GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: AFET RİSKİ ALTINDAKİ ALANLARIN DÖNÜŞTÜRÜLMESİ HAKKINDA KANUN TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:78
Tarih:14.03.2012

AK PARTİ GRUBU ADINA EROL KAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, her şey gibi konut da, şehir de insan içindir. İnsan ile çevresi arasındaki ilişki karşılıklıdır, insan çevresini şekillendirir, çevresi de insanı.

Şairin dediği gibi:

"İnsan yaşadığı yere benzer.

O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer.

Evlerine, sokaklarına, köşe başlarına benzer."

Dünyayı algılamaya başlayan çocuk annesinden, babasından, aile fertlerinden sonra yaşadığı konutu, o konutun bulunduğu sokağı, muhiti, mahalleyi, ilçeyi, şehri kavrar, bunlar üzerinden dünyayı okur, diğer insanları değerlendirir. İnsan ile mekân arasındaki bu kadim ilişkiyi kavramadan atılan her adım, bulunulan her tasarruf, yapılan her iş potansiyel sorun kaynağıdır.

Sağlam, güvenli, estetik, çevreyle dost bir ortamda büyümek ve yaşamak ile ilk depremde yıkılması muhtemel olan, güvensiz, bununla birlikte her türlü kirliliğin de tam ortasında bulunan bir mekânda yaşamak aynı değildir. Zorunluluklar ve asırlık yanlışlar insanlara yaşayacakları yerleri seçme imkânını maalesef tanımıyor. Bilhassa yeni nesiller kendilerini çarpık yerleşim birimlerinin ortasında buluyorlar. Sanıyorum burada bulunan bütün milletvekillerimiz, konutun temel bir insan hakkı olduğu konusunda hemfikir.

Anayasa'mızın 23'üncü maddesi, sosyal ve ekonomik gelişmeyi sağlamayı, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmeyi, 56'ncı maddesi ise herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olmasını vurgulamaktadır.

Burada sormamız gereken soru şudur: Konut, ama hangi konut? Elbette, hepimiz, bütün vatandaşlarımızın çevresiyle, sokağıyla, binasıyla, içindeki imkânlarıyla insanca yaşayabileceği, güven ve huzurla ikamet edebileceği konutlara sahip olmasını istiyoruz. Ülkemizde çarpık kentleşme sadece gecekondulardan ibaret değildir. Uzaktan baktığınızda sıra sıra dizili apartmanlardan oluşan yerlerin önemli bir bölümü de çarpık kentleşme kapsamındadır. Çünkü bu binaların gerçek anlamda konutla, medeniyet kavramının mütemmim cüzü olan şehirle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Çarpık kentleşmenin sonuçlarından biri de yoksulluğu, asayiş sorunlarını, adaletsizlikleri içinde barındıran çürümüş şehir yapısını bünyesinde beslemesi ama gözlerden uzak saklamasıdır.

İstanbul'un Pendik ilçesinde Belediye Başkanlığına başladığımda, on beş yıllık süre içerisinde, zorunlu olarak köylerinden, ilçelerinden, illerinden İstanbul'a göçmüş büyük bir nüfusla karşılaştım. Bunların büyük bölümü, başını sokacağı derme çatma bir yer inşa etmiş ancak suyu ve elektriği olmayan binalarda, çamurlu sokaklardan geçilmeyen, okulu, sağlık ocağı, yolu olmayan mahallelerde yaşıyordu. Başta Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere bütün arkadaşlarımızla birlikte İstanbul'u modern bir şehir görüntüsüne büründürmek, gerçek manada şehirleşmeyi tesis etmek için yoğun bir çaba sarf ettik.

Genel Başkanımız, Hükûmete geldikten sonra da İstanbul'da edindiği bu tecrübeyi TOKİ aracılığıyla bütün Türkiye'ye taşıdı. AK PARTİ olarak 2002 yılında "500 bin konut yapacağız." dediğimizde sanıyorum pek çok kimse buna bıyık altından gülmüştü. Bugün birinci 500 binlik hedefe ulaşmış, ikinci 500 binlik konut üretimine başlamış bir parti olarak huzurlarınızda bulunuyoruz.

