GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: BDP GRUBU ÖNERİSİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:84
Tarih:28.03.2012

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Değerli milletvekilleri, Barış ve Demokrasi Partisinin grup önerisi üzerinde yani çocuk cezaevlerinde yaşanan sorunlar, bunların tespit edilmesi, araştırılmasıyla ilgili bir Meclis araştırma komisyonu kurulması konusundaki önerilerinin lehinde söz almış bulunuyorum.

Öyle bir Türkiye'de, öyle bir ülkede yaşamaya başladık ki iktidar partisi dışındaki her partiden 1 veya 1'den çok milletvekilinin tutuklu olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Tutuklu gazetecilerin sayısında Çin'le yarışıyoruz. O kadar çok sayıda öğrenci tutuklu ki artık öğrencilerin gözaltına alınması, tutuklanması ve içeride unutulup yıllar sonra serbest kalmaları olağan bir duruma geldi. Sadece poşu taktığı için yirmi beş ay boyunca tutuklu kalan öğrenciyi "Pardon." deyip dışarıya salıyoruz. Bir tane yumurta bulundurmanın kırk dört ay hapis cezasına denk geldiği bir ülkede yaşıyoruz. Öğrenciler, şemsiye bulunduruyorlar, konser bileti satıyorlar diye terörist muamelesi görüyorlar. Milletvekillerinin Mecliste konuşmaları, komisyonlarda konuşmaları engelleniyor; "Yeterince konuştunuz." diyerek daha sonraki maddelerde söz alma taleplerine rağmen, "Söz almak isteyen yok. Oylamaya geçiyoruz." diyebiliyorlar. Buna karşı çıkan milletvekillerine tekme, tokat, yumrukla engel olunmaya çalışılıyor. Bundan cesaret alan polis, milletvekilini dışarıda da gördüğünde "Buna bu türlü muamele meşrudur." diyerek bir milletvekilinin gözüne yumruk atabiliyor.

Kuvvetler ayrılığı tamamen ayaklar altında. Artık yargının istenmeyen kararları olduğunda, HSYK eliyle Hükûmetin buna müdahale ettiği konusunda herkes mutabık. Ayrıca, ondan daha ileride, yürütme sadece yargıya talimat vermeyi, yargıya müdahale etmeyi bıraktı; yürütme aynı zamanda yasama organına talimat veriyor. "Pazar gününe kadar bu işi bitirecek arkadaşlar. Çin'deyken sizden iyi haberler bekliyorum, bu işi geciktirmeyin arkadaşlar." diyecek kadar yürütmenin başı yasamaya talimat verir duruma gelmiş.

Ve en nihayetinde, dün akşam, insanların seyahat özgürlükleri darbe dönemlerini aratır şekilde engellenmiş durumda. KESK bileşenleri, Eğitim-Sen'e bağlı eğitimciler hem de kendileriyle ilgili bir konuda, sorumlu oldukları eğitimle ilgili bir konuda görüşlerini söylemek, demokratik haklarını kullanmak için yola çıkmaya kalktıklarında, kimin yolladığı belli olmayan ama İçişleri Bakanlığının bir derin devlet eliyle sanki, tüm valilere "Bunları buradan dışarıya çıkarmayın, çünkü Ankara Valiliği bu gösteriye izin vermeyecek." diyor ve Türkiye'nin seksen bir ilinde, panzerler, öğretmenlerin otobüslerinin önüne geçiyorlar. Böyle bir ülkede yaşıyoruz. Daha sonra ne olabilir? Çok kendinizi zorlamaya gerek yok, artık 12 Eylül dönemine benzer sokağa çıkma yasakları yakındır arkadaşlar. Bundan endişe ediyoruz. (CHP ve BDP sıralarından alkışlar)

MUSA ÇAM (İzmir) - Olağanüstü hâl var.

