumhurbaşkanının görev süresinin yedi yıldan beş yıla indirildiğini biliyordu ve yine, ikinci defa seçilme hakkının bulunduğunu biliyordu.
Süreç böyle devam etmekte iken ve garip bir şekilde o Anayasa değişikliğine 11'inci Cumhurbaşkanının nasıl seçileceğine dair hükümler de yazılmış olmasına rağmen yanlış hesaptı, Bağdat'tan döndü, Cumhurbaşkanı bunu veto edince milletvekili genel seçimiyle birlikte Anayasa referanduma sunulamadı, dolayısıyla da yeni teşekkül eden, 2007 seçimlerinden sonra teşekkül eden Türkiye Büyük Millet Meclisi, önündeki İç Tüzük ve Anayasa gereği Mecliste Sayın Gül'ü seçti, arkasından da Anayasa değişikliği referandumu gerçekleşti.
Şimdi, karşımızdaki garabet şudur ki Anayasa değişikliği gerçekleştikten sonra Adalet ve Kalkınma Partisinin yetkili, etkili bütün şahsiyetleri "Artık demokratik bir Anayasa'ya kavuştuk, Cumhurbaşkanımız da halk tarafından seçilecektir, üstelik yedi yıllık süre de beş yıla inmiştir." demiş iken bir müddet sonra bunun uyum kanunu olarak Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin kanun düzenlendi. O kanunda da Cumhurbaşkanının süresinin Anayasa'da belirli olduğu şekilde "beş artı beş" olduğu kabul edilmek suretiyle, herhangi bir düzenleme yok iken bu kanun Anayasa Komisyonunda görüşülürken geçici bir madde ortaya atıldı. Bu geçici madde ile? Cumhurbaşkanının görev süresinin -mevcut Cumhurbaşkanımızın görev süresinin- yedi yıl olacağına dair bir geçici madde konuldu.
İşin garabeti şurada: Anayasa Komisyonunda bu görüşüldü, hukuki, ahlaki bütün değerler ile burada olmaması gerektiği noktasında görüşler ifade edildi fakat parmak üstünlüğü ortaya çıkarak bu geçici madde kabul edildi. Bunun kabul edilmesiyle birlikte parmakmatik demokrasi bakın ne hâle geldi: Anayasa ile belirlenmiş Cumhurbaşkanlığının beş artı beş yıllık süresini kanun ile yedi yıla çıkarmak gibi, yani Anayasa'yı kanunla değiştirmek gibi bir garip durum ortaya çıktı. Üstelik, bu sadece Anayasa'nın değiştirilmesi değil, aynı zamanda da halkın iradesinin kanunla değiştirilmesi anlamına gelmektedir çünkü değiştirilen Anayasa, netice itibarıyla, bir halkoyuna sunulmuş ve halkın iradesi de yüzde 58 itibarıyla, Anayasa değişikliği sebebiyle Cumhurbaşkanının görev süresini beş artı beş olarak kabul etmiştir.
Şimdi, halkın iradesini, Anayasa'yı kanun ile değiştirmeye kalkmanın demokrasinin neresinde ne gibi bir anlamı olabilir? Bu anlamı hukukçular değerlendiriyor. Yapılan değerlendirmelere göre elbette ki birtakım bilim adamları "müktesep hak" gibi söylemlerle "Cumhurbaşkanının görev süresi sonradan referandum gerçekleştiği için yedi yıldır." diyenler vardır. Ama aksine bunun hukuki ve bilimsel temelleri üzerinde tartışmalar yapan, Sayın Hikmet Sami Türk, Sayın Ergun Özbudun, Sayın Yılmaz Aliefendioğlu, Sayın Şeref İba, Sayın Kemal Gözler ve Sayın Sami Selçuk gibi bilim adamları, bu işin uzmanı kişiler, yapılan işin garipliğini ortaya koymakta ve netice itibarıyla bu kanunun Anayasa'ya aykırı olduğunu, sadece Anayasa'ya aykırı olmakla kalmayıp siyasi etiğe aykırı olduğunu, siyaset ahlakına aykırı olduğunu da ifade etmektedirler.
