| Konu: | SOSYAL SİGORTALAR VE GENEL SAĞLIK SİGORTASI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 73 |
| Tarih: | 01.03.2012 |
BDP GRUBU ADINA DEMİR ÇELİK (Muş) - Sayın Başkan, çok saygıdeğer milletvekilleri; genel sağlık sigortası ve sosyal güvenlikle ilgili 171 sıra sayılı Tasarı'nın 2'nci maddesi üzerinde söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uluslararası literatürde sağlık, bireyin, bireyin olduğu kadar toplumun bedensel, ruhsal, sosyal ve siyasal anlamda iyilik hâlidir. Bu, bizim için, Fransız için, İngiliz için, Amerikalı için de genelgeçer bir kaidedir. Bu yönüyle yapılacak olan yasal değişikliklere, bu iyilik hâlinin sağlanmasına dönük radikal ve uzun soluklu çözüm projeleri ve perspektifiyle yaklaşılmalıydı. Palyatif, günü ve günceli kurtaran dönemsel çözümler, 30 milyonu aşkın vatandaşımızın temel problemi olmaya başlayan, kanayan bir sosyal travma olan sağlığı iyileştirmeyecektir, çözüme kavuşturmayacaktır, yeni ve üstesinden gelemeyeceğimiz sorun ve problemlerle bizi karşı karşıya bıraktıracaktır.
İntibak yasasından çok, 30 milyonu aşkın, işsizlerimizle birlikte 40 milyonu yani neredeyse nüfusumuzun yüzde 60'ını teşkil eden toplum, mağduriyetler, yoksunluklar ve yetmezliklerle karşı karşıyayken onların sorununu, problemini çözecek yeni bir yasal düzenlemenin ve buna dair yeni bir kanun teklifinin Hükûmet tarafından yüce heyete, yasama organına sunulması, olması gerekendi ama maalesef, dönemsel ve toplumun açığa çıkan bir kısım taleplerini maniple edip zamana yaymaktan alışkanlık hâline gelen benzeri bir uygulama, bugün sağlık sektöründe de görülmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özellikle, AKP İktidarı, on yıllık bir kısım icraatları ve uygulamaları neticesinde halk nezdinde kabul gören teveccühü, her seferinde pazarlama sanatına olduğundan fazla sahiptir ama iktidarları öncesinde seksen yıl boyunca çözülemeyen, problem olan, siyasal, sosyal travmalara neden olan bir kısım sorunları palyatif çözümlere kavuşturuyor olmasının toplumda yarattığı memnuniyetin farkında ve bilincinde olmak durumundadır. Biz de öyle olmak durumundayız. Bu anlamıyla, sorunu radikal çözüme kavuşturmak her şeyden çok önemlidir, ertelenemez bir görev olarak önümüzde durmaktadır.
Evet, devletin hantal, bürokratik, hiyerarşik ilişkilerinden kaynaklı, aksayan ve yürütülemez bir kısım hizmetlerini etkin, verimli, hızlı ve nitelikli hizmetlere dönüştürmek adına özelleştirme, her ülkede olduğu gibi, ülkemizin de başvurduğu yöntemlerden biridir. Ama bu yöntem insan odaklı olmalıdır, insanın mutluluğu ve memnuniyeti odaklı olmalıdır. Ama görünen o ki üniversite hastanelerinin, devlet hastanelerinin içinin boşaltılıp hizmetten alıkonulduğu, özelleştirme furyasına tabi tutulan bir sağlık sektöründe bu memnuniyeti, kaliteyi görmek yerine, ticarileştirilmiş hastanelere dönüştürülmüş bir sağlık politikasıyla karşı karşıyayız. Burada insan bedeni ve biyokimyası metalaştırılmıştır ve bunun üzerinden de insanlarımız para kazanmanın denekleri hâline getirilmiş bulunmaktadır.
Özelleştirilmiş sağlık sektörümüz Avrupa'nın en büyük 6'ncı büyük sektörü ama sağlık harcamalarında kişi başına düşen pay sıralamasında da Avrupa ülkelerinin en sonuncusu konumundayız. Keza aynı şekilde 16'ncı ekonomik güç olarak övündüğümüz gelişmişliğimiz insani yaşam endeksine vurulduğunda sıralamamızın da 92'nci olduğu paradoksu çözüme kavuşturulması gereken en temel çözüm perspektifi olmalıdır. Bunu çözemediğinizde sadece aynı primi aynı dönem boyunca ödeyen insanların iyileştirilmesini sağlamış olmak sorunu çözmeyecektir. Emekliler, çalışanlar ve bir bütün olarak "orta sınıf" olarak adlandırdığımız emekçiler ve ezilenler, sosyal, kültürel, ekonomik, siyasal alanın dışına itilmiş, dıştalanmış, yaşamdan âdeta koparılmış durumdadırlar.
