| Konu: | YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARI TEŞKİLATI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFLERİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 83 |
| Tarih: | 27.03.2012 |
MHP GRUBU ADINA ZÜHAL TOPCU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Teklifle ilgili olarak Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum.
Şimdiye kadarki yapılan uygulamaların gerçekten demokrasi adına bir yara olduğunu düşünüyoruz. Özellikle, Eğitim Komisyonunda söz taleplerimizin reddedilmesi, inanın, eğitim sistemi açısından da değerlendirildiğinde tekrar büyük açıkların ve büyük sorunların olduğunu da gündeme getirmektedir. Özellikle yirmi sekiz yılını eğitim sektöründe geçiren biri olarak ve öğretmen yetiştiren kurumlarda hizmet veren biri olarak özellikle bu yaşadığımız, sahip olduğumuz birikimlerden ve tecrübelerden faydalanılmaması, gerçekten bizi üzüntüye gark etti, onu da paylaşmak istiyorum.
Şimdi, özellikle Dünya Bankasının yaptığı son araştırmalarda, ekonomik kalkınmada eğitim süresinin direkt olarak etkili olmadığı, artık yapılan çalışmalarla ortaya çıkmıştır. Burada önemli olan, eğitim süresiyle beraber içeriğinin doldurulması yani "kalite" kavramı gündeme geliyor.
Şimdi, uygulamalara baktığımızda, yine bu Dünya Bankasının yaptığı çalışmada, Türk insanının, Avrupa Birliğinde en fazla eğitime önem veren altı ülke arasında olduğunu, Türkiye'nin altı ülke arasında olduğunu görüyoruz fakat eğitimden memnuniyetsizliğin de, eğitime yönelik duyulan memnuniyetsizliğin de en yüksek olduğu ülkeler arasında.
Şimdi, işte baktığımızda, bu memnuniyetsizliği hazırlayan altyapıya baktığımızda, özellikle on yıllık iktidar döneminizde ortaya konan uygulamaların da olduğunu görmekteyiz çünkü burada gerçekten büyük bir tutarsızlığın olduğunu görebiliyoruz. Birazdan, bu tutarsızlıklara örnekleri de vereceğim.
Şimdi, sürekli olarak örnek aldığımız gelişmiş ülkeler var. Hem Avrupa Birliğine girme durumunda, sürecinde olduğumuz ve sürekli olarak yönümüzü döndüğümüz Avrupa Birliği açısından veya direkt gelişmiş ülkeler, örnek aldığımız, işte, Amerika'sıydı, diğer ülkeleriydi, baktığımızda onların hedef aldığı kriterler var. Acaba biz bu değişikliği, 4+4+4'ü dikkate almadan önce, bu kriterler çerçevesinde eğitim sistemimizi inceleyebilir miydik? Bu kriterlere baktığımızda: Mezuniyet oranları, öğrenci başarısı, daha fazla eşitlikçi eğitim ve 21'inci yüzyıl için beceri ihtiyaçları olarak verebiliyoruz. Yine, bir başka kriterlere baktığımızda: Yüksek evrensel standartlar, sorumluluk, özellikle şu anda bütün dünyanın vurguladığı "profesyonel öğretmenlik" denilen kavramı, uygulamayı gündeme getiriyorlar. Öğretmenlik mesleğinin statüsünü yükseltmeye yönelik bütün dünyada çok önemli çalışmalar var iken biz yalnızca süreye odaklanıp yalnızca sayısal kavramlarla, ifadeyi sanki eğitimde yeni bir reform, kaliteyi arttırmaya yönelik yeni bir adım gibi algılıyoruz. On iki yıla mutlaka çıkması lazım. Eğitim süresinin mutlaka artırılması lazım ama yalnızca eğitim süresinin artırılması ihtiyaca cevap vermiyor, kalkınmayı gündeme getirmiyor. Bunun içinin doldurulması gerekmektedir.
Şimdi, bunun için baktığımızda, diyoruz ki biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak: Ana sınıfının mutlaka zorunlu olması gerekiyor. Şimdi, burada altmış ayı dikkate aldığınızda problem çıkıyor. Altmış ayı dolduran çocukları ilköğretime kaydettiğinizde önemli problemlerle karşı karşıya kalıyoruz. Şimdi, 1983 yılındaki uygulamayı bizzat yaşayan öğretmenlerden bir mektup aldım. Ben burada yazan, kısaca, pasajlardan alıntı yaparak bu tecrübeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Hem çocuğu altmış aydan faydalanarak okula giden hem de altmış aylık öğrencileri okutan bir öğretmenin feryadı, diyor ki: "Sınıf öğretmeni olarak kız öğrencilerimin çantasında bebek oyuncaklar, erkek öğrencilerin de çantalarında araba ve tabanca oyuncaklar mevcuttu. `Öğretmenim, sıkıldık, oyuncaklarımı çıkartıp oyun oynayalım mı?' diye sürekli olarak istekte bulunuyorlar. Özellikle ilkokul çağındaki her çocuğun ebeveyni çocuğu için endişeler duyar." diyor. "Çocuğum okula uyum sağlayacak mı? Öğretmeni ve arkadaşlarıyla sağlıklı iletişim kurabilecek mi? Okulun fiziki yapısına uygun mu? Servise inip binerken sıkıntı çekecek mi?" Buna benzer soruların ve endişelerin sonu gelmez. Özellikle bu yaş küçüldükçe bu sorun ve endişeler gittikçe artmaktadır.
