GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: SOSYAL SİGORTALAR VE GENEL SAĞLIK SİGORTASI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:73
Tarih:01.03.2012

BDP GRUBU ADINA DEMİR ÇELİK (Muş) - Sayın Başkan, çok saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; sosyal sigortalar ve genel sağlık sigortası yasasının 5'inci maddesi üzerine söz almış bulunmaktayım.

5'inci madde hem yaşlılık aylığı hem malullük aylığı hem de ölüm aylığı üzerine yeni düzenlemeyi içermektedir. Düzenlemeler mevcut, var olan yasadan yararlanan çalışanları, emeklileri, nispi ve kısmi noktada yararlandırma amaçlıdır. Bu anlamıyla biz de bu yasanın emekçiler ve emekliler lehine olduğundan kaynaklı desteğimizi sunmak istiyoruz ancak gerek 5'inci maddede gerekse bir bütün olarak yasanın kendisinde gördüğümüz şey daha az hak-daha çok prim, daha az hak-daha çok emek eksenlidir. O anlamıyla insani ve vicdani değerlerden uzaktır. Hâlbuki dünyanın herhangi bir yerinde olduğu gibi ülkemizde de her birimizin nezdinde de "En yüksek değer emektir." dediğimiz ve tespitinde bizatihi emek sahibi olduğumuz bu düşünce bu yasada gerekli itibarı, değeri görmüş değildir. Aksine, iktidarın ve sermayenin güç odağına dönüştürüldüğü, bu gücün de merkezileşerek hiyerarşik ilişkiyle toplumu, toplum dinamiklerini hiçleştirdiği bir anlayış vardır. Bu anlayış değil midir ki binyıllardır insanlığa savaşı ve savaşın yol açtığı siyasal, sosyal travmalara yol açan? Bu anlayış değil midir ki insanlığın, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı'yla milyonların ölümüne, sosyal değerlerinin kaybına, bir şekliyle soykırımların yaşanmasına neden olan?

İşte bunun neticesindedir ki, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, uluslararası emperyal güçler başta olmak üzere, Birleşmiş Milletler, yeni bir zihnî algı, yeni bir yaklaşımla soruna çözüm arama, "liberal demokrasi" dediğimiz siyasal projeyle toplumu yeniden şekillendirme arayışına girdiler. Burada söz konusu olan gücü merkezileştirmek değil, aksine, tabana yaymak. Yine, aynı şekilde, hizmetin üretilmesi ve yürütülmesinde olduğu kadar kaynakların rasyonel kullanılmasında da tabana dayalı demokratik katılımcılığı esas alan bir anlayış öne çıkmaya başladı ve onun ürünü, eseridir ki, günümüz demokrasisi yeniden, her türlü siyasal açmazına ve sıkıntısına rağmen, kabul edilebilinir, sindirilebilinir ve uçların ehlileştirilmesi, sisteme entegrasyonuna fırsat verebilir niteliklere kavuşmuştur. Ama en yüksek değer olan günümüz dünyasının evrildiği bu yeni siyasal algıya rağmen, beklenmesi gereken, bütçenin yapılması sürecinde de, kararlaştırma sürecinde de, uygulaması ve yürütülmesi sürecinde de toplum dinamikleri olmalıydı yani emekçiler, ezilenler, yoksullar, emekliler, halklar olmalıydı. Her birinin, ülke nüfusunun yüzde 75'ini ilgilendiren bu bütçede, elbette ki, emeği oranında katkısı vardı. Katkısı olan, üreten, vergisiyle bütçeyi oluşturan bu halk, bütçenin uygulanması ve yürütülmesinde söz sahibi değilse, hak sahibi değilse, paydan adil ve eşitlikçi bir şekilde yararlanamıyorsa, burada adalet duygusu zedelenmiş demektir, toplumda eşitlikçi anlayış zedelenmiş demektir. O anlamıyla da, toplumu, toplum olmaktan ileri gelen dinamiğini, etkinliğini, verimliliğini sürekli tüketen, tüketmesiyle birlikte de üretimden kopan bir ilişkiye sürüklemiş oluruz. İşte bu anlayışın gereği olarak, toplumumuz özellikle 12 Eylül darbe Anayasası'yla depolitize olmuş, siyaset dışına itilmiştir. Okuyan, eğiten, sanat ve toplumsal aydınlanma faaliyetine katılan bir toplum olmaktan çıkarılıp, jakobenci bir anlayışla üstten şekillendirilen, verilene razı edilen ve verilenle yetinmesi telkin edilen bir noktaya geldik.

