| Konu: | CHP GRUBU ÖNERİSİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 51 |
| Tarih: | 12.01.2012 |
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Cumhuriyet Halk Partisinin grup önerisi üzerinde söz aldım. Bizim, Cumhuriyet Halk Partisi olarak verdiğimiz grup önerisi budur değerli arkadaşlarım. Biz, bu grup önerisiyle, yaşam hakları devletin güvencesi ve sorumluluğu altında olan hasta tutuklu ve hükümlülerin içerisinde bulunduğu koşulların, sağlık sorunlarının ve bu sorunlarının nedenlerinin araştırılması, sağlık sorunları nedeniyle hapishanelerde yaşamını kaybeden kişilerin olup olmadığının saptanması amacıyla bir Meclis araştırması komisyonu kurulmasını istedik.
Değerli milletvekilleri, yaşam hakkı insan haklarının en temeli, en başında gelenidir. Kişilerin vücut dokunulmazlığı ve sağlıklı yaşam hakkı İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmıştır.
İnsanların özgür olarak yaşamakta iken herhangi bir suç şüphesi nedeniyle tutuklanıp, cezaevine girip tutuklu ya da hükümlü olduklarında sadece hak ve özgürlükleri kullanma yönünden özgür insana göre eşitsiz bir duruma düştükleri, insan olma özelliklerini kaybetmedikleri, bilinen bir gerçektir. Devlet, koruması altındaki tutuklu ve hükümlülerin insan olduklarını unutmamak durumundadır. Onların sağlıklarını korumakla, hastaysa tedavi ettirmekle görevlidir. Devletin bu görevleri yapmaması, tutuklu ve hükümlülerin sağlığına ait tehlikeli sürecin ilerlemesine engel olmaması, açıkça insan hakları ihlalidir.
Yaşam hakkını tehdit eden başka bir unsur da adil yargılanma hakkının ihlal edilmesidir. Devlet, adil yargılanma hakkının ihlal edilmesinin bertaraf edilmesi için gerekli bütün tedbirleri almakla görevlidir. Adil yargılanma hakkını kim ihlal ediyorsa onları etkisiz hâle getirmek durumundadır.
Değerli milletvekilleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, özellikle Türkiye'de adil yargılanma hakkından doğan insan hakları konusunda, son yıllarda Türkiye'yi tazminata mahkûm etmektedir. Türkiye, adil yargılanma hakkının ihlali bakımından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruda 1'inci sırayı almaktadır. Türkiye, tutukluluk kurumunun iyi çalışmadığı, insanların haksız yere özgürlüklerinden yoksun bırakıldığı, birçok AİHM kararında işaret edilmektedir. AİHM, Türkiye'de yargılama sisteminden ve yasadan kaynaklanan yaygın ve sistematik bir sorunun bulunduğunu tespit etmektedir ve bu sorunu, mahkemelerin tutukluluğun devamına karar verirken ya da tutuklama kararı verirken soyut tek tip gerekçe kullanmaları, suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, sanığın kaçma şüphesi gibi soyut klişe gerekçe kullanmalarından, teminatla salıverilme ya da başka koruma önlemlerini göz önüne almamalarından, tutuklamanın hukuka uygunluk denetiminin yapılıp yapılmamasının duruşmalı yapılmamasından ve Türkiye'de, hepsinden önemlisi, hâkim ve savcıların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını dikkate almamalarından kaynaklanmaktadır.
Biz, bu AKP İktidarıyla birlikte, Anayasa'nın 90'ıncı maddesini değiştirdik arkadaşlar. Orada "Eğer uluslararası sözleşmelerle Türkiye'deki yasalar arasında bir çatışma olursa Türkiye'deki yasaların önünde uluslararası sözleşmeler vardır." dedik ve devam ettik? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargı yetkisini kabul etmiş bir ülkeyiz. Bunun Türkçesi şu demektir: Türkiye'deki yargıç ve savcılar, her şeyden önce, uluslararası hukuk kurallarıyla bağlıdırlar ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamakla görevlidirler, yükümlüdürler; yani mahkemelerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına uymama gibi bir takdir yetkileri yoktur. Bu, Anayasa'nın 90'ıncı maddesini açıkça ihlaldir değerli arkadaşlarım.