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - Olağanüstü hâl var ve olağanüstü hâli, darbe dönemlerini, 12 Eylülü aratan müdahaleler var. Darbe dönemleri ile bugün arasındaki tek fark, o zaman da işkence vardı, kötü muamele vardı, şimdi de var ama şimdi bunlar karakollarda değil, bir kapı ileriye alındı, artık cezaevlerinde, tutukevlerinde yapılır duruma geldi. Pozantı'ya gittik Cumhuriyet Halk Partisi olarak. Niye gittik? Çünkü 26 Şubat 2012 Pazar günü bomba gibi bir haber düştü gündeme; Pozantı Çocukevinde kötü muamele, cinsel istismar ve tecavüz vardı. Pazartesi Grubumuzdan izin aldık, parti yönetimimizden izin aldık, salı sabahı oradaydık. Oraya vardığımızda karşılaştığımız tablo şudur: 12 Temmuz günü bu konudaki rapor ilgili insan hakları dernekleri ve vakıfları tarafından Adalet Bakanlığına, Adana Valiliğine ve cumhuriyet savcılığına yollandığı hâlde o günden bugüne kimse parmağını kıpırdatmamıştı olumlu yönde, aksine ödüllendirmeler vardı.

Gittiğimiz yerde şunu gördük: Dokuz aydır bildikleri, ellerinde olan dosyalara hiçbir muamele yapmamışlardı. Bir müfettişle karşılaştık orada, bizden daha önce ifade almak yarışı içindeydi çünkü o gün varmıştı Pozantı'ya. Dokuz aydır bunu bile bile kılını bile kıpırdatmayan Adalet Bakanı, Cumhuriyet Halk Partisi heyetinin yola çıktığını veya çıkacağını televizyondan öğrenir öğrenmez apar topar bir görevlendirmeyle Pozantı ayıbını ortadan kaldırmaya, gözden ırak hâle getirmeye çalışmaktaydı. Yoldayken grubumuza karşı, heyetimize karşı dört bir yandan telefonlarla şu rica iletildi: "Lütfen bu meseleyi üç gün erteleyin, üç gün gitmeyin." "Niye gitmeyelim?" diye sorduk, "İşte, gitmeyin?" Resmen bir derin devlet dayanışması teklif ediyordu AKP'nin görevlendirdiği bürokratlar ve "Üç gün sonra her şey düzelecek orada." diyorlardı. Dinlemedik, gittik; gördüklerimizi anlatacağım ama üç gün sonra şu oldu: Dokuz aydır gitmeyen müfettişler, oraya gitmiş, artık Pozantı'yı görünür olmaktan çıkarmak, o ayıbın üstünü kumla örtmek, o meseleyi ortadan kaldırmak için dokuz aydır görmediklerini üç günde görmüş, Pozantı'yı ortadan kaldırmışlardı ve o ayıbı incelemek yerine, o ayıbın bir daha yaşanmaması yerine o ayıbı Sincan'a taşımışlardı.

Şunu gördük biz Pozantı'da: Koğuş mümessilliği sistemi getirilmişti ve koğuş mümessillerine çocuklar "Abisi, bu iyi çocuktur. Başgardiyanın selamı var." diye teslim ediliyor ve geceleri o çocukların çığlıkları duyuluyordu ve "O gürültüden dolayı uyuyamadık." diyordu diğer çocuklar ama biz sorduk orada cumhuriyet savcısına, sorduk oradaki müdüre, ikinci müdürlere "Ne yaptınız siz dokuz aydır?" 14 çocuğun şikâyeti vardı ama -tabii, sıkıysa içeride şikâyet et- tahliyeden sonra bu şikâyette bulunmuşlardı; henüz 11'ine erişebildik, 3'ünü arıyoruz.

E, 218 çocuk var, 14 tanesi şikâyetçi, 3 tanesi de haklarında iddiada bulunulan çocuklar. 200 tane şahit var orada, "Seslerden uyuyamıyorduk." diyorlar. Orada büyük bir ayıp var; ne yaptınız? "Henüz iddiaları alamadığımız için, dokuz aydır, suçlananlarla ve şahitlerle görüşmedik." diyorlardı. Böyle bir ayıba, böyle bir insanlık ayıbına şahitlik ettik.

Ve bir de ne öğrendik biliyor musunuz? Orada en çok dayak atan dönemin ikinci müdürü ve kendi döneminde orada bunlar olan birinci müdür terfian tayin ettirilmişti iktidar tarafından, Adalet Bakanı tarafından ekim ayında; bir tanesi Van Erciş'e, bir tanesi de Ankara'ya. İkinci müdür birinci müdür olarak terfian gitmişti ve çok mutluydu; arkadaşları "İyi bir tayin gördü." diyorlardı.

