GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:39
Tarih:16.12.2011

MHP GRUBU ADINA ZÜHAL TOPCU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, 2012 bütçesi 11'inci maddesi üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Dünyada her sektörde, özellikle yükseköğretimde yaşanan hızlı gelişmeler, genel olarak ekonomik, sosyal ve diğer alanlardaki kalkınmada insan sermayesini ve dolayısıyla da eğitimin rolünün daha iyi anlaşılmasını gündeme getirmektedir.

Küreselleşmenin hızlandığı 1980'li yıllardan itibaren bilgi özel bir anlam kazanmaya başlamıştır. Özellikle bilgi toplumuna ulaşma, bilgiyi elde etmeyle ortaya çıkan, bilgi toplumuna geçiş süreciyle başlayan ve "bilgi ekonomisi" adı verilen yeni bir küresel ekonomik yapı oluşmaya başlamıştır. İşte bu bilgi ekonomisinin ortaya çıkmasıyla bireylerin ekonomik güce sahip oldukları bilgi ve öğrenim düzeyleriyle ölçülebilir hâle gelirken milletlerin rekabet gücü de insan sermayeleriyle ölçülebilir hâle gelmiştir. İnsan unsuru ama yetişmiş insan unsuru artık çok önem arz etmektedir. Tek bir insanımızı bile harcama lüksümüzün olmadığı günümüzde böyle plansız ve programsız yapılaşmalara artık hiçbir vicdan tahammül edememektedir.

İnsanımız kolay yetişmiyor, çok uzun bir süreç. Şöyle bir hesapladığınızda bir insanın yetişmesi neredeyse yirmi beş yıl gibi bir süreyi almaktadır. Özellikle insana yapılan yatırım hata kaldırmamaktadır, geri dönüşü yok. Herhangi bir maddede veya herhangi bir üretimde hata yaptığınızda bunun geri dönüşü mümkün olurken insana yönelik yaptığınız bir hatanın geri dönüşümü mümkün olmamaktadır; bir nesli, bir ülkeyi belki de olumsuzluğa ve bitirmeye, batmaya götürecek kadar da bir sonuç ortaya çıkartabilmektedir. Diyoruz ki o zaman, burada insan unsuruna yapılan yatırımda, bunların yetiştirilmesine yönelik olarak yapılacak yatırımlarda gerçekten çok hassas davranmalı ve hata payını minimize etmek gerekmektedir. Bir de diyoruz ki insan kaynağı ülkeler için çok önemli, en önemli kaynak. Hatta gelişmiş ülkeler bunu beyin göçü ile telafi etme yolunu tercih etmektedirler. Yükseköğrenimde de bilgiye dayalı, ekonomiyi desteklemeye yönelik bir yapılanmaya gidilmesi gerekmektedir. Özellikle yeni ortaya çıkan ve gelecekte çıkması muhtemel mesleklere yönelik olarak yeni yapılanmanın sorumlusu üniversitelerdir. Burada üniversitelerin yapılanması önem arz ediyor. Etkili ve verimli kullanılması gerekiyor bu yapılanmanın çünkü eğitimde bütün kademeler zincirleme olarak birbirine bağlı olduğu için her bir kademede çok hassas davranılması gerekmektedir.

Şimdi, burada baktığımızda diyoruz ki bu yapılanmada en önemli kaynaklardan bir tanesi, bir boyu ekonomi olduğu için burada Millî Eğitim Bakanlığının bütçesine baktığımızda gerçekten enteresan bir yapı karşımıza çıkıyor. Diyoruz ki: 2002'de Millî Eğitim bütçesinin millî gelire oranına baktığımızda bunun yüzde 2,66 olduğunu görüyoruz. 2011'de bu yüzde 2,81 iken 2012 tahminî bütçesinde 2,74 hedeflenmektedir. 2011 ile 2012 arasında dikkate değer bir düşüşün olduğunu görmekteyiz.

Bir diğer boyut, yükseköğrenimin bütçesine baktığımızda, yükseköğrenimin millî gelir içerisindeki oranına baktığımızda, 2012'de bu oran yüzde 0,89 iken 2012 tahminî bütçesinde yüzde 0,89 olarak kabul edildiğini de görüyoruz. Bunlar gerçekten bizi hayrete düşürmektedir. Şimdi yükseköğrenimdeki harcamaların gelişmiş ülkelerde millî gelir içindeki payları yüzde 2,5 ile yüzde 3 gibi oranlarda seyrederken OECD ülkelerinde bu yüzde 1,4'ün üzerindedir. Demin ifade ettiğimiz gibi, bizim ülkemizde de bu yüzde 0,80'ler ile 0,90'lar arasında gezmektedir. Bizim baştan, diğer ülkelerle, küresel olarak baktığımızda, diğer ülkelerle rekabete dezavantajlı bir durumda başladığımızı bildirmek istiyorum.

