GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE TÜRKMENİSTAN HÜKÜMETİ ARASINDA SAĞLIK VE TIP ENDÜSTRİSİ ALANLARINDA İŞBİRLİĞİNE DAİR ANLAŞMANIN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:70
Tarih:23.02.2012

CHP GRUBU ADINA AYTUĞ ATICI (Mersin) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Türkmenistan Hükûmeti Arasında Sağlık ve Tıp Endüstrisi Alanlarında İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, Türkmenistan'la her alanda, özellikle de sağlık alanında iş birliği yapılması bizleri gerçekten çok memnun eder. Birçok ortak bağımız var, birçok ortak değerimiz var, böyle bir anlaşma bizi mutlu eder.

Anlaşmayı detayıyla incelediğiniz zaman, toplam altı maddeden oluştuğunu görürsünüz bu anlaşmanın. Bu anlaşmanın ana amacı, iki ülke arasında sağlık alanında bilgi değişimi ve iş birliğidir.

Şimdi, değerli milletvekilleri, ben de buradan yola çıkarak konuşmamı üç ana başlıkta toplayacağım:

Birincisi: Bu anlaşmanın hazırlanma tekniğiyle ilgili görebildiğim sorunlar.

İkincisi: Sayın Başbakan imzasıyla gönderilen gerekçenin bize anlattıkları, tabii anlayana. Başbakanın imzasıyla gönderilen gerekçenin içinden bakın neler çıkacak.

Üçüncüsü: Kardeş Türkmenistan'ın Sağlık ve İlaç Endüstrisi Bakanına naçizane bazı önerilerim olacak. Çünkü bu anlaşmayı -yine maddelerde görüleceği üzere- bizim Sağlık Bakanımızla Türkmenistan'ın Sağlık ve İlaç Endüstrisi Bakanı birlikte yürütecekler. Ben de ona yıllardır bu ülkede sağlıkla ilgili neler yaşandığını anlatmaya çalışacağım.

Şimdi, birinci bölüme başlıyorum. Birinci bölümde anlaşmanın hazırlanma tekniğiyle ilgili sorunlardan bahsedeceğim.

