GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: ÜSTÜN YETENEKLİ ÇOCUKLARIN KEŞFİ, EĞİTİMLERİYLE İLGİLİ SORUNLARIN TESPİTİ VE ÜLKEMİZİN GELİŞİMİNE KATKI SAĞLAYACAK ETKİN İSTİHDAMLARININ SAĞLANMASI AMACIYLA MECLİS ARAŞTIRMASI AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGELERİN ÖN GÖRÜŞMELERİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:74
Tarih:06.03.2012

CHP GRUBU ADINA AYTUĞ ATICI (Mersin) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde üstün zekâlı veya üstün yetenekli bireylerin tespit edilmesi, eğitimleri hakkında yaşanan sorunların saptanması ve çözüm yollarının bulunması konusunda bir Meclis araştırması açılmasıyla ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, yurdumuzun bulunduğu coğrafyanın zenginliği, Anadolu'yu, binlerce yıllık insanlık tarihi boyunca, çeşitli kavimlerin gelip geçtiği bir yer hâline getirmiştir. Bu durum Anadolu'muza genetik bir zenginlik de kazandırmış ve tarihsel süreç içinde insanlık tarihinin en önemli buluşları ve ilerlemeleri burada yani bizim topraklarımızda gerçekleşmiştir. Bunlara örnek verecek olursam, tekerlek, yazı, tarım, hukuk, matematik, geometri sayılabilir.

Değerli milletvekilleri, insanlık tarihine iz bırakanlar toplumun yaklaşık olarak yüzde 2 ila 3'ünü oluştururlar. Bunlar toplumun en yetenekli ve en zeki kesimidir. Bu oran, aslında, bütün toplumlar için kabaca aynıdır denebilir fakat coğrafyamızın özelliğinden ve genetik zenginliğinden dolayı bu oranın Anadolu'da biraz daha yukarıda olduğu kabul edilebilir, kaldı ki bunu destekleyen çeşitli bilimsel çalışmalar da vardır. Yani, elimizde bir hazine olduğunun farkına varmalıyız ve bu hazineyi iyi işlemeliyiz ülkemizin yararı için.

Dünyada refah seviyesini artırmış toplumların eğitim sistemleri incelendiğinde, toplumun yüzde 2 ila 3'ünü oluşturan üstün zekâlı veya yetenekli kesimin korunduğu, bunların ayrıcalıklı olduğu çok net bir şekilde görülür. Peki, ülkemizdeki durum nedir? Cumhuriyet öncesi Anadolu'da okuryazar oranı ancak yüzde 5 ila 6'ydı. Bu topraklarda üstün zekâlı ve üstün yetenekli Mustafa Kemal Atatürk'ün ortaya çıkması, bu coğrafyanın talihini ve tarihini değiştirmiştir. Onun kurduğu cumhuriyetle birlikte, yeni harflerin kabulü, Eğitim Birliği Yasası ve hızlı eğitim seferberliği çağdaş eğitim düzeyine doğru yol almamızı sağlamıştır. Eğitimin Anadolu'nun her tarafına yayılması, ülkenin her yerinden yetenekli bireylerin çıkmasına ve toplumu yönlendirmesine de zemin hazırlamıştır.