Ekonomik olarak durum böyleyken ülkemizde yükseköğretimde yapılan genişleme sürecinin plansız yönetildiği ve yönlendirildiğine de dikkat çekmek istiyorum. Özellikle siyasi kararların burada önemli olduğu ve yeni üniversitelerin teknik ve insani altyapısı kurulmadan açıldıklarını da vurgulamak istiyorum. Bunu birtakım mukayeseli rakamlarla daha net ortaya koyabiliriz. Rakamlara bakıldığında öğretim üyesi veya öğretim elemanı sayısındaki artışla öğrenci sayısındaki artışın gerçekten birbirine paralel gitmediği ve çok çarpıcı sonuçlara ulaştığı şu andaki verilerle ispatlanmaktadır. 2010 yılındaki verilere göre, öğretim üyesine düşen öğrenci sayısı -burada dikkatinizi çekmek istiyorum- ortalama olarak 43 ile 50 arasındadır ama hemen şunu vurgulamak istiyorum: Özellikle yeni açılan üniversitelerde bu oranın, bir öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısının 600'e ulaştığını biliyor musunuz?

YUNUS KILIÇ (Kars) - Mümkün değil.

ZÜHAL TOPCU (Devamla) - Buna örnek olarak iki üniversiteyi vermek istiyorum: Iğdır'da 550, Kırklareli'de de 450. "Öğretim elemanı" demiyorum, öğretim üyesi olarak veriyorum ben burada.

Üniversitelerin artık cazibesini yitirdiğini, şu andaki araştırma görevlisi sayısının, gelecekte, şu andaki öğretim üyesi sayısını karşılamayacağını da belirtmek istiyoruz çünkü hem maaşlar bakımından hem de bu araştırma görevlilerine sunulan imkânlar açısından baktığımızda, bunların, artık üniversitelerin cazibesini yitirdiğini de ben belirtmek istiyorum.

Tabii, burada üniversiteye öğretim elemanı yetiştirme programları var. Bunlara baktığımızda, bunlardan en çok bilinir olanı "ÖYP" dediğimiz ve 2001 yılında programlanan ve uygulamaya geçen bir program. Burada baktığımızda, gerçekten bu öğrencilerin, bu araştırma görevlilerinin sıkıntı içerisinde olduğunu görüyoruz, aynı yıl alınan birkaç kararla bu çocukların mağdur edildiğini görebiliyoruz. Özellikle dil puanlarındaki değişiklikler ve eskiye işlememesi eski alınan öğrencilere işlememesi, bu çocukların mağduriyetini ortaya çıkarmaktadır.

Aynı zamanda, 2006 yılında Millî Eğitim Bakanlığının "Beş Yılda 5 Bin Öğrenci Projesi"yle başlatılan lisansüstü eğitime gönderme projesinin de tam olarak işlenmediği ve yılda binin altında, bine ulaşmadığını görebiliyoruz.

Öğretim elemanı diyoruz, üniversitedeki kalite için çok önemli. Yetişmiş insan gücü açısından baktığımızda da bunların plansız ve programsız olduğu, sürekli kaliteden taviz anlamına da gelmektedir.

Yine, 2010 yılında ÖSYS'de Türkiye genelinde ön lisans ve lisans programlarının yüzde 16,5'u dolmamıştır. Bu, ne kadar büyük bir rakam. Aslında, başvurularla, taleple, talep edilenle, çocukların, başta 1 milyon 700 bin öğrencinin üniversite sınavına girmek için başvurduğunu düşündüğümüzde bu kontenjanların boş kalması çok anlamsızmış gibi gelirken artık çocuklar çok daha seçici, sizin sunduğunuz programları artık beğenmiyor, diyor ki: "Hoca yok. Ben eğer bu programı seçersem kaliteli eğitim alamam, bu programı seçersem iş bulamam." diye, çocuklar bile, on sekiz yaşındaki öğrenci bile doğru karar veriyor ve bir bölümü tercih etmiyor artık. Bunun için, tekrar düzenlenmesi lazım, yeni meslek adaylarını yetiştirmeye yönelik olarak açılacak bölümlerin ve fakültelerin yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.

Ve yine de öğretmen yetiştirmeye baktığımızda, Millî Eğitim Bakanının "Çaresizlik içindeyim." şeklindeki ifadeleri de karşılıksız kalmaktadır. Dokuz yıllık iktidarın artık bunlara bir çözüm üretmesi gerekmektedir.

Son olarak, özellikle bu çocukları üniversiteye hazırlayan sistemdeki hataların asla affedilmeyeceğini bildirmek istiyorum ve bunları da vicdanlarınıza bırakıyorum.

Saygılarımla, teşekkür ediyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Topcu.