| Konu: | TÜRKİYE CUMHURİYETİ EMEKLİ SANDIĞI KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 45 |
| Tarih: | 22.12.2011 |
MHP GRUBU ADINA ERKAN AKÇAY (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 113 sıra sayılı Kanun Tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Partim ve şahsım adına muhterem heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, öncelikle Fransa Parlamentosunda sözde Ermeni soykırımını inkârın cezalandırılmasını öngören tasarının kabul edilmesi nedeniyle Fransa'yı ve bu yasaya destek verenleri ve yüce Türk milletine iftirada ısrar edenleri kınayarak sözlerime başlamak istiyorum.
Aydınlanma çağının çıkış noktası olduğu ifade edilen özgürlük, adalet, insan hakları gibi kavramların beşiği ve çağdaş Avrupa medeniyetinin bayraktarı olduğunu savunan Fransa gibi bir ülkenin bu girişimini gerçekten anlamak insani nitelikler bakımından mümkün değildir.
Fransa, 18'inci yüzyılda Aydınlanma Çağı'yla adalet ve insan hakları gibi kavramlarla tanıştı esasında. 5 bin yıllık Türk tarihinin ne Göktürkler döneminde ne Selçuklu ne Osmanlı ne de Türkiye Cumhuriyeti döneminde insanlık dışı bir vakayı görmek mümkün değildir değerli arkadaşlar. Türk milletine "soykırımcı" iftirası atmaya çalışanların kendi tarihleri kanla ve zulümle doludur. Utanmadan, bizim tarihimizle yüzleşmemizi isteyenler, önce kendileri yüzleşmek durumundadırlar ve Türk milletinden özür dilemelidirler ve özellikle Türkiye'de bazı aklıevvel kişiler de bunların tarihleriyle yüzleştiklerini, sıranın da bizde olduğunu ifade ediyorlar. Hayır, asla bunlar kendi tarihleriyle yüzleşmemişlerdir. Fransa'nın 1918 ve 1921 yılları arasında ülkemizin işgalcisi olduğunu, Ermeni komitecisi katilleri Fransız askeri üniforması giydirip Türk milletine zulmettiğini de unutmuyoruz. Maraş'ın kahramanlığı, Urfa'nın şanı, Fransa'nın çirkin yüzüne vurulmuş bir tokattır. Fransa, Kahramanmaraş'taki ahlaksız müstevlidir. Biz ise Sütçü İmam'ın torunları olmaya devam edeceğiz ve inşallah, bir gün, bunların Türk milletinden özür dileyecekleri günleri de göreceğiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 113 sıra sayılı Kanun Tasarısı, başta hizmet sürelerini Emekli Sandığı Kanunu'na ve Sosyal Sigortalar Kanunu'na tabi olarak geçirip emekli aylığı bağlandığı hâlde Emekli Sandığı iştirakçiliğinde geçirdikleri sürelere ilişkin emekli ikramiyelerini alamayanların emekli ikramiyesi alabilme şartlarını düzenlemektedir. Diğer bir düzenleme, en önemli düzenlemelerden birisi de, aile hekimlerince yazılan reçeteler de dâhil olmak üzere, reçetede yazılan üç kaleme veya üç kutuya kadar ilaçlar için 3 Türk lirası, ilave her bir kutu ilaç için 1 Türk lirası katılım payı alınması öngörülmektedir. Ayrıca, hâlen uygulamaya konulmamış olmakla birlikte yatarak tedavide sağlık hizmet bedellerinin yüzde 1'ine kadar katılım payı alınabilmesi hükmü de bu tasarıda muhafaza edilmektedir. Yeşil kartlıların, altmış beş yaş aylığı, muhtaç engelli aylığı alanların, geçici köy korucularının özel sağlık kuruluşlarından hizmet almaları da engellenmeye çalışılmaktadır. Bu vatandaşlarımız ayrımcı bir uygulamaya tabi tutulmaktadırlar. Bir diğer önemli düzenleme de Van ve Simav depremlerinde sakat kalanlar ile ölen sigortalıların hak sahiplerine Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından aylık bağlanmasını düzenlemektedir. Bu üç önemli hususa biraz sonra biraz daha ayrıntılı temas edeceğim.
