GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 375 SAYILI KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:50
Tarih:11.01.2012

BDP GRUBU ADINA DEMİR ÇELİK (Muş) - Sayın Başkan, çok saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; hepinizi Barış ve Demokrasi Partisi adına saygıyla selamlıyorum.

112 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin 3'üncü maddesine ilişkin söz almış bulunmaktayım. Buna dair bir kısım düşüncelerimi paylaşmak üzere aldığım bu sözde de öncelikle ilerleyen bu saatte değerli halkımızı da selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; az önce grubumuzdan bir arkadaşımızın bir kısım konulara ilişkin düşüncelerini ifade etmeye çalıştığı bir an ve saatte grubumuzun tümünü hedefleyerek on para etmediğimiz yönlü bir söylemde bulunan Sayın İçişleri Bakanımızı bir kez daha sorumluluğa davet ederek bu söyleminden ileri gelen sorunu gidermek adına özür dilemeye davet ediyorum.

Barış ve Demokrasi Partisi, halkın iradesi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin dört büyük partisinden biridir. 3 milyon civarında seçmeninin oyuyla bizatihi iradesini temsile hak verdiği biz milletvekillerini hiç kimsenin ama hiç kimsenin yermeye, hakaret etmeye ve bu Mecliste ağza bile alınması abesle iştigal olan söz ve davranışla bizi mahkûm etmeye hakkı yoktur.

Başbakanın bu ve benzeri söylemine binaen Meclisin suskun olması, Meclis Başkanının suskun olması da ayrıca sorgulanmaya muhtaç bir konu olsa gerek diye düşünüyorum. Hâlbuki yasama organı faaliyetini yürüten Meclisin her şeyden önce toplumun mutluluğu, zenginliği ve müreffeh bir topluma evrilmesi için hizmet üretmesi ve yürütmesi gerekiyor ama gelin görün ki düşüncelerimize, fikirlerimize, siyasal anlayışımıza bile tahammülün olmadığı bu Mecliste hakaret işitmek bizim hakkımız olmasa gerek. Sizin kadar, sizler kadar bizim de bu Mecliste siyasal, sosyal, demokratik ve ekonomik konularda düşünce ifade etmeye, söz söylemeye hakkımız vardır. Bu hakkı halkımızdan ve seçmenimizden aldığımız hakkın gereği olarak icrasıyla sorumluyuz. Bu haktan hiçbir güç bizi alıkoyamayacaktır. Biz bildiğimiz, inandığımız davada ölümleri göğüsleme kararı ve inancını dün gösterdiysek bugün de bundan bir adım geri atmayacağız çünkü yürüttüğümüz dava insanlık davasıdır, yürüttüğümüz dava hak davasıdır. Birilerinin icazeti, insafı ve iznine tabi olan bir dava olmuş olsaydı biz de sizlerin emir ve kulu noktasındaki bürokratınız olurduk, askeriniz olurduk. Ama hiyerarşik ilişkiyi reddeden, hazineden yararlanmamayı sorun etmeyen, yüzde 10 seçim barajını yok hükmünde sayan ve halkın öz gücüne dayalı bir iradenin buraya taşınmasından başka bir sorunu, derdi olmayan bu parti ve onun geleneğine ne olursunuz insaf ve izanla yaklaşmanızı diliyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; altı aylık süre zarfında otuz beş civarında kanun hükmünde kararnameyle maddelerin değiştiriliyor olması, personelde, Köy Kanunu'nda, vergide, Belediye Kanunu'nda değişikliğe gidiliyor olması yeni değil. Doksan iki yıllık cumhuriyet tarihimizin her döneminde demokratikleşemediğimiz için, sivilleşemediğimiz için başvurduğumuz, başvurmaya da devam edeceğimiz bir açmazımız. Yasama organı her gün göreceli, palyatif ve geçici çözümlerle soruna neşter atmak yerine çözümler arıyor olması kabul edilemez.

Bir ülke düşününüz ki ikili iktidarın hükmü olduğu bir ülkedir ve ikili iktidarın hükmü olduğu ülkemizde bir yanıyla askerî vesayet, yüksek yargı, Danıştay ve Sayıştayıyla ayrı bir anlayış ve iktidar odağı, biri de biz yasama organına verilen şekliyle demokratik bir hukuk devletinin iktidarı. Bu iktidarlar arası çatışma ve çelişkiyi gideremediğimizde, iktidarı tekleştirip demokratikleştiremediğimiz sürece sorunu çözüme kavuşturamayız. Çözüme kavuşturamadığımız için de 28 Aralıkta 34 vatandaşımızın ölümü üzerine, devlet olmaktan, devleti yöneten erk olmaktan ileri gelen sorumluluğumuzun gereği özür de dilemeyiz, halkın temsilcisi olan milletvekillerinin temsilinden oluşan bir gruba hakareti de kendimize görev biliriz. Hâlbuki bu ülke, yani güzide ülkemiz, yani Türkiye'miz otuz altı etnik kimliğiyle, farklı inanç ve dinî öğeleriyle, farklı kültürel yapısıyla demokratik bir ülke olmuş olabilseydi, bugün gündemimiz de, güncelimiz de çok farklı olurdu ama maalesef, dün tartıştığımızı bugün ve yarın da tartışmaya devam edeceğiz. Rutini tekrarlayan özgünlük bu Meclisin karakterine uymamalı. Eğer bu Meclis değişimi, dönüşümü, hukuk devletini esas alacaksa olmamalı ve yine bu Meclisin, irademize ipotek koymayı hâlâ askerî vesayetin gereği olarak kendisine hak gören bir Genelkurmay Başkanına da söyleyebilecek sözü olmalı.