Böylesi ayıplarla karşılaştık ama şunu biliyoruz ki biz, bu işlerde -yatılı okul da olsa orası, bir hapishane de olsa, koğuş da olsa- güneş çarığı sıkar, çarık ayağı sıkar. Eğer oranın koğuş ağası, gardiyanı kötü davranıyorsa, bilin ki bu iş müdürden başlar. Müdür eğer sertse, bilin ki o iş Adalet Bakanına dayanır. Adalet Bakanı neden bu kadar serttir? Çünkü o iş yürütmenin başına dayanır. Güneş çarığı sıkmaktadır, çarık ayağı sıkmaktadır. Bu ayıp, yürütmeye, Sayın Başbakana ve Sayın Adalet Bakanına aittir. (CHP ve BDP sıralarından alkışlar)

Ve Sincan'a götürülen çocuklar şu an rahat değiller. Sincan'da tehdit var, Sincan'daki çocuklara "Sizi Pozantı'dan beter ederiz." diyorlar. Biz bu çocuklarla görüşmedik, İstanbul Protokolü vardı. Biz, sadece iddiaları araştırdık, oradaki görevlilerle görüştük ve işin ortaya çıkmasını sağladık ama tekrar bu eski günleri yaşamasınlar diye hatırlatmadık, uygun uzmanlar eşliğinde ve görüşmeye hazırlanmadılar diye. Oysa, Sincan'ın kapısında "Hoş geldiniz bakalım iyi çocuklar, burası Pozantı'yı aratır size." diyorlar.

Ve şimdi, oraya gidenlerin yanına aileleri gidemiyor, aileleri uzak. Ve tahliye edilen çocuklar, kendi istekleri dışı oraya gittikleri hâlde beş parasız olarak Sincan sokaklarına bırakılıyorlar ve dışarıdaki ilk gecelerini Sincan sokaklarında, beş parasız, parklarda yatarak yaşıyorlar. Ve telekonferans altında -yani bir kamera var- kamera karşısında bu iddialar veya diğer suçlamalar görülüyor Sincan'dan ve kameranın arkasında kim görüyor, o çocuğu neyle tehdit ediyor, birbirleriyle çelişkili ifade vermek için nasıl yönlendiriliyor, bunların hiçbirisini bilmiyoruz.

Ve Osmaniye? Sadece burada değil, biz bir gittik Pozantı'ya, -ben Osmaniye fahri milletvekiliyim- "Pozantı da neymiş, gelin de Osmaniye'yi görün." dediler. Mersin Milletvekilimize çocukların babaları, aileleri başvurdu; koşa koşa gittik. Gördüğümüz iş, hakikaten de içler acısı bir durum. Orada, Hitler döneminin hapishanelerine yakışacak bir tane müdür var müstehzi gülüşleriyle, alaycı ifadeleriyle ve ne diyor biliyor musunuz? "`A takımı' diye bir şey yok itiraz edenleri döven, biz onlara `robocop' diyoruz." diyor. Eğitilmiş çocuklar. "Kim eğitiyor?" "Ben eğitiyorum." diyor ve öyle şeyler yapıyor ki: "İki günlük sakal yasak." diyor mevzuata dayandırarak. "Niye?" diyoruz. Mevzuat diyormuş ki: "Alışılmış dışında sakal yasaktır." Sakalı iki günden çok uzatırsa -Enerji Bakanımızın sakalı ya da Komisyon üyemizin sakalı ona göre olağan dışı sakal- o zaman doktora gitmek yasak, aile görüşmesi yasak, avukat görüşmesi yasak.

Ve akıl almaz şeyler yapıyorlar orada. Yasak yayın listesi var mesela oranın, dışarıdan bağımsız olarak ve bir milletvekilimiz Sayın Demir Çelik'in yazdığı kitap bile müdürün yasak listesinde.

Şimdi, biz bunların hepsini birden araştıralım diyoruz ve AKP Grubuna, özellikle Ahmet Aydın'a?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - ?sesleniyorum: "Bir şey varsa hep beraber üstlerine gidelim." derken samimiyse hodri meydan, işte önerge, destekleyin de görelim. Desteklemezseniz eğer, orada yapılan her türlü ayıbın ortağı olursunuz diyorum. (CHP ve BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özel.