Değerli milletvekilleri, bu tasarı, bütçe görüşmelerinin en yoğun olduğu bir zamanda alelacele Plan ve Bütçe Komisyonuna getirilip görüşülmüştür. Aslında acil bir düzenleme yoktur ve biz de bunu sorduk. "Aceleniz nedir? Bu tasarıda acil olan ne vardır?" dediğimizde Sayın Çalışma Bakanı "Toplum bu tasarıyı bekliyor." cevabını vermiştir. Biz de haklı olarak sorduk ve sormaya da devam ediyoruz: Yani vatandaşlarımız "Ah, şu kanun bir an evvel çıksa da her ilaç kutusu başına 1 lira, reçete başına 3 lira katılım payını bir ödesem." diye mi bekliyor; yoksa "Yatarak tedavide şimdiye kadar yüzde 1 katılım payı ödemiyordum, aman bir an evvel ödeyeyim." mi diyor; veya "Şu idari para cezaları bir artırılsa da yüksek yüksek cezalar ödesek." mi diyor? Yani acelesi nedir? Eğer depremden zarar görenleri öne sürüyorsanız bu da geçerli bir mazeret değildir. Çünkü bu durumda, bir maddelik bir tasarıyla iki saatte komisyonda, üç saatte Genel Kurulda ittifakla bu düzenlemeyi geçirirdik. Ama değerli arkadaşlar, biz Hükûmetin acelesini ve telaşını gayet iyi anlıyoruz. Bir an önce ilaçta ve tedavide katılım paylarını tahsil etmek istiyor Hükûmet ve bir an önce para cezalarının da yürürlüğe girmesini istiyor. Emekli ikramiyelerinde açılan davalardan bunaldınız, bir an önce yargı yolunu kapatmak istiyorsunuz ve bir an önce yeşil kartlıların tedavilerinde kısıtlamaya ve katkı payı almaya yönelik düzenlemeleri 2012 yılı gelmeden hayata geçirmek istiyorsunuz.
Değerli milletvekilleri, Kanuni ne güzel söylemiş: "Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi. Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi."
Bizim kültürümüzde devlet kavramı aynı zamanda saadeti, sağlığı, huzuru ve mutluluğu da ifade eder. Sağlık her insan için çok önemli. Devletin de insan sağlığı bakımından çok önemli görevleri bulunmaktadır. Acaba devlet, daha doğrusu Hükûmet sağlık konusunda üzerine düşeni iyi bir şekilde yerine getirebiliyor mu? Bu, çok önemli bir sorudur ve mutlaka cevabını da bulmamız gerekmektedir.
Elbette vatandaş olarak 74 milyonun sorumluluğu ve görevi var. Hepimiz, sağlık hizmetlerinin azami kalitede ve asgari maliyette olması için bireysel veya kolektif olarak bilinçli davranmak zorundayız. Bunda hemfikiriz. Ancak, asıl görev devletindir, asıl görev Hükûmetindir değerli arkadaşlar. Bu nedenle, bugün bu yüce Meclisin çatısı altında bu sağlık konusunu görüşüyoruz ve Hükûmeti de eleştiriyoruz. Hükûmet bu tasarıyla reçetede ve ilaçta ilave katılım payını neden getiriyor acaba? Hükûmet sağlık hizmetinde, tedavide, ilaçta katılım paylarını neden artırmak istiyor? Tedavi hizmeti alan vatandaştan neden hâlihazırda katkı payı ödemesine rağmen daha fazla katılım payı almak istiyor?
Şu anda ikinci basamak sağlık hizmetlerinde 5 lira muayene katılım payı, 3 lira reçete katılım payı olmak üzere toplam 8 lira -özel sağlıkta ise bu 15 lira- katılım payı alınıyor. Üçüncü basamak sağlık hizmetinde yine toplam 8 Türk lirası alınmaktadır. Zaten eskiden beri hastalar ilaç alımında kendi cebinden de en az yüzde 10 civarında ilaç katılım payı ödemektedir, eş değer ilaç fiyat farkı ödemektedir hastalar. Ayrıca yatarak tedavide yüzde 1 katılım payını almayı da istiyorsunuz. Acaba neden vatandaşın üzerine bu kadar geliyorsunuz? Sağlığı giderek paralı hâle getirdiniz.
Şimdi de aile hekimliğinde yazılan reçetede, her bir reçetede yazılan üç kutuya kadar ilaç için 3 lira, ilave her kutu ilaç için de 1 lira katılım payı alınmak isteniyor. Katılım payı önceleri hatırlarsak "2 liracık" diye başlamıştı, 8+8, 16 liraya ulaştı. Aile hekimliğinde de şimdi yine şimdilik "3 liracık" diye başlıyorsunuz. Acillerden bile katkı payı alacaksınız. Eğer "Acillerden katkı payı almayacağız." diyorsanız bunu da kanun tasarısına eklememiz gerekir.
