| Konu: | TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE ÜRDÜN HAŞİMİ KRALLIĞI HÜKÜMETİ ARASINDA GÜMRÜK KONULARINDA İŞBİRLİĞİ VE KARŞILIKLI YARDIM ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 51 |
| Tarih: | 12.01.2012 |
CHP GRUBU ADINA HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Evet, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; söz verdim dün size, Kartepe'den her seferinde bahsedecektim ama Kartepe'den bahsetmeyeceğim, Kandıra'dan da bahsetmeyeceğim. İki belediyeden bahsetmeyeceğim çünkü İçişleri Bakanı yok. İçişleri Bakanının olduğu her toplantıda, her birleşimde Kartepe Belediyesini ve Kandıra Belediyesini getireceğim, bunu bilin. Şimdi, Ürdün konusunda konuşacağız.
Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Ürdün Haşimi Krallığı Hükûmeti Arasındaki Gümrük Konularında İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Anlaşması'na ilişkin Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, komşularının aksine petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip olmayan Ürdün'ün ekonomisi çevre ülkelerle yapılan ticarete dayanmaktadır. Tarih boyunca ticaret, barışı korumanın en büyük güvencelerinden birisi olmuştur. Bu açıdan değerlendirildiğinde Ürdün-Türkiye ilişkileri büyük önem arz etmektedir. Coğrafya itibarıyla çok stratejik bir bölgede bulunan Ürdün ile ilişkilerimizi hem siyasi hem ekonomik açıdan geliştirmenin hem Türkiye'ye hem Ürdün'e hem de bölgeye büyük yarar sağlayacağı açıktır. Ayrıca, Ürdün'de bulunan Akabe Özel Ekonomik Bölgesi Türk firmaları için önemli bir yatırım olanağı da sunmaktadır. Bütün bunlar değerlendirildiğinde, imzalanan karşılıklı yardım ve iş birliği anlaşması daha da önemli hâle gelmektedir. Bölge ülkeleri arasında imzalanan her türlü ticari, siyasi ve karşılıklı yardım anlaşması Orta Doğu'da barışın korunması için önemli rol oynayacaktır. Bu anlaşmanın her iki ülkeye de hayırlı olmasını yürekten diliyorum.
Değerli milletvekilleri, Ürdün Krallığı, kurulduğu 1946'dan bu yana, Batı'yla sıkı ilişkileri olan, iç istikrarını korumak adına denge politikası izleyen bir ülke olagelmiştir ancak Ürdün'ün gerek ekonomisini gerek dış politikasını belirleyecek temel konu Filistin'in geleceğiyle yakından ilişkilidir. İsrail'in baskısından kaçan, İsrail'in işgal ettiği topraklardan Ürdün'e sığınan ve yıllardır orada yaşayan çok sayıda Filistinli vardır. Ürdün, mülteci olan Filistinlilere yasal vatandaşlık hakkı tanıyan tek Arap ülkesidir. Ürdün ile Filistin sorununun birbirinden ayrılmayacak denli iç içe geçmiş olduğunu bu da göstermektedir. Filistin sorununda yaşanan her kriz Ürdün'ün hem iç hem de dış politikada güvenliğini tehdit etmiştir. Diğer yandan, Irak'ın işgali sonrasında yaklaşık 1 milyon Iraklı da Ürdün'e göç etmiş, bu, zaten var olan ekonomik ve sosyal sorunları da artırmıştır. 1994 yılında İsrail'in imzaladığı barış anlaşması ve sonrasında bu ülkeyle yakınlaşması, ülkedeki Filistin kökenli vatandaşların sert muhalefetiyle karşılaşmıştır. Nüfusunun neredeyse yarısı Filistin kökenli yurttaşlardan oluşan Ürdün, bu gelişmelerin sonucunda, 2009 yılında seçimle iş başına gelen meclisin feshi ile karşı karşıya kalmıştır. Zaten sakat olan demokrasisi tamir edilemez bir yara daha almıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Orta Doğu'nun tarihi kanlı bir tarihtir, bir şiddet tarihidir. Son zamanlarda ülkemizde de hızla bu şiddet tarihi içine yuvarlanmaya çalışılıyor. Orta Doğu'yu yeniden biçimlendirmek isteyenler, bunu sağlayabilmek için Türkiye üzerinde kurgular yaratıyorlar. Bölgeyi giderek istikrarsızlığın, savaşın ve kanın içine doğru itiyorlar. Bütün bunlar bir arada değerlendirildiğinde, bölgede ortaya çıkacak herhangi basit bir çatışmanın dahi büyük bir yıkıma yol açacağını görmek mümkündür.