Değerli milletvekilleri, bu sorun, aslında sadece bu anlaşmaya özgü değildir. Dışişleri Bakanlığımız, maalesef, anlaşmaların, iki ülke arasındaki anlaşmaların büyük bir çoğunluğunda benzer hatalar yaparak âdeta bizi küçük düşürmektedir. Bu anlaşmanın 2'nci maddesi bakın ne diyor: "Taraflar, sağlık ve tıp endüstrisi alanlarında karşılıklı mutabakat ile aşağıdaki yöntemlerle iş birliği yapacaklardır." Güzel. Neymiş bu yöntemler bakalım: Taraflar, yani Türkiye ve Türkmenistan bilgi değişimi yapacakmış; güzel, yapsın. Heyetlerin ve sağlık uzmanlarının değişimi olacakmış; bu da güzel. Taraflardan biri tarafından düzenlenecek bilimsel konferanslara ve fuarlara katılım da olacakmış; iyi, bu da güzel. Şu fıkraya dikkatinizi çekiyorum arkadaşlar, burada diyor ki: "Sağlık ve tıp endüstrisi alanında karşılıklı mutabakat ile belirlenecek diğer şekillerde iş birliği." 2'nci maddenin (a), (b), (c) bentleri çok açık bir şekilde hangi konularda anlaşma yapılacağını saymış iken (d) bendi diğer şekillerde de iş birliği yapılabileceğini hükme bağlıyor yani bu anlaşmayı bir noktada anlamsız hâle getiriyor. Yani koca koca heyetler bir araya gelecekler, oturacaklar, karşılıklı mutabakata varacaklar, sonra da diyecekler ki: "Ya iki heyetin uygun gördüğü diğer alanlarda da iş birliği yapalım." O zaman hiç böyle bir anlaşma yapmayalım, hiç uğraşmayalım, bir madde koyalım "İki heyetin uygun gördüğü bütün alanlarda anlaşma yapılsın." diyelim, iş bitsin. Madde anlamsız gibi görünüyor ama AKP zihniyetini iyi okuduysanız bugüne kadar, bizi izleyenlere de sesleniyorum, bunun aslında anlam yüklü olduğunu da anlayabilirsiniz. Ben size soruyorum: Burada belirtilen "diğer şekillerde iş birliği"nden ne anlıyorsunuz? İçeride birçok milletvekili var, eminim ki her birisi farklı bir şey anlayacaktır. "Diğer şekillerde iş birliği" ucu açık bir  kavram ama ben sizin için bir küçük yorum yapayım ve ne demek istediğimi anlayın. Bu kavramın ucu açıktır ama diğer kanun hükmünde kararname ve kanunlarla eğer birleştirirseniz ucu kapanır. Bir örnek vereyim mi size: Mesela, 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile bu basit gibi görünen, "Efendim, mutat bir iştir; diğer işlerde iş birliği." gibi yorumlanan bu maddeyi birleştirdiğiniz zaman önemli sorunlar ortaya çıkacak. 663'ün önemli bir maddesi neydi? İthal hekim getirme, ithal hemşire getirme maddesiydi. Şimdi, siz, eğer Türkmenistan'la veya diğer birçok ülkeyle "Diğer konularda da iş birliği." diye bir madde eklerseniz, sizin çıkardığınız 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'de birleştirirseniz AKP'nin ne demek istediğini çok çok iyi anlamış olursunuz.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu, son derece tehlikeli bir durumdur. Eğer anlaşmalarla AKP Hükûmetine sınırsız bir yetki verirseniz gerçekten büyük sıkıntı yaşarız. Biz, aslında AKP Hükûmetinin sınırsız yetki kullanmayı çok sevdiğini biliyoruz, bunu herkes biliyor. Sıkışınca da AKP ne diyor? "Kardeşim, halk bana yetki verdi, biz de bu yetkiyi kullanıyoruz." diyor. Halkın verdiği yetki bu şekilde yorumlanamaz, halkın verdiği yetki demokratik teamüller çerçevesinde kullanılır. Bu nedenle biz de sık sık kendilerine halkın yarısından fazlasının kendilerine güvenmediğini ve bu yetkiyi vermediğini hatırlatmak zorunda kalıyoruz.

Değerli milletvekilleri, konuşmamın ikinci bölümüne geçiyorum yani Sayın Başbakanın imzasıyla gönderilen gerekçenin içerisindeki gizli kalmış bazı noktaları açığa çıkaracağım. Gerekçenin ilk cümlesini okuyorum, Sayın Başbakan ne diyor bakın: "Yaşamakta olduğumuz küresel, siyasi ve teknolojik gelişmeler ve her alandaki küreselleşme eğilimi sağlığı sınır tanımayan bir konu olarak dünya gündeminin ilk sırasına yerleştirmiştir." Yani Başbakan, sağlığın küreselleştiğinin, küresel sermayenin iştahını kabarttığının oldukça farkında. Farkında ama bunun çok tehlikeli bir durum olduğunun farkında mı? Eğer farkında değilse yani küreselleşmenin sağlığa getireceği yükü bilmiyorsa o zaman Başbakan, koltuğunda nasıl oturuyor? Sağlık Bakanı acaba kendisini uyarmıyor mu? Eğer Sağlık Bakanı da tehlikenin farkında değilse o zaman zaten vay hâlimize.

Eğer Başbakan sağlıktaki küreselleşmenin tehlikelerinin farkında ise çok daha vahim bir durumla karşı karşıyayız demektir. Bu durumda, ülkemizi neden bu küreselleşme belasından, özellikle de sağlığa bulaşmasından korumamıştır sorusu gündeme gelir.

Bakın, olur, beşerdir şaşar, Sağlık Bakanı da farkına varmamıştır, Başbakan da farkına varmamıştır diye iyi niyetli düşünelim ve küreselleşmenin sağlık üzerine nasıl etki ettiğini birlikte şöyle bir inceleyelim.