Hükûmet sağlıkta ilave katkı payının gerekçesini aşırı artan sağlık harcamalarına bağlıyor yani "Sebebi sağlık harcamalarının aşırı derecede artışı." diyor. Hükûmet diyor ki: "Sosyal Güvenlik Kurumunun sağlık harcamaları 10 milyar Türk lirasından 45 milyar Türk lirasına çıktı." 2002 yılında 9 milyar 934 milyon lira olan Sosyal Güvenlik Kurumu sağlık harcamaları 2011 yılı sonunda 45 milyar liraya ulaştı. Buna Sağlık Bakanlığının 17,5 milyar TL'lik bütçesini de ilave ettiğimizde Türkiye'nin toplamda 62,5 milyar Türk liralık bir sağlık tablosu görünüyor.
İlave katkı paylarının tek gerekçesi şudur: Sağlık harcamaları arttı, hekime, hastaneye, ilaca hücum var, ilaç israfı var. Gerekçesi bu. "Bu yüzden -lütfen dikkat buyurun- ilaç alımında kullanıcıların farkındalığını sağlamak için katkı payı getiriyorum." diyor.
Ben Hükûmeti buradan tebrik ediyorum, hakikaten her gün yeni kavramlar kazandırıyor literatürümüze, vergilere zam yapıyor, bu "güncellemedir" diyor; sağlığa ilave katkı payları getiriyor, buna da "farkındalığı sağlamak için getirdim." diyor. Artık "Bravo!" mu diyelim, "Pes!" mi diyelim bilemiyorum!
Hükûmet sağlık harcamalarındaki artışın sorumluluğunu vatandaşa yüklüyor, hastaya yüklüyor. Hatırlarsak Hükûmet aynı şeyi elektrik kayıp kaçağında da yapıyor. Kayıp kaçak bedelini de kayıp kaçakla hiç alakası olmayan, kayıp kaçak elektrik kullanmayan vatandaşlara yüklüyor.
Değerli milletvekilleri, zaten büyük çoğunluğu açlık sınırının altında geliri olan sigortalılara, dul ve yetimlere, emeklilere sürekli katılım payı yüklemek doğru değildir ve hakkaniyete de uygun değildir. Hükûmet sağlıkta övünüp duracağına biraz da iğneyi kendisine batırmalıdır. Baş sorumlu sağlık iradesidir, sağlık yönetimidir ve en baş sorumlu da Hükûmettir değerli arkadaşlar.
Bu kadar önemli bir kanuni düzenlemede, 74 milyonu ilgilendiren, bu ülkenin yıllık 45 milyar gibi çok büyük hacimde parasını ilgilendiren bir konuda düzenleyici etki analizi getirilmemiştir. Bu, kabul edilebilir bir durum değildir. İddia ediyorum, bu devasa artışlarla ilgili Hükûmetin elinde yeterli veri de yoktur. Varsa, Hükûmet bizimle paylaşsın biz de bilelim, millet de bilsin. 45 milyar lira SGK'nın, 17,5 milyar lira Sağlık Bakanlığı bütçesi ve toplamda 62,5 milyar Türk liralık bir bütçe.
Sağlık harcamalarındaki artışa 2007'den beri dikkatinizi çekiyoruz. Sürekli bu artışların normal olduğunu, eskisinden daha çok ve iyi hizmet verildiği için bu artışların olduğunu savundunuz. Şimdi de işin maliyeti, yönetemeyeceğiniz aşamaya gelince israftan şikâyet etmeye başladınız. İşinize geldiğinde övündüğünüz şeyden işinize gelmediğinde şikâyet ediyorsunuz. Kabahat hep başkalarında, hep vatandaşta, Hükûmet ise sütten çıkma ak kaşık. Hükûmet lütfen sorunu teşhiste isabetli olsun. Başka çareler arayın, birlikte arayalım, biz de size yardımcı olalım. Bu ülke, bu devlet hepimizin. İlacın, tıbbi malzemenin ve tıbbi cihazların çoğunu ithal ediyoruz ve döviz ödüyoruz.