Şimdi, özellikle -Sayın Bakan da- konuşmalarımızda da vurgu yaptık. Okul öncesindeki okullaşmanın ve alt yapı çalışmalarının hazırlandığı bir dönemde neden okul öncesi eğitimi zorunlu eğitim kapsamına almıyorsunuz? Bunu özellikle tekrar düşünmeniz gerekiyor diye biz de vurgu yapıyoruz. Çünkü nesilden nesile aktarılan yoksulluğun ve eşitsizliğin önündeki en önemli nedenlerden bir tanesi okul öncesi eğitimdir diyoruz. Bu fırsatı olumluya çevirmek için mutlaka okul öncesinin zorunlu eğitim hâline getirilmesi, özellikle ana sınıfının zorunlu eğitim hâline getirilmesi önem arz etmektedir.
Şimdi, ikinci sorun, özellikle Sayın Başbakanın yurt dışına giderken vurguladığı dershane sorunu olarak? Şimdi, eğer eğitim sistemi doğru olarak analiz edilseydi, bu dershanelerin nereden, nasıl ortaya çıktığı daha iyi görülebilir ve bunların ortadan kaldırılmasına yönelik olarak çalışmalar yapılabilirdi.
Şimdi, bakıyoruz tekrar dershane sektörüne? Dershane sektörüne geçmeden önce, 2007 yılında OKS'nin kaldırılmasına yönelik olarak "64 soru" diye Sayın Bakan Nimet Çubukçu döneminde hazırlanan bir kitapçık var. O kitapçıktan alıntılar yapmak istiyorum. Şimdi, buraya baktığımızda diyor ki: "Neden ortaöğretime geçiş sistemi değiştiriliyor?" diye bir soru var. O soruda diyor ki: "İlköğretimde öğrenci performansını daha doğru ve çok yönlü olarak ölçen, ilköğretim düzeyinde sürdürülen eğitim ve öğretimin temel ruhuyla bağdaşan ve ortaöğretim kurumlarına doğru yönlendirilmiş geçişler için zemin sağlayan yeni bir modele günümüz eğitim araçlarında ihtiyaç duyulmuştur."
Şimdi, bakıyoruz o dönemde bu ortaya konan SBS'ler ile dershaneye gitme yaşı 4'üncü sınıfa indirilmiştir, dikkatinizi çekiyorum. Özellikle on yılda, AKP geldikten sonra dershaneye giden öğrenci sayısı 4 kat arttı.
Şimdi, bakıyoruz yine, 9'uncu sınıftaki öğrencilerin yüzde 15'inin, 10'uncu sınıftakilerin yüzde 20'sinin, 11'inci sınıftakilerin yüzde 39'unun gibi gittikçe artan oranlarda, hatta ilkokul 1, 2, 3, 4'e kadar bu oranların gittikçe arttığı? Dikkatinizi çekmek istiyorum, 1'inci sınıftaki öğrenciyi bile SBS'lere hazırlamak için yüzde 3,7 oranında? Bunlar yalnızca dershaneye gidenler, özel dersleri daha katmıyoruz bunların içine. Bakın, ilkokul 1'inci sınıfa kadar bu SBS sistemiyle dershanelere öğrenciler yönlendirildi.
Şimdi, dershaneleri kaldırıyoruz derken, keşke bu ifade kullanılmadan önce? Hiç kimse dershaneye çocuğunu göndermek istemez. İnsanın, özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkede beş kuruşunu bile, bir kuruşunu bile boş yere harcayacak vakti yok iken ne yapıyoruz biz? Bu çocuklarımızı tutuyoruz dershanelere gönderiyoruz hem zaman açısından hem de para açısından önemli kayıplara yol açabiliyoruz.
Özellikle dershaneler açısından baktığımızda, bir çocuk haftada ortalama olarak, dikkatinizi çekmek istiyorum, 30 saat okulda geçiriyor, 20 saat dershaneye gidiyor, 20 saat de çalışıyor. 90 saat ediyor haftalık ve günlük 10 saatini bu çocuk çalışarak geçiriyor veya ders başına oturuyor, çalışıyor veya çalışmıyor. Şimdi, bu çocukları bu şekilde harcamaya hakkımız var mı? Ben bunlara dikkatinizi çekmek istiyorum.