TOKİ ile gecekondulaşmanın, kentlerin daha çarpık hâle gelmesinin önüne geçildi. Ancak önceden oluşmuş, şehirlerin artık merkezlerinde kalmış yerleşim yerlerinin dönüşümü konusunda arzu ettiğimiz hızı ve etkinliği yakalayamadık. Şunu ifade etmek isterim ki: Bu sorun mevcut mevzuatla, mevcut uygulamalarla çözülebilecek olsaydı bugüne kadar zaten çözülmüş olurdu.

Afet riski taşıyan bölgelerin dönüştürülmesi düşüncesi yeni bir düşünce değildir. 1939 Erzincan depreminin ardından, zelzele mıntıkalarında yapılacak inşaata ait İtalyan Yapı Talimatnamesi'nin Türkçeye çevrilmesiyle mevzuat çalışmaları başlamıştır. 2007 yılına kadar toplam 9 adet deprem yönetmeliği yürürlüğe girdi. Bu süreçte 775 sayılı Gecekondu Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu, 2985 sayılı TOKİ Kanunu gibi birçok düzenlemeler yapıldı. Geçtiğimiz yıllarda, kamu reformu kapsamında, Belediye Kanunu ve bunun içerisinde 73'üncü maddede, kentsel dönüşüm alanlarıyla ilgili belediyelere yetki verildi. 2010 yılında, 5998 sayılı Kanun'la aynı yetki yeniden düzenlendi. 2007 yılında, 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu'nda yaptığımız değişiklikle, binaların güçlendirilmesi veya yıkılarak yeniden yapılması süreciyle ilgili bina yönetiminin karar almasını kolaylaştırdık, yaptırımlar getirdik. Bu düzenlemelerle, yıllardır ihmal edilen kentsel dönüşümde ciddi adımlar atıldı.

Değerli arkadaşlar, tüm Türkiye'de kentsel dönüşümün gerekliliğini, afet ve deprem yönetmeliklerine göre hazırlanan rakamlar çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Nüfusumuzun yüzde 45'i 1'inci derecede deprem bölgesinde, yüzde 25'i 2'nci derecede deprem bölgesinde, yüzde 15'i 3'üncü, yüzde 13'ü 4'üncü, yüzde 2'si 5'inci derecede deprem bölgesinde yaşamaktadır. Deprem bölgeleri haritası baz alındığında, ülkemiz topraklarının yüzde 96'sı farklı oranlarda tehlikeye sahip deprem bölgeleri içinde kalmakta olup nüfusumuzun yüzde 98'lik kısmı da bu bölgelerde yaşamaktadır. Deprem tarihimizde, yüz yedi yılda 100 binden fazla insanımızı kaybettik, 600 binden fazla konutumuz ise hasar gördü. Bizi bugün görüşmekte olduğumuz kanunu huzurlarınıza getirmeye iten sebep işte budur.

Biliyorsunuz, 1999 depreminin üzerinden on üç yıla yakın zaman geçti. Bu arada, son örneği Van olmak üzere, daha başka depremler ve sel felaketleri yaşadık. Biz mevcut sistemin çıkmazları içinde dönüp durdukça depremler bizi vurmaya, can almaya, yıkıntılar altında hayatlar söndürmeye devam etmektedir. Ülkemizin önemli bir gerçeği olması hasebiyle hep depremden bahsediyorum ancak başta Karadeniz Bölgemiz olmak üzere, Isparta Senirkent gibi şehirlerde yaşadığımız heyelan ve sel felaketleri hepimizin belleklerinde tazeliğini korumaktadır.

Bu düşüncelerle ve yaşadığımız felaketlerden ders çıkararak afet riski altındaki alanların dönüştürülmesinin aynı zamanda büyük kentlerimiz için köklü bir yeniden yapılanma ile eş değerde olduğunu biliyoruz. Bunun için, hem depreme karşı hazırlıklı olmak hem de bu vesileyle şehirlerimizi hastalıklı yapılardan kurtarmak için sistemde köklü değişikliklere gitmek zorundayız. Şartları değiştirmeden sürekli aynı şeyleri yapıp sonucun değişmesini beklemenin akılla, mantıkla, izanla bağdaşır tarafı yoktur. İşte bu kanun tasarısıyla şartları değiştirmeyi hedefliyoruz.