Değerli arkadaşlar, peki, bütün bunlar olurken Türkiye ne yapıyor? Sayın Bakan "sıfır sorun" diye bir yaklaşım attı ortaya ancak bu anlayış ortaya döküldüğünden bu yana olanlara bir bakalım. Sıfır sorun dönüştü sıfır ilişkiye, bütün komşularımızla ilişkilerimiz soğuk savaştan bu yana bu denli sorunlu olmamıştı. Suriye'yle kavgalıyız. Irak konusunda elimizden hiçbir şey gelmiyor, olayları bir seyirci gibi kıyıdan izliyoruz. İran, füze kalkanı yüzünden Türkiye'yle ilişkileri askıya almak üzere. Suriye'yle ilişkilerimiz, dış politikada ne denli savruk olduğumuzun açık bir göstergesini oluşturmaktadır. Çok kısa bir süre öncesine kadar gerek siyasi gerek ekonomik ilişkilerimiz zirvedeydi. O zaman da Suriye'de hak ihlalleri vardı, o zaman da Suriye rejimi bugünküyle aynıydı, o zaman da Suriye'de muhalefet üzerinde yoğun baskı vardı. Bu kadar süre içerisinde ne değişti de ilişkiler bu hâle geldi, ne değişti de Türkiye'nin dış politikasında böylesine savrukluk yaşandı? Şunun tespit edilmesinde büyük fayda görüyorum: Türkiye "sıfır sorun" politikasıyla oyun kurucu olmak için çıktığı yolda oyunu dışarıdan seyreder bir hâle gelmiştir. Bu yalnızca komşularımızla böyle değildir, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizin durumu da ortadadır. Avrupa Birliği hayali neredeyse tükenmiştir. Fransa Cumhurbaşkanı Ermenistan'a gidip Türkiye hakkında olmadık şeyler söyleyebilmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; elbette Türkiye kabuğuna çekilip çevresindeki sorunları görmezden gelmemelidir, elbette kendi kaderini de belirleyecek olan bölgedeki sorunlara kayıtsız kalmamalıdır ama bunlar yapılırken hata da yapılmamalıdır. Dış politika hata kaldırmaz. Bu nedenle, dış politika, gerçeklikler ve gerçekliklere dayanan bakış açılarıyla yapılır. Eğer dış politikada bugün dediğiniz yarın dediğinizi tutmuyorsa, dün "NATO'nun Libya'da ne işi var?" deyip ertesi hafta buna katılıyorsanız, Mısır'da meydanlarda demokrasiden dem vurup Suudi Arabistan'daki rejimi görmezden geliyorsanız, Sudan'daki kanlı rejimle bir sorunumuz yokken Suriye'deki rejime çatıyorsanız ortada bir inandırıcılık sorunu var demektir. Eğer böyle bir dış politikanız varsa hata yapıyorsunuz demektir. İşte böyle bir hata İsrail'in Gazze ablukasını meşrulaştırmasına neden olmuştur, işte böyle bir hata Irak'ta büyük petrol şirketlerinin girdiği ihaleye Türkiye Cumhuriyeti'nin sokulmaması demektir, işte böyle bir hata 3 milyonluk Ermenistan'ın Avrupa'da daha kabul görmesi demektir, işte böyle bir hata Libya'da Fransızların yüzde 35 pay alması demektir, işte böyle bir hata Suriye'de Türkiye'nin yalnızlaştırılması demektir.