Bu, benim, gerekçeden çıkardığım bir cümleden yola çıkarak hazırladığım bir sunumdur arkadaşlar. Bakın, küreselleşmeye çanak tutan ülkelerin bir tek amacı vardır -hepiniz bilirsiniz- o da kâr etmek, daha çok cebini doldurmak, daha çok cebini doldurmak. Bunlar, hiç düşünmeden her şeyi satarlar; sağlığı da satarlar, her şeyi.. Ne yaparlar bunlar? Örneğin, bunlar domuz gribi, kuş gribi diye bazı hastalıklar üretirler; sonra, bunların aşılarını da yaparlar; sonra, bizlere tırnak içinde "İyilik olsun." diye milyonlarca dolara satarlar. İşte, küreselleşmenin bir örneği budur.

Bizim gibi uyuyan, daha da tehlikelisi küresel sermayeyle iş birliği yapan ülkeler bu ürünleri alırlar, yine tırnak içerisinde "Biz vatandaşlara iyilik olsun." diye kullanırlar. İşte, iğrenç küreselleşme budur değerli milletvekilleri. Bu durum gerçekten kabul edilemez, hele hele sağlık alanında hiçbir şekilde kabul edilemez çünkü insan sağlığını ciddi şekilde tehlikeye atar.

Peki, küreselleşmeye çanak tutan ülkeler sadece bununla sınırlı kalırlar mı? Hayır. Ne yaparlar? Teknoloji üretirler; tomografi üretirler, MR üretirler. Biz de zannederiz ki yani -gerçekten çok iyimser bir milletiz, iyimser, naif bir yapımız vardır- bunları insanlık namına yapıyorlar. Sonra, insanlık namına yaptıkları bu teknolojiyi bize fahiş fiyata satarlar ve gereksiz kullanımı da, yine tırnak içinde söylüyorum, birçok bilimsel verileri önümüze koyarak "İşte, böyle kullanın; işte, şu şekilde para harcayın." diye bizi teşvik ederler ve uzun yıllar paramızı alırlar. İşte, gözü dönmüş küreselleşme böyle bir şey.

Daha da ileri gider bu küreselleşmeye çanak tutan ülkeler, Dünya Bankası ve IMF'yi üzerimize gönderirler, bazı krediler sağlarlar. Sağlık kökenli milletvekilleri ne demek istediğimi çok iyi bilirler. Aile hekimliğinin bu Türkiye'ye nasıl geldiğini çok iyi biliyoruz ve bizim sağlık politikalarımızı da IMF ve Dünya Bankası bu şekilde belirler. Sonra, Sağlık Bakanımız kalkar "Efendim, aile hekimliği, Kamu Hastane Birlikleri, bunlar bizim özgün projelerimizdir." der, biz de inanırız, alkışlarız. Halk inanabilir ama değerli milletvekilleri, sizin inanmak gibi bir şansınız yoktur. Bunu sizin Bakanınız dahi söylese araştırıp doğruyu bulmak ve milletinize, size oy verenlere verdiğiniz sözleri tutmak zorundasınız.

O yüzden, milletvekillerinin ve Başbakanın, Sağlık Bakanının bu sözlerine inanmasını hiçbir şekilde kendime anlatamıyorum, halka da anlatamıyorum, onlar da şaşırıyorlar "Nasıl inanıyorlar?" diye.

Sayın Başbakan, buradan size seslenmek istiyorum: Sağlık Bakanınız vatan haini olmadığına göre, bu işi gerçekten bilmiyor, gerçekten bilmiyor; sizi de yanıltarak Hükûmeti zor durumda bırakıyor.

Şimdi diyeceksiniz ki: "Efendim, halk memnun, bize oy veriyor, efendim, işte yüzde 50 oy aldık."

