| Konu: | KATMA DEĞER VERGİSİ KANUNU İLE BAZI YATIRIM VE HİZMETLERİN YAP-İŞLET-DEVRET MODELİ ÇERÇEVESİNDE YAPTIRILMASI HAKKINDA KANUN VE KAMU İHALE KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 81 |
| Tarih: | 21.03.2012 |
MHP GRUBU ADINA ERKAN AKÇAY (Manisa) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri; 194 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin 2'nci maddesi üzerine söz aldım. Partim ve şahsım adına muhterem heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, ülkemizin enerji, baraj, sulama, otoyol, demir yolu, deniz ve havalimanı gibi kalkınmada stratejik öneme sahip büyük ölçekli yatırımlara olan ihtiyacı her geçen yıl artmaktadır. Türkiye'nin, yılda ortalama yüzde 17 civarında düşük bir tasarruf oranıyla istikrarlı ve yeterli bir büyüme hızına kavuşması ve ihtiyacı olan büyük yatırımları kıt kamu kaynaklarıyla gerçekleştirmesi oldukça zordur. Bu gerçekler, Türkiye'nin yatırım potansiyelini azami düzeyde artıracak olan kamu-özel ortaklığı yatırım işbirliğini teşvik eden modellerin getirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle, stratejik önemi haiz yatırımların teşvikine ve yatırım maliyetlerinin düşürülmesine yönelik düzenlemelere, ilke olarak olumlu baktığımızı ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti seksen dokuz yıl önce, 1923'te, yokluk ve kıtlık içinde geçen uzun savaş yıllarından sonra, harap ve bitap düşmüş bir ülke ve yok denecek kadar çökertilmiş bir ekonomik miras üzerine kurulmuştur. Türk milleti, yorgun ve yoksul, insan kaynakları bakımından fevkalade zayıf, sermayesi ve sanayisi yok, şekerden kumaşa günlük ihtiyaçlarının tamamını dışarıdan alan bir ülkeydi. Kapitülasyonlar ve dış borçların ağırlığı altında dışarıya tam manasıyla bağımlı bir ülke, ulaşım, enerji, sulama gibi aklınıza ne gelirse, hiçbir altyapısı olmayan bir ülke. Lütfen, kimse nankörlük yapmasın; nereden, hangi şartlarda buraya geldiğimizi bilmek ve hatırlamak zorundayız. Türkiye Cumhuriyeti 1923'ten beri çok büyük yatırımları, yüz ağartan devasa projeleri gerçekleştirmiştir. 1923'lü ve 1930'lu yılların imkânları ve potansiyeli göz önüne alındığında, yapılanları asla azımsayamayız ancak Atatürk'ün ifadesiyle, yaptıklarımızı da asla kâfi göremeyiz. Daha çok yapmalıyız ve daha çok çalışmalıyız.
Mustafa Kemal Atatürk döneminde, Demiryolları ve Limanlar Genel Müdürlüğü kurularak yabancıların elindeki demir yolları ve limanlar satın alınmıştır, İstanbul Telefon Şirketi yabancılardan satın alınmıştır, Tekel Genel Müdürlüğü kurulmuş, Şeker Fabrikaları, Sümerbank, SEKA İzmit Fabrikası, Maden Tetkik Arama ve Maden İşletmeleri, Denizbank gibi daha çok sayıda yüzlerce iktisadi işletme ve burada saatler boyu sayamayacağımız kadar fabrikalar yapılmıştır.
Atatürk döneminde gerçekleştirilen fabrika ve işletmelerin ve daha sonra kurulan diğer işletmelerin hemen hemen hepsi, 1985 yılından itibaren başlatılan özelleştirmeler sonucunda yerli ve yabancı özel sektörün eline geçmiş, içi boşaltılan bir kısım kuruluşlar da çeşitli kuruluşlara devredilmiştir.
Atatürk dönemi ile bugünkü uygulamalar arasındaki temel fark, birinde devlet yabancıların elindeki varlıkları millîleştirip bunlara daha fazlasını ve yenilerini ilave ederken, şimdi elde ne varsa satılmakta ve bırakın yerine yenilerinin konulması, devlet tarafından âdeta büyük projeler yapılmamaktadır.
Bu arada, seksen dokuz yılın envanterini ve muhasebesini yaptığımızda, kazandıklarımıza, yaptıklarımıza baktığımız gibi bir de kazanıp da kaybettiklerimize ve yapamadıklarımıza bakmamız gerekir. Bu muhasebeye en çok dokuz yıllık AKP İktidarının ihtiyacı vardır. Dokuz yılda yapılanların mı yoksa satılanların mı daha çok olduğuna bakarsak, AKP İktidarı yapmaktan çok satmıştır. Dokuz yıllık AKP döneminde enerjiden ulaşıma, telekomünikasyondan kimya devlerine kadar pek çok kritik sektördeki bin doksan üç parça, kısım kısım, 40 milyar dolarlık kamu varlıkları satılmıştır. Özelleştirmeden sorumlu eski Maliye Bakanı Sayın Unakıtan'ın "Satışa çıkıyoruz, parayı veren düdüğü çalar. Kârlı-kârsız ne varsa satacağız, ne banka bırakacağız ne fabrika ne işletme, liman da bırakmayacağız, hepsini satacağız." sözleri Adalet ve Kalkınma Partisinin ekonomi anlayışını ve yönetim anlayışını açıkça ortaya koymaktadır. Eski Maliye Bakanının dediği gibi, AKP ne fabrika ne banka ne işletme ne liman bıraktı, hepsini sattı. Böylece yabancı bankaların payı Türkiye'de yüzde 50'yi aştı.