Şimdi, özellikle bu OKS'nin kaldırılıp yerine çok daha mükemmel bir sistem olan SBS'nin getirildiğini iddia ederken bir sürü de önerileri var. Diyor ki: "Ortaöğretime geçiş sisteminin eğitim sistemimize önemli katkıları olacak. Yeni bir anlayışla sunulan ortaöğretime geçiş modelinde eğitim adına, gelecek adına beklentiler geniş bir yelpazeye savrulacak. Öğrencilerin bireysel gelişimleri, yetenekleri, ilgi alanları, farklılıkları, bilgi ve becerileri tam ve güvenilir olarak ölçülmüştür."
Ben şimdi özellikle sormak istiyorum. Birçoğumuzun çocuğu var. Gerçekten bu SBS'lerle -ki şimdi kaldırılıyor, o da bir muamma- şimdiye kadar 6'ncı sınıftan itibaren bu seviye belirleme sınavlarına girildi. Aileler sürekli olarak ya mesaj gönderiyor ya da telefon açıyor "Çocuğum girdi, hangisinden değerlendirilecek; totalden mi, 6, 7, 8'den mi yoksa yalnızca işte 8'den mi veya 7'den mi? Lütfen açıklığa kavuşturun" diye. Şimdi, bu mükemmel bir sistem olarak getirilmişti. Diyor ki: "Genel liselerin eğitim kalitelerini artırmaya katkıda bulunacak bu seviye belirleme sınavı." Acaba gerçekten bu kaliteyi artırmaya yönelik bir katkısı oldu mu? "Okul dışı kurumlara bağımlılık azalacak." Yani "okul dışı kurumlar" derken dershaneleri kastediyor ama gördük ki SBS'lerle beraber, dershaneye gönderilmeyen ilköğretim çağındaki çocuklar, yani 1'inci, 2'nci, 3'üncü sınıftaki çocukların da dershanelere gönderildiğini görebiliyoruz gerçekten.
Şimdi ben tekrar size soruyorum: Sürekli olarak yazboz tahtasına döndürülen bir eğitim sisteminin üreticileri olarak acaba bu güveni nasıl tazeleyeceksiniz? Şimdi, diğer işte SBS ve OKS gibi getirilen, aniden getirilen, bir gecede getirilen 4+4+4 sistemini de tekrar bu Sayın Dinçer değiştiğinde, Sayın Millî Eğitim Bakanı değiştiğinde tekrar gündemden kaldıracak mısınız? Ben bunları sorgulamak istiyorum. Bu gençlerimiz, bu çocuklarımızın hayatı bu kadar ucuz mu? Bunların dikkate alınması gerekiyor.
Bu dershane sistemini de inceledik, bir kenara koyduk, yöneltme ve yönlendirmeye bakmak istiyoruz şimdi. "Yöneltme ve yönlendirme" dediğimiz, şimdiye kadar yapılan hangi testlere çocuklar maruz bırakıldı ve hangi testlerden geçirilerek çocuklar alan belirlemeye tabi tutuldu?
Şimdi bakıyoruz, elimizde bir test var, özellikle ilköğretimde "Sınıf, Şube Rehber Öğretmenleri Öğrenci Gözlem Formları" diye. Ben buraya gelmeden önce özellikle okulları dolaştım "Bu çocukların bu beceri alanlarını belirlemede, bilgilerini belirlemede hangi testleri uyguluyorsunuz?" diye. Genel olarak bir sürü test var ama delil olarak hepsi okullarda da vardır, eğer ilgilenirseniz okullardan da getirebiliriz, bu testler de elimde. Burada özellikle belirli başlıklar var, "çocukların sözel-dilsel becerisi, kişiler arası becerisi, mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal, içsel, müziksel-ritmik, bedensel-kinestetik ve doğa becerisi" diye. Bir de kişilik özellikleri var, "kişisel özellikler, toplumsal özellikler ve genel özellikler" olmak üzere.
Bir öğretmen sınıfta, özellikle sınıf öğretmenleri birle beş için, branş öğretmenleri de altı ve sekiz için bunları doldurarak yönlendirme yapıyor. Bir öğretmenimiz bu yönlendirmeyi yapabilmek için eğitim aldı mı, bu çocuklarımızı ne kadar tanıyor? Burada verdiği kararda bu becerileri göstermesinin "geliştirilebilir" düzeyde, "yeterli" düzeyde, "belirgin", "çok belirgin" boyutlarında olup olmadığına karar vermesi lazım. Şimdi bakabiliyoruz, bir sürü soru var burada, neredeyse elliye altmışa yakın soru var; acaba bu soruların cevabını vermedeki geçerliği ve güvenirliği ne kadar doğru? Alanları belirlenirken burada ne kadar titizlikle davranılıyor? Bunların da üzerinde durulması lazım.