İsrail'le ilişkilere döndüğümüzde, yalnızca Mavi Marmara katliamını yapan, uluslararası sularda 9 vatandaşımızı katleden İsrail'in yaptığı yanına kalmamıştır, insanlık dışı Gazze ablukası için İsrail'in arayıp da bulamadığı dayanak Birleşmiş Milletlerin raporuyla âdeta İsrail'e altın tepsi içinde sunulmuştur. Bu konuda "Böyle bir şey beklemiyorduk, rapor yanlıdır." gibi açıklamalar kabul edilemez niteliktedir. Dış politikada söz uçar, yazı kalır. Türkiye o raporun altına imzasını attığı anda İsrail kazanmış demektir. O saatten sonra meydanlara çıkıp İsrail'i yerden yere vurmanın bir anlamı yoktur. Hatta bu durumu bir zafer gibi sunmaya çalışmak gerçeklerle örtüşmemektedir.
İsrail'le bununla da bitmiyor arkadaşlar. İsrail'in, biliyorsunuz, Akdeniz'de Güney Kıbrıs'la birlikte bir petrol arama macerası var, aslında Güney Kıbrıs'ın var. Orada da aynı hataları yaptık, "Aratmayız." dedik, "Savaş gemilerimizi yollarız." dedik, yollaya yollaya bir Piri Reis'i yolladık. İçinizde de bu Piri Reis'in adresini bilen yoktur. Ama İsrail petrol aramaya devam ediyor, şimdi sonlandırdılar, daha sonra doğal gazlarını çıkartacaklar ve sevk edecekler Güney Kıbrıs'la birlikte. Orada da bir hata yaptık arkadaşlar, orada da bir hata yaptık. Özel bir şirket, Akdeniz'de sismik araştırmalar yapıyor ve Akdeniz'de kıyısı olan ülkelere satıyor bu araştırmaları. Bu araştırmaları alan üç tane ülke var; Mısır, İsrail ve Güney Kıbrıs. Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti bu araştırmaları satın almıyor.
Sonuçta, bu araştırmalardan sonra, Güney Kıbrıs, bölgedeki ülkelerle ekonomik zone anlaşması yapıyor. Türkiye hiçbir ülkeyle ekonomik zone anlaşması yapmadığı için bize yutturulmaya çalışılan "Shell ile Akdeniz'de petrol arıyoruz." hikâyesi de tamamen Türkiye'nin kendi kara sularında aramış olduğu bir petrol işidir, onun dışında başka bir şey yoktur. Tamamen devre dışı bırakıldık Akdeniz'de. İşte bu da dış politikadaki hatalarımızın bir örneğini göstermektedir.
Değerli milletvekilleri, dış politika da hata kaldırmadığı gibi çelişki de kaldırmaz. Füze kalkanı böylesi bir çelişkiyi açık seçik ortaya koymaktadır. AKP Hükûmeti, kimseye danışmadan, halkın tepkilerine kulak asmadan NATO'yla bir anlaşma imzaladı. Aslında NATO ile anlaşma imzalandığı söyleniyor. NATO ile anlaşma imzalanmadı, Amerika Birleşik Devletleriyle imzalandı. Evet, bir NATO ülkesiyiz. NATO, gerçekten bize füze kalkanı kurmamız gerektiğini söylüyorsa ve NATO'da böyle bir karar alınmışsa bu yapılabilirdi belki ama bu anlaşma NATO ile imzalanmamıştır. Bir kez daha söylüyorum, Dışişleri Bakanı buradayken de sorduk, daha önce soru önergeleriyle sorduk, Malatya Milletvekilimiz Veli Ağbaba defalarca sordu, NATO ile anlaşma imzalanmamıştır. Eğer imzalandığını iddia ediyorsanız buradayız. Amerika Birleşik Devletleriyle anlaşma imzalanmıştır, bir kez daha yineliyoruz, ülkemizi İran ile karşı karşıya getiren, Türkiye'yi ve Türk halkını hedef tahtasına koyan bir füze kalkanı anlaşması.