Sayın Ulaştırma Bakanı özelleştirmeleri eleştirenlere "Bunları alanlar sırtında mı götürüyor?" demiştir. Doğru, fabrikaları, bankaları alan yabancılar bunları sırtlarında dışarıya götürmüyorlar ama her yıl kâr transferleriyle elde ettikleri kârlar sırtlarında yurt dışına götürülüyor.
Dokuz yılda özelleştirmelerden 40 milyar dolarlık gelir elde edildi. Peki, bu paralar nereye gitti? AKP özelleştirmelerden sağladığı bu gelirlerle buna eşit, bunlardan daha büyük yatırımlar mı yaptı, istihdam mı sağladı, işsize iş, yoksula aş mı sağladı? Hiç birini yapmadı. Özelleştirme gelirlerini faiz ödemelerine harcadı, bütçe açıklarına aktardı, borç ödemelerinde kullandı. Peki, borç ödemelerinde kullandı, ne oldu? 2002 yılında toplam borç stoku 221 milyar dolar iken 2011 yılının ikinci yarısı itibarıyla Türkiye'nin iç-dış, tüm özel-kamu toplam borç stoku 538 milyar dolara ulaşmıştır.
Değerli milletvekilleri, süremiz yetmediği için AKP'nin özelleştirmelerinden sadece iki örnek vermek istiyorum: Tekelin alkol birimi 2004 yılında kasasındaki 348 trilyon lira ve 70 milyon Türk lirası değerindeki içkiyle beraber 292 milyon dolara bir konsorsiyuma satılmıştır. Sadece iki yıl sonra, 2006 yılında, sözü edilen konsorsiyum Tekelin içki bölümünün yüzde 92 hissesini Amerikan Texas Pacific Group'a 3 katı fiyatla 810 milyon dolara satmıştır. Yaklaşık bir yıl önce de İngiliz alkol devi Diageo, Türk alkollü içki üreticisi Mey İçkiyi 2 milyar 100 milyon dolara satın almıştır. Diageo, Türkiye'yle gümrük vergisi üzerinde anlaşmazlık yaşıyordu ve altı ay süreyle Türkiye'ye sevkiyat da gerçekleştirememişti. İngiliz firmasının devlete yaklaşık 300 milyon dolar gümrük vergisi borcu bulunmaktaydı; bu da, 6111 sayılı Torba Kanun'la bu borcu da affedilmiştir.
Yine, meşhur, "Sami Ofer" isimli iş adamına TÜPRAŞ'ın yüzde 14,6'sı, kapalı kapılar ardında, ihalesiz bir şekilde satılarak devlet 800 milyon dolar zarara uğratılmıştır ve bu, mahkeme kararıyla da sabit durumdadır.
Yine, gerçek değeri 51 milyon dolar olan Balıkesir SEKA Kâğıt Fabrikası 1 milyon 100 bin dolara satıldı ve bu satışla ilgili âdeta yılan hikâyesi ve mahkeme safahatı devam etti.
Vatandaşın vergileriyle kurulan ve tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan bu kurumları yok pahasına birilerine satmak, âdeta peşkeş çekmek elbette hesabı gerektirir bir durumdur.
Değerli milletvekilleri, hükûmetler, önceden belirlediği bazı yatırım projelerini özendirmek amacıyla vergi kanunlarında teşvik mahiyetinde değişikliklere gidebilir. Vergi mevzuatında yapılan bu tür değişiklikler hükûmetin yatırım ve enerji politikalarının hedeflerini de ortaya koyar. Teşvik politikalarının amacına ulaşabilmesi için bazı ilkelere uygun olması gerektiğini düşünüyoruz ve başlıklar hâlinde sayacak olursak şu şekilde özetleyebiliriz: Öncelikle vergi teşviklerinin gücü abartılmamalıdır. Ekonomik kalkınma için başka düzenlemelere de ihtiyaç duyulduğu unutulmamalıdır. Yaygın vergi teşvik uygulamalarına gidilmemelidir. Rekabet gücünü ve entegrasyonu artıracak, yatırım-üretim-ihracat zincirini kuracak teşviklere öncelik veren politikalar izlenmelidir.
Diğer ilkeleri de ileride konuşma fırsatımız olduğunda ifade etmek üzere muhterem heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Akçay.