Değerli arkadaşlarım, bir başka garip husus da -ki ileride daha tehlikeli noktalara gelebileceğini tahmin ettiğim için değinmek istiyorum- aşırı yetkili ve sorumsuz olan Cumhurbaşkanına bu kanun ile bir açıdan yardıma ve bağışa muhtaç kişi gibi bakılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin başını temsil edecek olan, devlet organları arasında uyumu gözetecek olan en yüksek devlet temsilcisi durumundaki Cumhurbaşkanını ve aynı zamanda milletin birliğini temsil eden en yüksek noktada milletin temsil makamında bulunacak Cumhurbaşkanını yardıma ve bağışa muhtaç kişi hâline getirmekte, diğer taraftan ise Cumhurbaşkanına yardım edecek veya etmeyecek kişiler arasında bir kutuplaşma ve inatlaşma yaratmaktadır. Bu kutuplaşma ve inatlaşmada Cumhurbaşkanı seçilecek kişiye yardım etmeyen kişilerin, bağışta bulunmayan kişilerin, Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde o Cumhurbaşkanına karşı bakışı, hâletiruhiyesi ne olacaktır? Bu, onun da Cumhurbaşkanı olarak kabul edilebilecek midir ya da kendisinin yardım etmediği, rakibinin yardım etmediği, rakibinin yardım ettiği kişilerin Cumhurbaşkanı olarak aşırı yetkilerini kullanırken kendisine, kendi sosyal kesimine, kendi sosyal düşüncesine, kendi siyasi düşüncesine karşı bu aşırı yetkilerin kullanılacağı kaygısını nereye koyacağız demokratik parlamenter düzende?
Değerli arkadaşlarım, bunun tabii konulacak herhangi bir tarafı yoktur. Bunun bir tek adı vardır, o da Cumhurbaşkanlığı seçimine böyle seçim yapılacak adayın yardım ve bağış toplaması gibi masum gibi görünen bir düzenlemeyi Amerikanvari bir başkanlık sistemine ya da Fransavari bir yarı başkanlık sistemine geçiş için bir açılan kapı olarak değerlendirmekteyiz.
Değerli arkadaşlarım, bu kanun sadece garabetle iştigal eden bir kanun değildir; Anayasa'ya aykırı, sosyal bilim dallarına aykırı, halkın iradesine aykırı bir kanun tasarısı olarak karşımıza çıkan, garabet ürünü hükümler taşımasının yanı sıra abesle de iştigal eden hükümler taşımaktadır.
Değerli arkadaşlarım, kanunun dörtte 3'ünden fazlası, bilinen Anayasa hükümlerinin tekrarı ve seçim kanunlarındaki değişik maddelerin oradan buradan devşirme suretiyle bu kanuna yerleştirilmesinden ibarettir. Meclis, abesle iştigal etmez. Meclis, kanun yaparken suskun kaldığı bir alan varsa o alanda bilerek suskun kalmıştır. Meclis, kanun yaparken bir hükmü tekrar ediyorsa bilerek tekrar ediyordur. Meclis, kanun yaparken noktayı bir yere, virgülü bir yere koyuyorsa bunu bilerek, isteyerek ve buna bir anlam yükleyerek bu işlemi yerine getiriyor demektir.