Yine bu iktidar döneminde AİHM'e atanan Işıl Karakaş, mahkeme ve tutukluluk süresinin uzunluğuyla ilgili olarak, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle yapılan başvuruların son yıllarda çok arttığını belirtmiştir. Türkiye'de yargıçların, genelde, dava sürerken, klasik kriterleri göz önüne alarak sanıkların tutuklu yargılanmaları yolunda karar verdiğini kaydeden Karakaş, kişisel olarak, bunun yanlış olduğunu ve AİHM tarafından da yanlış bulunduğunu tespit etmiştir.
Değerli milletvekilleri, burada yine Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül tarafından 23'üncü Dönem 5'inci Yasama Yılının açılış konuşmasında aynen şunlar söylenmiştir: "Tutukluluk fiilî mahkûmiyete dönüştürülmüştür. Bu fiilî mahkûmiyete dönüştürülmesi, bu tür aksaklıkların düzeltilmesi?" Geç tecelli eden adaletin adaletsizlikten farkı olmadığı anlayışıyla, gerekli yasal düzenlemelerin en kısa zamanda hayata geçirilmesini bu Parlamentodan istemiştir.
Şimdi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bir yandan bu konudaki aksaklıkların giderilmesini Türk Hükûmetinden istemekte ve Cahit Demirel kararında olduğu gibi, artık bu adil yargılanma hakkı konusunda sistematik ve yaygın bir hak ihlali olduğunu belirterek Türkiye'nin bu konuda önlemler almasını istemekte ve Avrupa Bakanlar Komitesine görev vermektedir.
Değerli arkadaşlarım, işte, en son, Avrupa Konseyi, özel yetkili mahkemelere karşı olduğunu, Türkiye'de adil yargılanma hakkının söz konusu olmadığını açıklamaktadır. "Süreç gazeteci tutuklamalarıyla başladı." demektedir, "Hâkim ve savcıların devletçi zihniyeti egemendir." demektedir ve "Özel mahkemeler gözden geçirilmelidir." demektedir.
Yine, değerli arkadaşlarım, Avrupa Konseyi -en son buraya gelen- Komiseri, yaptığı incelemelerden sonra, iki ay önce açıkça "İncelemeden tutukluyorlar." demektedir ve "Kararlar otomatik olarak alınıyor." demektedir, "Lehte kanıtlar değerlendirilmiyor." demektedir ve Avrupa'dan hâkim ve savcılara çok ağır eleştiri vardır.
Değerli arkadaşlarım, deminden de söyledim, Anayasa'nın 90'ıncı maddesine uymamak bir anayasa ihlalidir. Şimdi, Türkiye'de adil yargılanma hakkını kimlerin ihlal ettiğini ben söylemek istiyorum. Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı 9 Kasım 2011 günü Silivri'de cezaevinde Cumhuriyet Halk Partisi milletvekillerini ziyaret ettikten sonra yaptığı açıklama nedeniyle adil yargılanmayı etkilemeye teşebbüsten hakkında soruşturma açılmış ve fezleke Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, her şeyden önce, bir şeyin etkilenebilmesi için o şeyin orta yerde olması lazım. Türkiye'de özellikle özel yetkili mahkemelerde adil yargılanma olayının olmadığı, bizim de yargı yetkisini kabul ettiğimiz uluslararası İnsan Hakları Mahkemesi tarafından açıkça tespit edilmiştir. Bu konuda hiçbir kuşkuya gerek yoktur. Eğer Türkiye'de adil yargılanma var ise o zaman Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye'yi neden tazminata mahkûm ediyor? O zaman, Türk Hükûmeti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine şunu neden söylemiyor: "Hayır kardeşim, bizim adliyelerimizde adil yargılanma hakkı ihlal edilmemektedir, adil yargılanma hakkına saygı duyulmaktadır, o nedenle biz bu tazminatı ödemiyoruz." Neden dememektedirler? Dolayısıyla Türkiye'de adil yargılanma hakkı bizzat adil yargılanma hakkını sağlamakla görevli hâkim ve savcılar tarafından ihlal edilmektedir. Bunun bu kürsüden tespit edilmesini istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Genel Başkan hakkında fezleke hazırlanmasına hiçbir itirazımız yok. Yani şu söyleniliyor: "Herkesin hakkında fezleke hazırlanır." Evet, herkesin hakkında fezleke hazırlanır ama Türkiye'de adil yargılanma hakkını ihlal edenlere "Bu adil yargılanma hakkını ihlal ettiniz." dediği için fezleke hazırlanıyorsa bu hukuk devleti adına ayıptır. Burada aslında yargının Parlamentoyu etkisiz hâle getirme anlayışı egemendir.