Peki, bu kalkan kimi korumak için? Filistin'de, Gazze'de, Celile'de, Sabra ve Şatilla'da insanları acımasızca öldüren İsrail'i korumak için. Eğer böyle olmasaydı İran füzelerini bize yöneltmezdi, eğer böyle olmasaydı Suriye füzelerini bize yöneltmezdi. Arkadaşlar, Amerika'nın taşeronluğunu yapmaktan vazgeçelim. Türkiye'nin geleceği, bölge ülkelerinin geleceği için bölgede daha istikrarlı bir politikanın savunucusu olalım.
Sayın Başbakan, Sayın Dışişleri Bakanı diyor ki: "Bu savunma kalkanı İsrail için değildir." İran'dan atılacağı varsayılan füzelerin menzili Türkiye dışında hangi NATO ülkesine ulaşacak ki NATO üyelerini korumak için bu kalkan oluşturuluyor. Çünkü İran'dan kalkan füzeler, bu füze kalkanı sonucu oluşturulan kalkanların Türkiye coğrafyası üzerinde vurulmasına neden oluyor. Yani eğer bir füze gelecekse ve Türkiye'yi koruyacaksa, Türkiye coğrafyası üzerinde koruyacak ama İsrail'i koruyacaksa, bu füzeler kalktığında Suriye üzerinde veya İsrail'e ulaşmadan imha etmek, vurmak mümkündür, bu füze kalkanları ile. Demek ki bizi korumuyor, zaten Türkiye'nin üzerine kadar geliyor bunlar. Soruyoruz: "Hangi NATO ülkelerini korumak için?" diyoruz. Amerika'yla imzaladık çünkü NATO ülkesini de korumaya yönelik değil, tamamen İsrail'i korumaya yöneliktir.
İşin doğrusu, bu savunma kalkanı İsrail'i korumak içindir, bu radar sistemi İran'a karşıdır. Bunu bütün dünya bilirken gerçekleri bu kadar çarpıtmak "Bu sistem İran'a karşı değildir, bu sistem İsrail'i korumak için değildir." demek halkı kandırmaktan başka bir şey değildir. Eğer dedikleriniz ve yaptıklarınız arasında bu kadar büyük bir uçurum varsa dış politikanız güven veren bir politika değildir. Mısır'da meydanlara çıkıp İsrail'i yerden yere vuran bir ülkenin Başbakanı böyle bir anlaşmanın altına imza atmaz, atmamalıydı. Bu, açık bir çelişkidir.
Değerli milletvekilleri, dış politikamızın en önemli sorunlarından birini de Kıbrıs oluşturmaktadır. Bakınız, Kıbrıs Rum Kesimi, İsrail'in yardımıyla, bir Amerikan şirketiyle birlikte petrol arama çalışması yapıyor, biraz evvel bahsettim. Biz buna haklı olarak karşı çıkıyoruz ancak bu konuda bize destek veren bir tane bile ülke yok. Sorun yaşadığımız ülkeleri bir kenara bırakalım, müttefikimiz olan ülkeler bile haklı olduğumuz bu konuda bizim yanımızda yer almıyor. "Arap Baharı" sırasıyla desteklediğimiz ülkeler bize değil Güney Kıbrıs'a destek veriyor. Bu kadar desteği arkasına alan Kıbrıs Rum Rejimi istediği şeyi dilediği gibi yapıyor, bizimse elimiz kolumuz bağlı öylesine seyrediyoruz. Bu, dış politikamızın nedenli yetersiz kaldığının açık bir göstergesidir.
Bu duruma iki ay içinde gelinmedi. Dış politikaya bakış açımızı değiştiriyoruz. Bu süreç "Daha proaktif bir politika izleyeceğiz." diye yola çıktığımız zaman başladı. O dönemde Cumhuriyet Halk Partisi Hükûmeti uyardı ama dinletemedi, yine uyarıyoruz, yine dinlememekte ısrar ediyorsunuz. Zürih'te Ermenistan ile anlaşma imzalanırken de uyardı, eksen kayması tartışmaları sırasında da uyardı, şimdi de uyarıyor.