Toplum her geçen gün büyüyor. Büyüyen toplumun büyüyen ihtiyaçlarını karşılamak adına varız. O ihtiyaçları zamanından önce yine birey lehine, toplum lehine kendisine sunmakla mükellefiz ama ne yazık ki bu mükellefiyetimizi, Millet Meclisinin bileşeni ve bütünü içerisinde yer alan milletvekillerinin maaşlarının iyileştirilmesi duyarlılığını, iş çalışana, emekçiye ve ezilene geldiğinde göstermiyoruz, sakınıyoruz. Hâlbuki 4 kişilik ailenin açlık sınırının 960, yine 4 kişilik ailenin yaşamı için olması gereken aylık geçim kaynağının 2.500 olduğu bugünde maalesef asgari ücreti 700'de tutuyor olmayı açıklayabilmek mümkün değildir.
Bu anlamıyla da her türlü uygulama adalet duygusundan, eşitlik duygusundan uzaktır, toplumun büyük bir yarısını mağdur etmek demektir; onu, toplumun var olan değişimci ruhuna katmaktan alıkoymaktır, katılımcılıktan uzak tutmaktır. Hâlbuki olması gereken, güvenlikçi ve asayiş eksenli paradigma yerine demokratik, özgürlükçü bir anlayışla bütçemizin büyük payını eğitime ve sağlığa ayırmış olsaydık, çalışanlarımız ve emeklilerimizin bir aylık ihtiyacı olan geçim kaynağı ve erişilebilir, nitelikli, ücretsiz sağlığa kavuşmasını sağlıyor olabilseydik toplum kazanacaktı. Kazanan toplum giderek daha etkin, verimli bir tarihsel rol ve işlevini yüklenmiş olacaktı. Ama bunu yapmak yerine biz hâlâ uygulanagelen politikalarda ısrar ediyor, güvenlik eksenli yaklaşımlarımızla milyar dolarları verdiğimiz F16'ları, F35'leri satın almaya devam ediyoruz. Hâlbuki işin çok kolay bir çözüm projesi var. Eğer toplum çok kimlikli, çok kültürlü, çok bileşenliyse, toplum dinamiklerinin ortak sağduyusuna dayalı kolektif iradeyi harekete geçirmek hepimize kazandıracaktır.
Bu fırsatı esirgemek, ötekileştirmek, yadsımak ya da üstünü örtmek dün olduğu gibi bugün ve yarın da bize kaybettirecektir. Kazanmak mümkünken kayıplardan yana olmak, toplumun kaybından yana politik duruşları sergilemek de günümüzün yükselen değeri olan demokrasiye, demokratik değere yakışmayan bir durumdur. Hele hele müzakerenin, diyaloğun revaçta olduğu, sorun ve problemin demokratik zeminlerde, meşru zeminlerde bileşenleri tarafından tartışılmaya değer bulunduğu günümüz dünyasında herkesten çok Türkiye ezilenleri, halkları bunu hak etmiştir diye düşünüyorum. Bu açıdan da bu ve benzeri kanun teklifleri yerine, ülkemizin temel problemleri olan, başta Anayasa olmak üzere, yasal ve anayasal problemleri tümden ele almalı, üzerine yoğunlaşmalı, çalışanların, emekçilerin, ezilenlerin, yoksulların, mutlu ve müreffeh bir ülkenin zenginliklerini adilane bir şekilde faydalandıkları, aldıkları bir ülkeye dönüştürebilmeliyiz.
Düşününüz ki zenginliğimizin yüzde 80'ini nüfusun yüzde 2'si götürebiliyorsa, geriye kalan yüzde 20'den biz yüzde 98'ler yararlanmak şanssızlığıyla karşı karşıyaysak burada huzur yoktur, güven yoktur, mutluluk yoktur. Bunu değiştirmek de herkesten, her organdan ve her kurumdan çok yasama organının görevidir.
Bu duyarlılıkla soruna yaklaşacağımıza olan umudumla hepinizi bir kez daha saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çelik.