Değerli arkadaşlar, bizim halkımız kolay memnun olur gerçekten, ANAP'tan da memnundu. Ne oldu? Bizim halkımız 12 Eylülün faşist darbecilerinden de memnundu, yüzde 90 küsur oylarla onların anayasasını onayladı. Ne oldu sonra? (CHP sıralarından alkışlar) Gerçekleri görünce, bunları bir bir yok etti halkımız; yine halkımız yok etti, sandığa gömdü, yargıladı, mahvetti. Şimdi, sizin de sonunuz tıpkı onlar gibi olacak diye ben korkuyorum.

İşin garip yanı ne biliyor musunuz? Sağlıkla geldiniz ikinci dönemde sağlığı çok öne çıkardınız ama ayağınıza dolaştı. Bunun için de bir slogan ürettik: "Sağlıkla geldiniz, sağlıkla gideceksiniz." haberiniz olsun.

Şimdi, konuşmamın üçüncü bölümüne geçeceğim değerli arkadaşlar.

AHMET BAHA ÖĞÜTKEN (İstanbul) - Sağlık olsun.

AYTUĞ ATICI (Devamla) - Sağlık olsun, hepimize sağlık olsun.

Şimdi, Türkmenistan bizim kardeş ülkemiz. Türkmenistan'ın Sağlık ve İlaç Endüstrisi Bakanına bazı önerilerde bulunmak istiyorum. Haddim değil ama kardeş ülke olduğu için naçizane bazı şeyleri paylaşmak istiyorum.

Yapılan bu anlaşma çerçevesinde, kulağa hoş gelip de içi boş olan konularda -Allah muhafaza- bize özenirler de Türkmenistan'a da benzer bir sağlık sistemini getirirler diye çok korkuyorum. Yani biz yandık on yıldır bari Türkmenistan'daki kardeşlerimiz yanmasınlar. Bizim çektiğimiz ızdırapları görsünler ve ona göre tedbir alsınlar diye bunları söylemek bir kardeş olarak benim borcum.

Sonra, çok iyi biliyorum ki Türkmenistan'ın Sağlık Bakanı yiğit bir insan, Türkmen halkına yalan söylemez, bugüne kadar söylemedi. Yine bu Bakan, Meclisteki tartışmalardan sonra burada cevap veremeyip televizyon televizyon gezip, gazete gazete gezip dikensiz gül bahçelerinde röportaj vermeyi kendine yediremez. Ben de diyorum ki: Aman, bunlara dikkat edin. Sonra çıkar birisi sizi eleştirir, hafazanallah, koltuğunuzdan olabilirsiniz. O yüzden bu önerilerimi dikkatle dinleyeceğini ve değerlendireceğini de, Türkmen halkının da yararına kullanacağını tahmin ediyorum.

Değerli Türkmen Sağlık Bakanı, en önemli önerim: Ne yaparsanız yapın sağlık alanında ama kesinlikle sağlık hizmetlerini özelleştirmeyin. Bakın, biz özelleştirdik başımıza neler geldi onu size kısaca anlatayım. Şimdi, Sağlık Bakanımız da sık sık çıkıp diyor ki: "Özelleştirmedik, özelleştirme yasası kapsamında değil." Değerli arkadaşlar, Türkiye'de sağlık hizmeti özelleşmiştir. "Özelleştirilmemiştir" diyenler, çıksın, gelsin burada söylesin ve karşılıklı konuşalım. Bakın, nasıl özelleşmiş: Elbette, "Özelleştirdik." demeyecekler ama ben size bir şeyler söyleyeceğim, sağlığın özelleşip özelleşmediğine buyurun siz karar verin, bizi dinleyen sevgili vatandaşlarımız da karar versinler.