Değerli arkadaşlar, cumhuriyetin kuruluşundan AKP iktidarının başlangıcına kadar dış politika her zaman siyaset üstü olagelmiştir. Bütün siyasi partiler dış politika ve güvenlik konularını günlük siyasi kaygıların dışında tutmaya azami özen göstermişlerdir. Haklı olunan konularda AKP Hükûmeti açıkça desteklenmiştir, hâlâ da haklı olunan meselelerde bu destek sürmektedir. Ancak şunun altının çizilmesi gerekmektedir: Türk dış politikası savrulmaya başlamıştır yıllardır ama özellikle son üç yıldır bir savrulma iyiden iyiye kendini belli etmektedir. İlkeler üzerine oturan politik anlayış, günlük siyasi kaygılar üzerine oturtulmaya başlanmıştır. Çok fazla hata yapılmaktadır, çok fazla çelişki yaratılmaktadır, bunların da olumlu sonuçlar doğurmayacağı ortadır. Bunun belirtilerini her yerde görmek mümkündür. Bu açıdan bakıldığında, ülkemizin dış politikasının Avrupa'daki, Amerika'daki, Orta Doğu'daki algısı hiç de öyle sanıldığı gibi güçlü, sağlıklı değildir. Bizim saptamasını yaptığımız savrukluk ve çelişkiler batılı, doğulu, kuzeyli, güneyli tüm aktörlerin dikkatini çekmektedir. Öngörülmez bir dış politikaya sahip ülke algılaması yaratmanın, başta biz olmak üzere, hiçbir bölge ülkesine yararı olmayacağı açıktır.
Değerli milletvekilleri, Ürdün'le de diğer Orta Doğu ülkeleriyle olduğu gibi tarihten kaynaklanan derin bir bağımız vardır. Daha önce ifade ettiğim gibi Ürdün'ün sağlıklı bir demokrasiye kavuşması, istikrarlı bir ekonomiye sahip olması bu coğrafyayı paylaşan tüm ülkeler için önemlidir. Bu anlaşmanın Ürdün'e, Ürdün'de yaşamak zorunda kalan Filistinli kardeşlerimize büyük yarar sağlayacağını umuyorum. Nasıl ki Ürdün'ün geleceği Filistin'e bağlıysa Filistin'in geleceği de Ürdün'e bağlıdır. İstikrarlı ve ekonomik olarak güçlü bir Ürdün, demokrasinin gelişmesi, bölgede sağlıklı ilişkiler tesis edilmesi açısından kritik bir rol oynayacaktır. Ülkemizin karşılıklı ticaretini geliştirerek buna katkı sağlaması son derece önemlidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın başında da belirtmeye çalıştığım gibi, bölgemizi hiç de iç açıcı bir gelecek beklemiyor. Sanayileşmiş ülkelerin enerji açığının Orta Doğu'yu bir savaş ortamına doğru ittiği açık seçik ortadadır. Orta Doğu'da çıkacak bir savaşın bölgeyle sınırlı kalmayacağı ve pek çok acıya neden olacağı da bellidir.
Küresel bir çıkar çatışmasının ortasında demokrasiyle yönetilen tek laik ülke Türkiye'dir. Böyle bir coğrafyada ve böylesi koşullarda sorunlardan azadeye kalmak elbette mümkün değildir ancak şu unutulmamalıdır: Bu kadim topraklarda işgalciler gelirler ve giderler. Halklar yine beraber yaşamak zorunda kalır. Küresel çıkar çatışmasında taraflardan birinin yanında çok fazla yer alırsanız bunun sonucunda bölgede o kadar düşman edinirsiniz. Bu coğrafyada yapılan hatalar kolay unutulmaz ve bedelleri de her zaman ağır olur. Bu nedenle dış politikamızı elden geldiğince dostluklar üzerine kurgulamak zorundayız.