Şimdi, bazı çocuklarımız meslek liselerine gönderiliyor, bazı çocuklarımıza, işte yönlendirme yaparken "Sen çocuğunu al git, meslek lisesine yazdır. Sen çocuğunu, işte, bilmem Anadolu lisesine götür?" Zaten sınavlara giriliyor ama?
Şimdi, vicdanlı olan bir öğretmen, bunları, bu kararı verirken -bu toplam puanı almada- en azından bu öğrencinin? Çünkü bunlar, gerçekten, geçerli ve güvenilir testler olmadığı için ve çocuğun bir anlık, derse giren hocanın da ölçebildiği kadarıyla değerlendirmesine tabi tutulan bir boyut. Bu boyutla çocuklarımızın geleceği belirleniyor. Ben, ne kadar tutarlı olabildiğini de -bunları- size bırakmak istiyorum.
Şimdi, diyoruz ki: "Özellikle, artık, eğitim kurumlarının daha dikkatli olması lazım. `Temel beceriler' dediğimiz becerilerin, ilköğretimin birinci kısmında, `ilkokul' dediğimiz kısmında verilmesi gerekiyor." Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, okul öncesi eğitimi bir, ilkokulları beş yıl, orta okulları üç yıl, liseleri de üç yıl olarak düşünüyoruz. Çünkü, burada, buranın altını doldurduğumuzda, özellikle, "ilkokul" olarak verdiğimiz sistemde kişisel ve sosyal gelişim olarak yaşamayı öğrenme, hayatı öğrenme becerisinin bu çocuklara kazandırılması lazım. Bir "eğitsel gelişim" dediğimiz öğrenmeyi ve düşünmeyi öğrenmenin çocuklara kazandırılması lazım ve aynı zamanda, mesleki gelişim için temel olan çalışmayı öğrenme yani bir konuyu araştırma, mesleki tecrübeleri edinebilme -daha doğrusu iş, yaşam ve çalışmaya uygun olumlu tutumlar geliştirebilme- becerilerinin ilköğretim kısmında kazandırılması gerekiyor. Ortaokullara geldiğimizde, "ortaokul" olarak verilen alanlara geldiğimizde, özellikle, bugün, Genel Kurul açıldığından beri de ifade edilen, sayın arkadaşlarımızın da, grup başkan vekili arkadaşlarımızın da ifade ettiği gibi, artık burada çeşitli programların uygulanması lazım. Ama ben tekrar, seçmeli dersler bazında, özellikle bu 4+4+4 sisteminde verileceği iddia edilen seçmeli derslere de vurgu yapmak istiyorum, dikkatinizi çekmek istiyorum. Şu anda "medya okur yazarlığı" diye seçmeli ders var, şu anda çocuklar okuyor. O derslere kimlerin girdiğini biliyor musunuz? Fen dersi hocaları giriyor. Çünkü norm fazlası durumuna düşmemek için, hocanın saatini doldurmak için bu dersler hocalara veriliyor, ders saatlerini doldurmak için. Eğer böyle seçmeli dersler yapılacak ise bu seçmeli derslerin hiçbir zaman konmamasında fayda var. Biz diyoruz ki, bunun gelin, bir fizibilitesi hazırlansın; hangi derslere, özellikle küresel konjonktürün gerektirdiği hangi derslere ihtiyaç var ise bu alanlar iyi belirlensin, buna yakın alanlarda eğitim almış olan öğretmenlerimiz kısa bir hizmet içi eğitimden geçirilerek bu alanlarda eğitebilir, öğrencileri yetiştirebilir bilgileri kazandırsınlar. Bu alanda da yine eğer şu andaki gibi uygulamalar yapılacaksa gerçekten büyük bir fiyaskoyla karşılaşacağız diye düşünüyoruz.
Bir de geçen gün Sayın Dinçer'in, Millî Eğitim Bakanının eğitim fakülteleri dekanlarıyla yaptığı toplantısından bir pasajı özellikle vermek istiyorum. Diyor ki: "Öğretmenler yalnızca tayinleriyle ve maaşlarıyla ilgileniyorlar." Öğretmenler kendi alanlarıyla ilgili öneri getirmiyorlar diye? Öğretmenlerimiz kendi alanlarıyla ilgili öneri getiriyorlar ama siz kulak asmıyorsunuz getirdikleri öneriye.
Ben hepinize teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
OKTAY VURAL (İzmir) - Bakan öğretmen düşmanı bakan zaten!
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Topcu.