Değerli milletvekilleri, 12 Haziran 2011 seçimlerinden önce AK PARTİ olarak demiştik ki: "Önümüzdeki dönemde iki önceliğimiz var, bunlar kentsel dönüşüm ve depreme hazırlıktır." Esasen, geçtiğimiz dokuz yılda kentsel dönüşüm noktasında çok büyük projeler gerçekleştirildi. Türkiye genelinde yüzlerce bölgede yüzlerce proje ile on binlerce konutluk gecekondu dönüşüm çalışmaları yapıldı. Trabzon Zağnos'ta, İzmir Kadifekale'de, Denizli Bağırsakdere'de, Diyarbakır Sur ilçesinde yürüttüğümüz kentsel dönüşüm projeleri ayrımcılık yapmadan çalıştığımızın somut örnekleridir. Bu kanunun çıkmasından sonra kentsel dönüşüme daha da hız verilecek, şehirlerimizin çehreleri süratle değiştirilecektir. Deprem tehdidine karşı mevcut imkânlar çerçevesinde alınabilecek önlemleri alacak, binalarıyla, altyapısıyla, çevresiyle güvenli ve huzurla yaşanabilecek yerleşim yerlerini oluşturacağız. Dikkatlerinizi çekiyorum ki bugün bütün bu çalışmaların odağında insan vardır. İnsanın can güvenliğini sağlamak, insanın yaşam kalitesini yükseltmek, insanın mutluluğunu sağlamak bizim için her şeyin önünde gelmektedir. İnsan için üretilmeyen konutun, insan için inşa edilmeyen şehrin, insan için dizayn edilmeyen çevrenin bizim nezdimizde hiçbir kıymetiharbiyesi yoktur. Aynı şekilde, bize göre bir ülkedeki yönetim kalitesini, toplumun gelişmişlik düzeyini ve medeniyete yaptığı katkıyı belirleyen faktörlerin başında şehirler gelmektedir. Bugün ülkemizde nüfusumuzun henüz yaklaşık dörtte 3'ü şehirlerde yaşıyor. Avrupa'da bu oranın yüzde 85'lerde olduğunu hatırlatmak isterim. Sürdürülebilir şartların yerine getirilmesiyle şehirleşme olumlu bir gelişim gösterir, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının kuruluşu da işte bu bakış açısının ürünüdür. Altını çizerek belirtmek istiyorum ki deprem tehdidine karşı oluşturulmuş standartlar, zaman zaman bu konuda yeterli özeni göstermeyen yerel yönetimler bulunsa da genel olarak tavizsiz şekilde uygulanıyor.

Değerli milletvekilleri, ikametten ibaret görülmemesi gereken konut alanları, alışveriş yerleri, çocuk oyun alanları, parkları, kütüphaneleri, spor alanları, ibadethaneleri ve sağlık ocakları, bir bütün olduğu anlayışıyla inşa edilmelidir. Afet riski altındaki alanların dönüşümünü de aynı şekilde gerçekleştirmeyi hedefliyoruz. Sadece depreme dayanıksız konutları yıkıp yerine depreme dayanıklı konutlar inşa etmek çok kolaycı bir yaklaşım olur. Biz, kolay olanı değil, zor olanı tercih ediyoruz. Afet riski sebebiyle zorunlu olarak başlatmak zorunda olduğumuz bir süreci topyekûn dönüşüm fırsatına çevirmek, gerçek anlamda yaşam alanları oluşturmak amacındayız. Bu sistemi kendi finansman dinamikleriyle işler kılmak zorundayız. Elbette vatandaşlarımız da, kamu da elini taşın altına koyacak. Aksi takdirde, buna ne tek başına vatandaşımızın gücü yeter ne de sadece kamu imkânlarıyla makul bir sürede bu işi başarmamız mümkün olabilir. 12 Haziran seçimlerinde ortaya koyduğumuz 2023 vizyonunun şehircilikle ilgili hedeflerinin odağında işte bu anlayış yer alıyor. Yaşanabilir mekânlar ve marka şehirler olarak ifade ettiğimiz yaklaşım, hem afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi hem de kentsel tasarım ve estetik kaygılarını karşılayacak yaşam alanlarının oluşturulmasını sağlayacak. Bunun için sadece afet riski altındaki alanları yeniden değerlendirilmekle kalmayacak, şehirlerdeki kamu arazilerini de bütün toplum için ortak fayda sağlayacak şekilde aktif kullanıma açacağız. Kentsel dönüşümde önceliğimiz orta ve alt gelir grubunun konut ihtiyacını karşılamak olacak. Bütün bunları yaparken elbette hem kentlerin özgün kimliğini hem de çevreyi koruma ilkelerinden asla taviz vermeyerek gerçekleştirmek ve yapmak zorundayız. Bu süreçte işlemleri basitleştirecek ve hızlandıracak her türlü tedbirleri alacağız. Görüşmekte olduğumuz kanun tasarısı, bu bakımdan önemli yenilikler içeriyor.