Değerli milletvekilleri, son yetmiş yılda dünyada eğitim bilimlerinde görülen değişimler ve insan zekâsı üzerindeki çalışmalar toplumun üstün yetenekli kısmının daha farklı bir şekilde eğitilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Üstün yetenekli veya zekâlı bireylerin saptanması, eğitimleri ve yaşamları ile ilgili sorunların tespit edilmesi, hatta bu bireylerin verimli bir şekilde istihdamı için öncelikle "üstün yetenekli" veya "üstün zekâlı" tabirinden ne anladığımıza bakmak gerekir. Üstün yetenekli veya üstün zekâlının tanımını yapacak olursak, genetik donanımları ve çevresel uyaranlar -bakın "çevresel"in altını çiziyorum- arasındaki etkileşim sonucunda zekâ veya yetenek gelişimleri akranlarına oranla daha fazla artmış olanlar ve bu artış sonucunda ileri beyin işlevine sahip olanlar "üstün yetenekli" veya "üstün zekâlı" olarak tanımlanırlar. Bütün bireyler kendilerine özgü kalıtımsal yapıyı miras olarak anne ve babalarından alırlar. Yetenek ve zekânın da kalıtımsal yönü olduğu hiçbir şekilde inkâr edilemez. Son yirmi-yirmi beş yıl içinde zekânın da dinamik bir özellik gösterdiği kabul edilmiştir. Çevrenin sağladığı imkânlarla zekâ veya yetenek gelişiminin artırılması veya olumsuz çevresel etmenlerle zekâ veya yetenek gelişiminin engellenmesi mümkündür. İşte, tam da bu noktada eğitim önem kazanmaktadır. Yani üstün yetenekli olarak doğan, anasından üstün yetenekli veya zeki, üstün zekâlı olarak doğan bireyler çevrenin ciddi şekilde etkisinde olmaktadır. Yani çevre etkisiyle bu bireyler daha iyi olabilmekte veya kötü çevre koşulları nedeniyle daha kötü olabilmektedir. İşte, kurulacak olan bu araştırma komisyonu bireylerin genetik yapısına müdahale edemeyeceğine göre çevresel konularda iyileştirici girişimler yapmanın yollarını aramalıdır. Tabii, bunun bir istisnası var, Erzurum'da suç potansiyeli olabilecek çocukları kromozomlarından tespit edip henüz yürümeden yok etmeyi düşünen okul müdürü ve eğer varsa onu destekleyen zihniyet bu kapsama girmiyor.

Değerli milletvekilleri, çevresel etmenlerden kastımız nedir? Hani bir komisyon kuracağız, bu komisyon üstün yetenekli, üstün zekâlı çocuklarımıza yardımcı olacak, onların sorunlarını inceleyecek, "Daha çok nasıl yararlanabiliriz, nasıl toplumun hizmetine sunarız?" ona bakacak ya, evet. Peki, bu komisyon bu çocukların genetik yapılarına bir katkı yapacak mı? Hayır. O hâlde çevresel etmenler üzerine ciddi bir şekilde etki edebilir.