Sorgulayan değil kabul eden, itaat eden, biat eden toplumdan irade çıkmaz. Bu irade, yeri geldiğinde askerî vesayete, yeri geldiğinde yargıya, yeri geldiğinde başka güç odaklarına kendi hakkını erteleme anlamına gelir. Ne olursunuz, gelin, bir bütün olarak, henüz zaman kaybolmamışken, yol temizliğine başta Siyasi Partiler Yasası ve seçimler yasası olmak üzere Terörle Mücadele Yasası'nı, antidemokratik yasaları bir bütün olarak kaldırıp demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasada emekçilerimizin de, ezilenlerimizin de kendisini gördüğü, bulduğu yeni bir Türkiye'yi oluşturalım. Ancak o zaman bu yeni algı hepimize kazandırır. Bize kazandırdığı gibi, emekçimize de, emeklimize de, ezilenimize de kazandıracaktır.

Düşününüz ki açlık sınırının 960 lira olduğu Türkiye'de asgari ücretle geçinmeye mahkûm olan ben, sosyal aktivite olan sinemaya, tiyatroya gidemeyeceksem, kitap satın alıp okuyamayacaksam, ailemle herkesin hakkı olan seyahati sağlayamayacaksam, günümüz küresel dünyasının nimetlerinden, yani iletişiminden, turizminden yararlanamayacaksam, insan hakkı olmaktan ileri gelen haklarım gasbedilmiş demektir. Bu gasp, bir şekliyle haklarımızı havale ettiğimiz hiyerarşik ilişkinin bize reva gördüğüdür. İtirazımız buna olmalıdır.

Hiyerarşi toplumu köleleştirir. Gelin, toplumu ve toplum dinamiklerini özgürleştiren bir algı ve anlayışla herkesin hak ettiği gelir kaynaklarına ulaşması fırsatını sağlayalım ve insanca yaşamanın koşulu olan insani yaşam standardında ülkemizin gelirine paralel ve eş değer düzeyde bir gelir sahibi olalım.

Biz ki gelişmiş 20 ülkeden biri olmakla övünürüz, biz ki ekonomik gücümüzün, ekonomik kalkınmışlığımızın 16'ncı sırada olmasıyla övünürüz ama hâlâ G 20'ler içerisinde en düşük gayrisafi millî hasıladan pay kişi başı 30 binken, benim ülkemde yani Türkiye'de kişi başı gayrisafi millî hasıla 12 binse bu hepimizin eksikliği, hepimizin gidermesi gereken bir temel problematik alandır. Bu alanı gideremediğimiz sürece, "sağlık" denilen, bireyin de toplumun da ruhi, bedenî, sosyal ve siyasal verimliliğini, iyi hâlini sağlayacak olan bu alanda da sınıfta kalmaya mahkûmuz. Ertelenemez bir sorunken her gün yeniden ve geçici madde değişiklikleriyle bu sorunun üstesinden gelemeyiz. Sağlık dünyada Allah'ın bizlere bahşettiği bir nimetse bu nimeti ikame etmek, beslemek herkesten çok siyasal organizasyon olan devletin görevidir, devletin organlarının görevidir. Bu görev bir başkasına ertelenemez ve herkesten, her şeyden de önce yasama faaliyetini yürüten Meclisin görevidir çünkü kanun yapıcıdır. Kanun ve yasalar üzerindeki Anayasa, topluma güven, huzur, mutluluk ve sağlık getirecekse anlamlıdır, değerlidir. Ötesi, iktidara, güç odağına hizmet eden değişikliklerle sınırlı kalır, aynen 12 Eylül Anayasası'nı 17 defa değiştirmek zorunda olduğumuz gibi, son genel sağlık sigortasını doksan yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihinde 6 defa değiştirmek zorunda olduğumuz gibi her gün değiştireceğimiz yamalı bohçalardan artık usanç duyan bir toplum yaratmış olacağız. Onun yerine özgürlükleri açan, adaleti sağlayan, eşitliği sağlayan bir toplum hepimize kazandıracaktır diye düşünüyor, saygılar sunuyorum.