Şimdi, bizim mevzuatımızda seçimlerin temeliyle ilgili hükümler vardır. Bu hükümler nedir? Bu hükümler: Seçmen oyunu kendisi kullanır. Bu bilinen bir gerçektir, bu demokrasinin gereğidir ve seçim mevzuatında vardır. Seçmenin oyunu kendisinin kullanmasının burada tekrar edilmesinin abesle iştigal dışında bir anlamı var mıdır? Seçmen oyunu gizli kullanır. Bu, demokrasinin gereğidir, Anayasa hükmüdür, seçim kanunlarımızın hepsinde vardır. Seçmenin oyunu gizli olarak kullanacağının bu kanuna yazılmasının abesle iştigal dışında başka bir anlamı var mıdır? Seçmenin kullandığı oylar açık olarak sayılır. Bu, demokrasinin bir gereğidir ve bütün seçim kanunlarımızda Anayasa'mızda vardır. Meclis abesle iştigal etmeyeceğine göre bu da abesle iştigal değil ise bu kanuna yazılmasının amacı nedir?
Değerli arkadaşlarım, bunun gibi pek çok hüküm Anayasa'nın aynı cümleleri, seçim kanunlarının aynı cümleleri tekrar edilmek suretiyle, üstüne üstlük değişik seçim kanunlarıyla ilgili atıflar yapılmasına rağmen, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun, Milletvekili Seçimi Kanunu, Siyasi Partiler Seçimi Kanunu, Mahalli İdareler Seçimi Kanunu gibi kanunlar sayılarak bu kanunlara atıf yapılmasına rağmen böyle abesle iştigal edecek hükümler garabetin yanında da mevcut bulunmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, şimdi bu kadar garip, bu kadar Anayasa'ya, bu kadar halkın iradesine ve bu kadar siyasi ahlaka aykırı bu kanunun görüşülmeleri sırasında bunları daha teferruatlı bir şekilde Anayasa Komisyonunda izah ettik ancak Anayasa Komisyonunda bu görüşlerimiz reddedilmek suretiyle görüşlerin hukukiliği, ahlakiliği ve anayasal açıdan değerlendirilmesi yerine parmakların üstünlüğü esası kabul edilerek reddedildi yani Türkiye'de artık demokratik bir yasama süreci değil parmakmatik demokrasinin hükümleri yürürlüğe girmektedir. İşte burada bir değerli Meclisimizin üyesi Sayın İyimaya'nın sözleri aklıma gelmektedir. Sayın İyimaya çok veciz bir şekilde ifade buyurmaktadır ki: "Eğer parmakların aklı olsaydı demokrasiyi yok eden canavarlar ortaya çıkmazdı." Evet, Sayın İyimaya çok doğru söylemiş. Parmakların aklı olsaydı, demokrasiyi yok eden canavarlar ortaya çıkmayacaktı.
Eğer bu kanunlar görüşülürken parmaklara akıl izafe edecek isek -özellikle iktidar partisi sıralarında oturan arkadaşlarıma ifade etmek istiyorum- eğer bu tasarıyı görüşürken parmaklara akıl izafe edecek olur isek, bu tasarının akla, mantığa, hukuka, siyasi ahlaka ve Anayasa'ya uyan hiçbir tarafı bulunmadığı gibi, aynı zamanda halkın iradesiyle ortaya konulmuş olan Anayasa değişikliğiyle halkın iradesini de parmaklarla değiştirmeye yönelik bir durumu da ortadan kaldırmış oluruz.
Ben aklıselimin hâkim olacağını, gelecekte ucube bir Cumhurbaşkanlığı sistemiyle Türkiye'yi diktaya götürecek, gelecekte çocuklarımızı Cumhurbaşkanına oy veren-oy vermeyen, Cumhurbaşkanı seçimine yardım eden-etmeyen şeklinde kutuplaştıran bir sürece sokmamak ve Türkiye'yi gerçekten güçlerin dengelenebildiği, denetlenebildiği, halka karşı hesap verilebilir?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FARUK BAL (Devamla) - Sayın Başkan, ek süre verebilir misiniz.
BAŞKAN - Teşekkür ederim, yok, vermiyoruz Sayın Bal.
FARUK BAL (Devamla) - Bu görüşlerimi yüce Kurulun takdirlerine sunuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.