Değerli milletvekilleri, 2004'te ve 2005'te Hükûmet Emekli Sandığını, SSK'yı, BAĞ-KUR'u Sosyal Güvenlik Kurumu adı altında tek çatı altında birleştirdi. Daha sonra kamu hastanelerini de birleştirip Sağlık Bakanlığına bağladı. Neden? Bu birleştirmeler, ilke olarak ve özünde doğru olan uygulamalardır ama aradan beş-altı yıl gibi uzun ve yeterli bir zaman geçti, bu yeniden yapılanmaları ve süreçleri maalesef iyi yönetemediniz. Harcamaları dokuz yılda 4,5-5 kat artırdınız. Tedavi giderlerini tam 6 kat artırdınız. Şeytan bunun neresinde? Dokuz yılda kaç yeni hastane yapıldı, kaç yatak ilavesi yapıldı? Devlet hastanelerinin harcamalarında 5,5 kat, üniversite hastanelerinde 4 kat, özel hastane giderlerinde 11 kat artış vardır. Örnek çok ama çarpıcı bir örnek daha vermek istiyorum: 2005 yılında, yani hastaneler ve sigorta kurumları birleşirken bütün hastaneler itibarıyla tedavi giderleri ilaç hariç toplam 7 milyar 945 milyon Türk lirası, birleşmeler olduktan sonra ise 2006 yılında harcamalar 7 milyar 945 milyondan 12 milyar 98 milyon Türk liraya çıkıyor; yani bir yıl içinde yüzde 50 harcama artışı var. Yine soruyoruz: Şeytan bunun neresinde? Acaba Hükûmet bir çalışma yaptı mı? Bu konuda bakanlıklar, Sağlık Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı ne yapıyor? Bu ciddi bir sapmadır ve araştırılıp mutlaka teşhis edilmesi gerekir.
Sağlık giderleri üzerine -zamanımız maalesef elvermemekle birlikte- kısaca bazı önerilerimi de dile getirmek istiyorum. Birinci basamakta ilaç gideri artışının en önemli sebebi, Danıştayın ilaç yazımındaki kalem ve kutu sınırlandırması olarak gösterilse de aslında asıl sorun ülkemizde geleneksel hâle gelen ilaç yazdırma alışkanlığından kaynaklanmaktadır ve bunun da mutlaka çözümlenmesi gerekiyor. Bunun gerek vatandaşların eğitimi gerekse tıp mensuplarının bu konuda ciddi bir eğitimden geçirilmesine ve kararlılıkla takibine ihtiyaç vardır. Hastalar komşu tavsiyesi, eczacı kalfası tavsiyesiyle ilaç yazdırmaktan vazgeçirilmelidir ve akılcı ilaç kullanımı toplumda yaygınlaştırılmalı, hasta sevk zinciri gerçek manada kurulmalı ve uygulanmalıdır. Aile hekimliği uygulamasında hekim başına düşen ortalama hasta 3.500 civarındadır ve bu sevk zinciri uygulamasının amacına ulaşabilmesi için de bu rakamın hasta sayısı itibarıyla 1.500 veya 2 binle sınırlandırılması gerekmektedir ve eczaneler de reçetesiz verilebilecek ilaçlar dışında ilaç vermemelidir ve bu sağlanmalıdır.
İkinci ve üçüncü basamak hastanelerinde performans sistemi âdeta bir skor hâline gelmiştir. Ne kadar çok hastaya bakılmış, ne kadar fazla işlem yapılmış, ona göre katkı payı alınmaktadır. Hastanelerde hasta birey değil artık müşteri hâline gelmiştir, müşteri ise otokontrolü sağlayan bir denetleyici olamamaktadır.
Muhterem arkadaşlar, bu tasarının en olumlu gördüğümüz düzenlemelerinden bir maddesi de Van ve Simav depreminde malul olanlara ve ölenlerin hak sahibi yakınlarına Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından aylık bağlanmasına ilişkin düzenlemedir ancak bu düzenleme bu hâliyle çok noksandır ve haksızlığa yol açmaktadır, öncelikle depremi ve sadece Van ve Simav depremlerini kapsamaktadır. Türkiye bir deprem bölgesidir, geçmişte de yaşandı, ileride de yaşanması ihtimal dâhilindedir. İkincisi, depremin dışındaki doğal afetleri bu tasarı kapsamamaktadır. Yangın, sel, göçük devam etmektedir. Hâlen Kahramanmaraş Afşin'de göçük altındaki 9 vatandaşımız çıkarılamadı. Bu madde, en az bir aylık sigortası olanlardan sakat kalanlara veya ölenlerin yakınlarına maaş bağlamayı öngörüyor. Sigortası bir ay dahi yoksa onlara bu hakkı vermiyoruz. Bu kesin bir adaletsizliğe yol açmıştır. Şimdi malulen emekli?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ERKAN AKÇAY (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, muhterem heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Akçay.