Değerli milletvekilleri, İstanbul'un yakın bir gelecekte şiddetli bir depremle karşı karşıya kalma olasılığının yüksek olduğu bilim adamlarınca belirtilmektedir. Bu depremin 100 milyar lira hasar ortaya koyacağı tahmin edilmektedir. Bugüne kadar İstanbul'un Anadolu yakasında ve Avrupa yakasında Başakşehir ve Kayabaşı'nda, Maltepe ve Pendik'te depreme dayanıklı, yaşanabilir ve güzel örnekler inşa edildi. Benzer çalışmalar, Ankara, İzmir, Bursa, Kayseri, Konya, Trabzon, Samsun, Kocaeli başta olmak üzere, bütün şehirlerimizin tamamı ile deprem riski altındaki bütün yerleşim yerleri için düşünülmektedir. Tasarı, afet meydana geldikten sonra yara sarma değil, "yara almama" anlayışına dayanıyor. Bu sayede, Anayasa'mızdaki sosyal devlet ilkesinin hayata geçirilmesi için önemli bir adım atılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, bu düzenleme ile mevzuatımızda ilk defa kapsamlı bir biçimde, riskli yapılaşmaya ciddi bir alternatif çözüm üretilmektedir. Bilindiği gibi Hükûmetimiz dönemine kadar çözüm adına iki yaklaşım hâkimdi: İlki; yasalarla, düzenlemeyle, imara aykırı olan binalarla ilgili düzenleme, yapılan af çalışmasıdır ki bugüne kadar on bir af çıkmıştır.

İkincisi ise; imar plan değişikleri yoluyla yoğunluk artırmak suretiyle ve "yapsat" anlayışı çerçevesinde yapılan uygulamalardır.

Tasarı ile riskli yapılaşmaya dair kapsamlı bir çözüm üretilmekte, bugüne kadar yapılan düzenlemelerin devamı ve tamamlayıcısı bir kanun hazırlanmıştır. Af yerine sağlıklı ve kapsamlı bir dönüşüm getirilmekte, yeni uygulama araçları oluşturulmakta, İmar Kanunu'nun 18'inci maddesi yerine değer esaslı yönteme geçilmekte, imar hakkı transferi düzenlemesi yapılmakta, finansal problem çözülmekte, kamu arazilerinin kullanım imkânı sunulmaktadır.

Anlaşma esaslı olan bu tasarı ile bürokrasi azaltılmakta, kamulaştırma süresi kısaltılmakta, diğer sürelere tahditler getirilmekte, oluşacak olan değer artışının bir kısmının kamuya geri dönüşü öngörülmektedir.

Hâlen ülkemizde kırka yakın özel kanunda imar yetkisi bulunmakta ve bu durum büyük bir karmaşaya neden olmaktadır. Tasarı ile bu yetki karmaşasına da çözüm üretilmektedir.

Biz, afet riskiyle ilgili zorunluluğu, köklü kentsel dönüşüm çalışmaları için bir fırsat olarak görüyoruz. Bu kanun tasarısının, Türkiye'nin çok derin ve acil bir sorununun çözümünü hızlandıracağına olan inancımı bir kez daha tekrarlamak istiyorum. Bu düşüncelerle, tasarının şimdiden ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyor, birkaç hatip arkadaşımızın gündeme getirdiği hususla ilgili de bir iki açıklamada bulunmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bir hatip arkadaşımız, acele kamulaştırmanın ve süre kısıtlılığının fevkalade yanlış olduğunun altını çizdi.