Nedir kastım çevresel etmenlerden? Çevresel etmenleri çok geniş bir yelpazede inceleyebiliriz. Bebeğin daha annesinin karnındayken geçirdiği süreden  başlayarak anne sütü almasının sağlanması, daha ileri yaşlardaki beslenme, aile ortamı, toplumun etkileri ve eğitimi saymak mümkündür. Kurulacak olan komisyonun temel olarak yaratması gereken algı, ülkemizde doğacak her bebeğin, ama her bebeğin, üstün zekâlı veya yetenekli olabileceği olmalıdır. Neden? Çünkü bir bebek doğduğunda, doğar doğmaz, biz, bu bebeğin üstün zekâlı mı, üstün yetenekli mi olduğunu bilemeyiz. Demin Sayın Bakan da söyledi, ilkokul 1'inci sınıfa geldiğinde veya okul öncesi dönemde biz bunu anlayabiliriz ama artık çok geç olabilir çünkü o geçirdiği ilk beş-altı sene biz bu çocuğun yeteneklerini görmemiş, fark etmemiş ve bu konuda bir çalışma yapmamış olabiliriz. Yapabilir miyiz? Yapamayız. O hâlde toplumumuzda doğan her birey sanki üstün zekâlıymış, sanki üstün yetenekliymiş gibi davranarak bizim daha sonraki aşamalarda üstün yetenek veya üstün zekâ gösteren bu bireyleri seçme şansımız vardır. Yani ilkokul 1'inci sınıfa geldiğinde "Ya bu çocuk akıllı, bu çocuk çok iyi." gibi gördüğümüzde aslında belki çok üstün zekâlı bir çocuğu kaybetmiş olabiliriz yani bu çocuk eğer iyi bakılsaydı, anne sütü alsaydı veyahut da daha az enfeksiyon geçirseydi veya ailesinin refah seviyesi daha yüksek olsaydı belki de şu anda mevcut olduğu, bulunduğu yerden çok daha yukarıda olabilirdi diyebiliriz. O yüzden bizlerin görevi, her şeye rağmen üstün zekâlı olmuş bireylerle birlikte, çok küçük girişimlerle, üstün zekâlı veya üstün yetenekli olabilecek bireyleri çok erken dönemde saptamak, hatta ve de hatta, dediğim gibi bütün bireyleri bu kapsamda değerlendirmek, daha sonra da bunların üstün zekâlı ya da yetenekli olduğu saptandıktan sonra özel olarak ilgilenmek vazifemizdir, görevimizdir diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, zekâ statik bir şey değildir; zekâ dinamiktir ve bu dinamik özelliğinden dolayı, çevre koşullarının da sürekli etkisinde kalmasından dolayı, doğumdan ölüme kadar ciddi değişiklikler gösterebilir, aynı kalmaz. Bu nedenle, bu bireyler sürekli olarak desteklenmelidir. Yani siz bir bireyi tespit ettiniz, bir çocuğu tespit ettiniz, yedi yaşında, sekiz yaşında "üstün yetenekli" dediniz, biraz ilgilendiniz ama on sekiz yaşında bıraktınız; bu durumda, on sekiz yaşında bıraktığınız bu çocuk eğer üstün yetenekliyse, üstün zekâlıysa bu zekâsını pekâlâ kötü işlerde kullanabilir çünkü bu bireyler zekâlarının yönlendirilmesini beklerler. Üstün zekâlı ve yetenekli bireyler, zihinsel gelişimlerini devam ettirebilmeleri için kendi düzeylerine uygun şekilde eğitilmelidirler.

Üstün yetenekli öğrenciler kabaca beş ana kategoride incelenebilir: Genel zihinsel yetenek, özel akademik yetenek, yaratıcı veya üretici düşünce yeteneği, liderlik yeteneği ve psikomotor yetenek yani bunun içerisine görsel sanatları da koyabiliriz. Allah aşkına hangi birine ihtiyacımız yok? Ülkemizin bu değerli varlıklarını bir bir bulup, lider özelliklerini, akademik yeteneklerini, genel zihinsel yeteneği olanları ve görsel, sanatsal yeteneği olanları tek tek bulup çıkarmak ve bunları desteklemek bizim asli görevimizdir.

Uzun yıllar boyunca -hep halk arasında da görülür, bilinir- "IQ" denilen klasik ölçütlerle değerlendirmeler yapılmıştır ama bu değerlendirme, zekâ ve üstün yetenek konusunda aslında çok da kapsamlı, çok da yararlı değildir. O yüzden, değişik yetenekler ve beceriler de dikkate alındığında, zekâ kavramıyla yetenek kavramının da birbirinden farklı olduğunu görebiliriz.

Bu alanda bilim insanları ne diyor? Bu alandaki son yaklaşım şöyle: Üstün yetenekli çocukların "yetenek gelişimi" adı altında, diğer öğrencileri de kapsayarak yani onların çocuk olduklarını ve paylaşmayı sevdiklerini de unutmadan, herkese hitap eden bir program dâhilinde eğitilmeleridir.