Bu olaydan sonra beni daha da çok üzen bir olay, Sayın Adalet Bakanının açıklaması. Sayın Bakan diyor ki: "Görevi yapan savcılara karşı bu hakaretleri, bu ithamları yapma hakkını Sayın Kılıçdaroğlu nereden alıyor? Başkalarına uygulanan yasalar Kılıçdaroğlu kim ki ona uygulanmayacak? Hangi özel sıfatları var ki diğer siyasetçilerin muhatap olduğu maddeler Sayın Kılıçdaroğlu'na uygulanmayacak."
Değerli arkadaşlarım, biz Sayın Kılıçdaroğlu hakkında fezleke hazırlanmasın demiyoruz ki. Elbette, Sayın Kılıçdaroğlu gerçekten suç işliyorsa Anayasa'nın 10'uncu maddesi gereğince her yurttaş gibi hakkında fezleke de açılabilir, dokunulmazlık da kaldırılır, buna bir itirazımız yok ama Sayın Başbakanın ve Meclis Başkanımızın Bülent Arınç'ın o tarihte söylediği çok laflar var değerli arkadaşlarım. Danıştaya ilişkin laflar var burada, Yargıtaya ilişkin lafları var ve diyor ki bakın Sayın Başbakan: "Mütalaa yürütmek sadece yargı kurumlarının tekelinde olamaz, yargı bağımsızlığı yargı kararlarının eleştirilemez olduğu anlamına gelmez." Ve burada Sayın Başbakan Danıştay için diyor ki: "Bu Danıştay, bu ülkenin Danıştayı ve kuvvetler ayrılığı prensibi içerisinde, yargı başlığı altında, en büyük engelle karşı karşıyayız." Yine, "Bunlar bu gidişle evin içine de karışacaklar. Efendi, bu senin işin değil, bu Diyanetin işi." diyor, Sayın Başbakan diyor bunu. Ne zaman diyor? 18.5.2006 yılında diyor.
Yine, millet iradesini temsil ettiklerini söyleyen Erdoğan türban ve AKP'ye yönelik kapatma davasında çok sert çıktı "Milletin iradesine kimse ipotek koyamaz. İstiklal ruhuyla kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini kimse gölgeleyemez. Cumhuriyetin sahibi millettir. Kimse cumhuriyet millete bırakılamaz deme hakkına sahip olamaz."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Öztürk.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım?
BAŞKAN - Çok teşekkür ediyoruz Sayın Öztürk. Lütfen?
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) - Şimdi Sayın Başbakan, en son bakın? "Tutuklu yargılanmak isabetli yol değildir." dedi.
BAŞKAN - Sayın Öztürk? Lütfen?
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) - Sayın Başbakan eğer bunda samimiyse bunun gereklerini yapmak durumundadır, bunu yerine getirmek durumundadır.
BAŞKAN - Sayın Öztürk, çok rica ediyorum, lütfen kürsüyü boşaltınız.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) - En son Bülent Arınç'ın sözleri "Lamı cimi yok." diyor.
BAŞKAN - Sayın Öztürk beni duyuyorsunuz herhâlde.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) - Bu milletvekilleri çıkarılacaktır. Yargıya müdahaleden bahsedeceksek, yargının? (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN - Çok teşekkür ediyoruz.