Orta Doğu'da barış, her zaman pamuk ipliğine bağlı olagelmiştir. Bu ipi koparan biz olmamalıyız. Bu konuda "Yurtta barış, dünyada barış." ilkesi şiarımız olmalıdır. Türkiye'yi olası bir kanlı savaşın içine çekmek isteyeceklerdir, bu da açıktır. Bugün uygulanan dış politika bu konuda ülkemizi koruyacak, böylesi bir savaşın dışında tutacak bir politika izlenimi vermemektedir. Her an her şey olabilir çünkü dış politikamız bir ulusal politika olmaktan çıkmıştır. Ulusal politikanın anlamı: Siyasetin içerisinde olan, Mecliste olan, bu çatı altında olan siyasi partilerin, Hükûmetin bir araya gelerek Türkiye'nin geleceği için oluşturmuş olduğu ulusal politikadır. Hükûmetlerin değişmesiyle değişmeyen, Dışişleri bakanlarının değişmesiyle değişmeyen? Bizzat kendisine de söyledim Dışişleri Bakanının cumhuriyet tarihinin gelmiş geçmiş en kötü Dışişleri Bakanı ve en kötü Dışişleri yönetimi olduğunu hem bütçedeki Dışişleri bütçesi konuşmasında hem de diğer konuşmalarımda ifade ediyorum. Türkiye hiç bu kadar yalnızlaştırılmamıştır, Türkiye yalnızlaştırılmaya da devam etmektedir.
Sizlere soruyorum arkadaşlar? Herhangi bir arenada, dünyada herhangi bir platformda, herhangi bir kuruluşta, Birleşmiş Milletlerde, -NATO'da, NATO'yu kastetmiyorum çünkü NATO'da biz ret verdiğimizde zaten kabul olmuyor ama, onun dışındaki- tüm uygulamaların, Türkiye, dışında tutulmaktadır, hiçbir ülke yanımızda yer almamaktadır. Kadim dostumuz, kardeş ülke dediğimiz Azerbaycan bile Türkiye'nin uluslararası platformlarında zaman zaman yer almakta zorlanmaktadır çünkü Türkiye'nin bir ulusal dış politikası yoktur, Türkiye'nin Davutoğlu'na bağlı, Davutoğlu'nun gece göreceği rüya ve hayale bağlı bir dış politikası vardır.
Bunun için de çok hızlı bir şekilde Hükûmet bu dış politikayı gözden geçirmeli, Meclis içinde bulunan siyasi partilerin bu konudaki düşüncelerini, desteklerini almalı, topyekûn bir dış politika uygulamasını hep birlikte hayata geçirmeliyiz. Evet, ulusal bir dış politika olmalı, bu yıllar yılı hesaplanmalı, gelecek yıllara da atıfta bulunmalı ama zaman içerisinde dünyada gelişen konjonktüre göre de zaman zaman bu işler revize edilmeli. Böyle altı ayda bir, senede bir Amerika'nın talimatıyla ya da emperyalist güçlerin talimatıyla Libya'da yaptığımız gibi, Suriye'de yaptığımız gibi, diğer Arap ülkelerinde yaptığımız gibi yapar isek hem dünyada yalnızlaşırız hem de bölgemizde yalnızlaşırız ve hiç hayal etmediğimiz bir dönemde de Türkiye Cumhuriyeti'ni savaşın içinde görürüz.
Şimdiden uyarıyoruz, Cumhuriyet Halk Partisi ana muhalefet partisi olarak defalarca uyardı ve uyarmaya da devam ediyoruz. Dış politikanızı gözden geçiriniz, tarihin en kötü uygulanan dış politikası ve en kötü Dışişleri Bakanını gerekirse görevden çekiniz ve ulusal bir dış politika oluşturunuz. Eğer bunu yaparsanız her türlü desteğimiz arkanızda olur dış politika konusunda diyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Akar.