Değerli arkadaşlar, ben on beş yıl belediye başkanlığı yaptım. Bu süreçte biz şunu gördük: Hukuki engellere eğer bir tahdit getirmezseniz, hukuki haklar korunmak kaydıyla ve vatandaş haklarını korumak kaydıyla tahdit getirmezseniz, biz 1939 depremiyle başladığımız bu sürece herhâlde bir yüz yıl daha devam ederiz.

Orman ve meralarla ilgili yağmadan bahsedildi. Ben, tasarının 10'uncu maddesinin ek 13'üncü maddesini okumak istiyorum: "Şehrin içindeki veya yakın çevresindeki ormanlık alanların afet öncesinde piknik alanı, mesire yeri ve afet sonrasında geçici barınma yeri olarak kullanılması için, Orman Genel Müdürlüğüne veya bu Genel Müdürlüğün uygun görmesi hâlinde talepte bulunan idarelere altyapı hizmeti verir." şeklinde bir düzenleme söz konusu. Dolayısıyla, herhangi bir şekilde, afet öncesinde, bugün orman alanlarının kullanılması söz konusu değil.

İkincisi ise meralarla ilgili çok gündeme getirildiği için buna da açıklık getirmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, şehir içerisinde -Belediye Kanunu çok açıktır- hayvancılık yapamazsınız. Dolayısıyla, şehir içerisinde veya şehrin hemen çevresinde bulunan meraların, bu konuyla ilgili yapılacak olan yönetmelikle düzenlenmesi, gayet doğru ve doğal olan bir hadisedir.

Bir başka husus ise "Niçin İzmir ve Eskişehir geciktiriliyor veya geçit verilmiyor? Kuzey Ankara Projesi niçin hayata geçti?" Tek nedeni, bugünkü kanunun çıkmasıdır çünkü Kuzey Ankara Projesi, Belediye Kanunu'ndan yola çıkarak yapılan bir düzenleme değil, bir kanunla yapılan düzenleme olduğu için başarılı olmuştur.

"Şimdiye kadar neredeydiniz?"

Değerli arkadaşlar, bir de sağlam binalarla ilgili şu anda bir düzenleme yok ama şu anda 5393 sayılı Belediye Kanunu'muzun 73'üncü maddesinde, sağlam binaların kentsel dönüşüm kapsamına alınacağıyla ilgili düzenleme zaten var. Ben onu da size okumak istiyorum? Kentsel dönüşüm ve proje alanı olarak ilan edilecek alanın üzerinde yapı olan veya olmayan, imarlı veya imarsız alanlarla ilgili, belediye meclisine yetkiyi 5393 sayılı Kanun'un 73'üncü maddesi zaten veriyor. 2005 yılında bu düzenleme yapıldığında, 73'üncü madde düzenlemesi yapıldığında belediye başkanlarımız haklı olarak önünde engeller olduğunu ifade etti. 2010 yılında yeni bir düzenleme daha yapıldı ve 2007 yılında da 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu'nda bir düzenleme yapıldı. 2007 yılına kadar Kat Mülkiyeti Kanunu'nda karar alabilmek için oy birliği şartı gerekiyordu, bu düzenlemeyle bu kaldırıldı. Ancak bu düzenlemeler bize şunu gösterdi ki: Yeterli olmadığını ya da bu harekete geçme noktasında hem kamunun, belediyelerimizin ve büyükşehir belediyelerimizin hem merkezî otoriterinin hem de vatandaşlarımızın kendi yapılarında harekete geçmesine imkân vermediğini gördük.

Bir başka husussa "2/B gelirlerine aktarılması talan imkânı vermektedir." deniyor. Değerli arkadaşlar, bu kanunda iki tane önemli düzenleme var. Birisi 7'nci maddedeki gelirlerle ilgili düzenleme, ikicisi ise muafiyetlerle ilgili. Bence tasarının hayata geçmesi ya da Türkiye'nin depremle yüzleşmesi noktasında en önemli düzenleme gelirlerle ilgili düzenlemedir ve sadece 2/B alanlarıyla ilgili değil diğer maddelerde de düzenleme yapılmaktadır ki bu da bu kanunun hayata geçmesiyle ilgili bize çok ciddi bir imkân sunacaktır.

Tekrar yüce heyetinizi saygıyla selamlıyor, kanunun hayırlara vesile olmasını Allah'tan temenni ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Kaya.