Üstün yetenekli öğrencilerin eğitimiyle ilgilenen bilim çevrelerinin ana mesajı, onların eğitiminin bir ayrıcalık değil, bir ihtiyaç olduğu yönündedir. "Hani, bunlar üstün yetenekli; alıyorsunuz bunları, özel merkezlerde eğitiyorsunuz, özel ilgileniyorsunuz?" Sanki toplumda "Ya, o çocuklarla niye daha çok ilgileniliyor?" gibi bir algı oluşabilir. Nasıl ki yeteneği kısıtlı, zekâsı kısıtlı olan çocuklarla özel olarak ilgileniliyorsa üstün olan çocuklarla da özel olarak ilgilenilmelidir, bu da bir ihtiyaçtır çünkü araştırmaların verdiği sonuçlar, üstün yetenekli çocukların, en az, başarısız ve öğrenme yetersizliği taşıyan öğrenciler kadar özel eğitime ihtiyaç duydukları yönündedir.

Şu algıdan -birazdan da bahsedeceğim- kesinlikle uzaklaşmalıyız: "Bu çocuk üstün zekâlı, bu çocuk üstün yetenekli, bırakalım kendi hâline, kendi kendini toparlasın." zihniyeti kesinlikle yanlıştır. Birazdan, bu çocukların ne gibi sorunlara maruz kaldığını sizlere anlatmaya başlayacağım.

Araştırmalar, bu öğrencilerin her alanda başarılı olmalarının söz konusu olmadığını göstermiştir; okul derslerinde başarısız olabildiklerini, ayrıca akademik, sosyal ve duygusal ihtiyaçları tatmin edilmediğinde büyük çapta sorunlar yaşayabildiklerini ve sınıf ortamını da olumsuz etkileyebildiklerini göstermiştir. Yani bu çocukların özel olarak eğitilmelerinin, bu çocuklarla özel olarak ilgilenmenin ne kadar önemli olduğunu tekrar görmüş olduk.

İstatistiklere göre çocuk nüfusunun yüzde 10 ila 15'i akıllı ve çalışkan çocuklar. Bunların çok büyük özellikleri yok; işte sizler, bizler gibi, akıllı, çalışkan, gelmişler bir yerlere ama yüzde 2 ila 5'i ise üstün yetenekli veya üstün zekâlı. İşte, bu üstün yetenekli ve üstün zekâlı çocuklarımızı bizim âdeta cımbızla çekip üzerlerine titrememiz gerekiyor.

Peki, nasıl anlayacağız yetenekli çocukları? Yetenekli çocuklar vaktinden önce gelişirler. Bu çocukların öğrenme ve bir konuyu kavrama yetenekleri, ortalama yetenekleri olan çocuklara göre çok daha hızlıdır, hemen kendilerini fark ettirirler yeter ki bir göz onları incelesin.

Yetenekli çocuklar bağımsız olmayı çok severler, kendi başlarına keşif yapmaya meraklıdırlar, her şeyi kurcalarlar.

Yetenekli çocuklar ilgili oldukları konularda sınır tanımazlar; meraklı oldukları konuya yoğun bir şekilde odaklanırlar ve dış dünyayla bağlarını kesebilirler. İşte, bunlar da, bu gibi durumlar da sanki bu çocukların anormal çocuklarmış gibi olmaları algısını yaratabilir.

Peki, buraya kadar her şey iyi, üstün zekâlı çocuklarımız iyi. Bunların sorunları var mı? Elbette var. İşte, o yüzden bu çocuklar özel olarak yetiştirilmeli. Genel kanının tersine üstün yetenekli çocukların her zaman takdirle karşılandığı söylenemez. Pek çoğunun yanlış anlaşılma, yeterince ilgi görmeme ve alay konusu olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu biliyoruz. Üstün yeteneklere sahip olmak pek çoklarının gözünde bir şans olabilir. Ne var ki gerçek aslında sanıldığı gibi değil. Eğitim düzeyi düşük toplumlarda, sorunlu olarak yaftalanan, yani, işte, "Bu sorunlu bir çocuk, problemli bir çocuk." diye yaftalanan, farklı oldukları için alay konusu olan bu çocuklar çoğunlukla da kıskanıldıkları için de toplum dışına da itilirler. Okulda öğretmenler yaşıtlarından çok farklı bir yapı sergileyen bu çocukları nasıl eğiteceğini bilemeyebilirler. Bu da çok tehlikeli bir yaklaşım. Anne-baba da bilemeyebilir, bu da çok tehlikeli bir yaklaşım. Hatta bir kısım öğretmenler, daha da kötüsü, bu çocukların farkına bile varamayabilirler. Daha da vahimi bu çocuklara kolayca ve yanlış olarak dikkat eksikliği ve hiperaktivite sendromu tanısı konabilmektedir ve bu sebeple de çeşitli ilaçlar verilebilmektedir. Yani zeki çocuğun doğasından gelen davranış biçimleri bir hastalık olarak bile zaman zaman algılanabilmektedir. Bu arada, çocuklardan başarılı bir entelektüel, bir sanatçı olmalarını bekleyen ve yaratıcı bir eser bekleyen toplum beklentileri gerçekleşmeyince çocuklara başarısız damgasını vurmaktan çekinmemektedirler. İşte, kuracağımız bu komisyon bu detayları da göz önüne alarak çalışmalar yapmak zorundadır.