Düşününüz ki 12 Eylül Anayasası'nın mimarı Sayın Kenan Evren'i yargıladığımızla övünüyoruz; yine, 26'ncı Genelkurmay Başkanı olan Sayın İlker Başbuğ'u yargıladığımızla övünüyoruz ama 12 Eylül rejiminin anayasasıyla yargıladığınız bu generaller, sadece mevcut iktidarın çelişkilerinden öte bir anlam ve değer ifade etmiyor.

Bugün Genelkurmay Başkanlığını yürüten Sayın Necdet Özel, kendisinin görev alanı olmadığı hâlde ana dilde eğitimi istemediğini, doğru bulmadığını söyleyebilme, dolayısıyla irademizin ve siyasal faaliyetimizin alanına girmeyi hak görmüştür. Buna itiraz edecek miyiz, susup kabullenecek miyiz?

İleri demokrasi olarak övündüğümüz ülke gerçek anlamda bir hukuk devleti, insan haklarına duyarlı bir devlet olmuş olsaydı, İskandinav ülkelerinde, yani İsveç'te, yani Finlandiya'da, yani Norveç'te sınıfta 5 kişinin ana dilinde eğitim görsün noktasında talebi, yani velilerinden iletilen talebi iletildiğinde Kürt de olsa Türk de olsa Arap da olsa ana dilinde eğitim fırsatı verilir.

Sayın Başbakanımız Almanya'yı ziyaretinde "Asimilasyon insanlık suçudur." demiştir. Doğrudur, insanlık suçu olan asimilasyon, insanın doğuştan getirdiği, kazandığı kimlik ve ana diliyle konuşma ve eğitim görme hakkını reddettiği için insanlık suçudur ama Kürt olarak, Kürtler olarak, Araplar olarak, ötekiler olarak, biz bu ülkede yani Türkiye Cumhuriyeti'nde ana dilimizle eğitim görmediğimiz gibi bunu istediğimiz için bölücülük yaftasıyla, terörist yaftasıyla yargılanıyoruz. Eğer suçumuz ana dilini istemek ve bu bölücülükse, nezdinizde, evet biz bölücüyüz ama bizim hak ve meşru olan talepleri dile getirme ısrarında ve inancında olduğumuz konu, annemizden sizler gibi, sizin gibi hak olarak bildiğimiz şeyin arkasına düşüyor olmamız, onu kovalıyor olmamızdır. Bunu iktidarlar gasbetmiş olabilir, dün etmiş olabilir, bugün etmiş olabilir ama hiçbir zaman gasbedilenin hak olmadığı, doğru olmadığı gerçeğiyle yüzleşmemiz lazım. Yüzleşmediğimiz takdirde, Başbakanın Aralık 2011'de Dersim'le ilgili "Gerekirse özür diliyorum." demesi de lafta ve sözde kalır. Koçgiri'yle, Şeyh Sait'le, Zilan'la, Ağrı'yla, Dersim'le, Gazi'yle, Çorum'la, Sivas'la, Maraş'la, 1977 1 Mayısıyla yüzleşebilirsek gerçek anlamda demokratik bir ülke oluruz, gerçek anlamda hukukun üstünlüğü, insan hak ve özgürlüklerinin anlam bulduğu, değer biçildiği bir ülke durumuna gelebiliriz. O zaman Kürt'ün Türk'le buluşması, kucaklaşması, kardeşleşmesi, öteki kimliklerle kültürlerin buluşması yolunu da açmış oluruz. Bu Meclise de düşen budur.

Bu anlamıyla, demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasayı tartıştığımız günümüz Türkiye'sinde bu ve benzeri palyatif çözümlerle değil yüz yıl sonrasında bile değiştirilemeyecek, özgürlükçü, eşitlikçi maddelerle Anayasa'mızı taçlandıralım?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DEMİR ÇELİK (Devamla) - İçinde personel de, belediye de, vergi dairesi de kendisini bulsun.

Saygılarımla iyi akşamlar diliyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Çelik.