Genellikle normal dışı davranışlarla ilgilenme eğiliminde olan psikologlar yetenekli çocuklardan ziyade zekâsı daha geri olanlarla ilgilenmeyi bugüne kadar tercih etmişlerdir. Ancak son zamanlarda yapılan araştırmalar bu çocuklar üzerine yoğunlaşmış ve bu çocuklara da öncelik verilmeye başlanmıştır. Günümüzde araştırmacılar üstün yetenekli çocukların yüzde 25'inde, bakın her üstün yetenekli çocuğun 4 tanesinden 1'inde sosyal ve duygusal sorunlar olduğunu belirtiyor. Normal oranların 2 katı oranında bu sorunları yaşıyor bu çocuklar ve yetenekleri, zekâları normale doğru indikçe bu sorunlar azalıyor.

Yalnız burada bir uyarı yapmak istiyorum: Sakın ha, bunun tersinin de doğru olduğunu düşünmeyin. Yani sorunlu olan insanlar "Ben üstün zekâlıyım, ben üstün yetenekliyim." diye kendilerini tanımlamasınlar.

Çocukluk döneminin sonlarına doğru üstün yetenekli bu çocuklar yavaş yavaş artık toplumdan dışlanma riskini de görerek kendilerini gizlemeye başlıyorlar. Böylece, diğer çocuklardan farklı değilmiş gibi bir görüntü vermeye çalışıyorlar. Vaktinden önce gelişen yetenekleri, içe kapanık hâlleri ve yalnızlık duygusu gibi sorunlarla da baş etmeye çalışıyorlar. Tek tip eğitim vermek zorunda olan öğretmenler yetenekli çocukları da nasıl eğiteceğini bilmiyorlar. Daha da kötüsü, bir alanda diğer çocuklardan ileri fakat aynı çocuk başka alanlarda da diğer çocuklardan geriyse işte yetenekleri eşit dağıtılmamış bu çocuklarla öğretmenler nasıl baş edeceklerini çok da iyi bilmiyorlar. Bazı konularda yetenekli, bazı konularda da normal ve yeteneksiz çocukların eğitimleri işte bu nedenle pek çok soruna gebedir. İşte, komisyonumuz, bu çalışmalarla bu sorunları da masaya yatırıp çözüm önerileri bulma çabasını gösterecektir.

Müzik, artistik ve atletik yeteneği olan çocuklar bu testlerde yani IQ testlerinde fazla bir başarı gösteremezler. Onun için "IQ'su şudur." deyip de çocuğun yetenekli olduğunu düşünmeyin veya "Çok yetenekli bir çocuğun IQ'su nasıl bu kadar düşük olabilir?" diye de düşünmeyin, mümkündür. Toplumları ileri götürmede itici güç olmuş olan üstün yetenekli çocukların öncelikle kendi mutluluklarını ve ruh sağlıklarını gerçekleştirebilen bireyler olarak yetiştirilmeleri çok önemsenmelidir. Bu çocuklar eğer bu şekilde yetiştirilmezlerse toplumun başına bela olabilirler ve siz, çok zeki, çok yetenekli bir insanla baş etmek zorunda kalabilirsiniz.

Peki, bu kadar önemli bir kaynağımız var, acaba ülkemizde üstün zekâlı veya yetenekli çocuklarımıza yeterince kaynak ayırabiliyor muyuz?

Bakın, çok çarpıcı bir örnek vereceğim. Millî Eğitim Bakanlığının iç denetim raporunu inceledim. Millî Eğitim Bakanlığı iç denetim raporu diyor ki: "Alt zekâ gruplarına 2009 yılında genel bütçe ödeneklerinden ayrılan paranın ancak binde 1'i üstün zekâlılara harcanmıştır." Yani elbette ki alt zekâ gruplarına para harcamayalım demiyorum, mutlaka harcayalım, elbette ki harcayalım, son derece önemlidir. Bir çocuk hekimi olarak da bunun altını üç kere çiziyorum. Bu çok önemlidir. Mutlaka oraya bir ödenek, yeteri kadar bir ödenek ayrılmalıdır ama bu, üstün zekâlıların ihmal edileceği anlamına gelmez.

Peki, bu kadar fark niye? Bu bir siyasi tercih midir? Bilemem ama AKP hükûmetlerinin bu harcamaları bilinçsiz bir şekilde yaptığını da söylemek hiçbir şekilde mümkün değil.

Özel eğitime muhtaç çocuklarla ilgili yönetmelikte üstün zekâlı, üstün yetenekli çocuklar için özel eğitim okullarının da açılabileceği öngörülmüş ama hepimizin bildiği gibi, alt zekâ grupları için açılan okullar dışında günümüzde herhangi bir okul açılmamış ama dikkati çeken bir nokta var: Buradaki nokta, alt zekâ gruplarına yapılan harcamaların yüzde 99'u özel sektör aracılığıyla yapılırken üst zekâ gruplarına yapılan harcamaların tamamı devlet eliyle yapılmaktadır. Yani alt zekâ gruplarına harcanan para, bu rant büyük oranda özel sektöre devredilmiştir.

Değerli milletvekilleri, peki, üstün zekâlıların yeteneklerinin peşinden gidecek, onların eserlerini inceleyecek olan normal zekâlı, normal bireylerin eğitimi de önemli değil mi? En az bu kadar önemli. AKP'nin on yıllık iktidarında millî eğitimi âdeta yapboz tahtasına çevirdiğini hepimiz biliyoruz. On yıldır 4 tane Millî Eğitim Bakanı değiştiği hâlde millî eğitim bir türlü yoluna sokulamamıştır. Yıllar içerisinde bilerek veya bilmeyerek AKP'nin bir eğitim boşluğu yarattığını, bunun da dershaneler tarafından doldurulduğunu biliyoruz. Şimdi, aynı AKP "4+4+4" denen ve topladığınızda hiçbir şeklide 12 etmeyen bir kanun teklifiyle karşımıza çıkmış bulunuyor. Bu kanun teklifi tekâmül etmiş gibi görünmekle beraber on gün içerisinde büyük oranda değişmiştir.

Şimdi, kısa sürede bu kadar değişiklik yapılmasının anlamı nedir? Tekâmül etmemiştir. Konu yeterince tartışılmamıştır. Şimdi, ben, bu teklifi veren ve eğitimle ilgisi olmayan milletvekillerine soruyorum: Tekâmül ettirdiğiniz bir teklif on gün içerisinde bu kadar değiştiğinde acaba ne hissediyorsunuz? Kesintisiz temel eğitimimize ne oluyor? Tabii ki hayale dönüyor. Hiçbir şekilde, istediğimiz, beklediğimiz, özlediğimiz bir noktaya bu yasayla gelemeyeceğimizi biliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Atıcı.