Şimdi, "birinci basamak" dediğimiz, koruyucu sağlık hizmetlerinin ağırlıklı olarak ele alınan kısmı. Ben de bir hekimim ve koruyucu sağlık hizmetlerine çok önem veririm. Ben de öğrencilerimi yetiştirirken hep onlara şunu söylerdim: "Sevgili öğrenciler, öncelikli göreviniz insanların hasta olmasını engellemektir. Hasta olduktan sonra tedavi zordur. O yüzden koruyucu sağlık hizmetlerine bütün gücünüzü veriniz." Ama ne oldu? Buradaki, Türkiye'deki birinci basamak yani sağlık ocaklarımızı sattılar. Kime sattılar? Öyle yabancıya filan değil, hiç öyle yabancıya gitmedi. Orada oturan, sağlık ocağında çalışan doktorlara sattılar. Kim sattı? AKP Hükûmeti sattı. Ha, nasıl sattı? Yani tapusunu vererek satmadı. Buradaki, birinci basamaktaki yani devletin anayasal görevi olan temel sağlık hizmeti sunumunu sattılar. Aldılar, bir doktora 3 bin  vatandaş bağladılar, bunun karşılığında 5-6 bin lira para verdiler. Hem de bu sefer halkı kabalaya sattılar. Bir doktorun 3-4 bin hastası oldu. Sonra bu 5-6 bin lira parayı da vererek "Biz karışmıyoruz; eti de senin, kemiği de senin." deyip bir kenara çekildi Sağlık Bakanlığı. Hangi anlamda? Tabii ki ödemeler anlamında. Yani "Gider anlamında hiçbir şeye karışmayacağım." dedi. Sonra dedi: "Yahu, burayı siz kullanacaksınız, kira bedelini verin kardeşim. Masa var, sandalye var. Onların da kirasını verin." Verdiği paranın bir kısmını her ay geri almaya başladı, bir kurnazlık yaptı. Daha önce burada ebe, hemşire, sağlık memuru, temizlik personeli çalışıyordu. Hepsini aldı doktorun elinden, 1 tane hemşire bıraktı. "Geri kalanını çalıştırmak istiyorsan sen çalıştır." dedi. Oldu mu burası bir işletme? Oldu mu doktor işveren, personel işçi? Peki, hasta ne oldu? Hasta da oldu müşteri.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu bir özelleştirme değilse nedir? Buna bir isim koyun. Sakın bana "aile hekimliği" filan demeyin. Artık doktorun kafasında benim ona öğrettiğim, öğrencilerimin kafasında benim onlara öğrettiğim koruyucu sağlık hizmetleri yok, "Hastalıkları nasıl önlerim, hastaları nasıl tedavi ederim?" zihniyeti artık yok. Ne var onların zihniyetinde biliyor musunuz? "Acaba ay sonunu nasıl getiririm, bu dükkânı nasıl çeviririm ben, acaba nasıl tasarruf ederim?" Bakın, çok tehlikeli bir şey, "Sağlıktan nasıl tasarruf ederim?"i düşünmeye başladı doktorlar. "Acaba gelirimi nasıl artırırım?" gibi zararlı düşünceler artık sağlık personelinin ve doktorların maalesef, maalesef kafasında dolaşıyor.

Sağlık Bakanı döndü, bu da yetmedi, "Birinci basamaktan nasıl para kazanırım?" diye düşündü ve sağlık ocaklarına, çok iyi hatırlayacaksınız, yazar kasa koydurmuştu. Bu yazar kasa işlemini Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz iptal ettik.

Sayın Türkmenistan Sağlık Bakanı, lütfen, birinci basamağı bu şekilde pazarlamayın. Çünkü bunun faturası dönüp dolaşıp sizin o güzel halkınıza çıkacaktır. Daha sonra da biz bunu iptal ettirince, Sağlık Bakanı -tabii, bunu, çok böyle kendine gurur meselesi yapar ya her şeyi- bunu da gurur meselesi yaptı, bu sefer "Tamam, Anayasa Mahkemesi bunu kaldırdı, ben de o zaman doktorun yazdığı her reçeteden ceza olarak 3 lira para alacağım. Eğer doktor 4 reçete yazdıysa sağlık ocağında, aile sağlığı merkezinde 4 lira alacağım, 5 kalem ilaç yazdıysa 5 lira alacağım." diye bir kanun hükmünde kararname çıkardı.

Bakın, sağlığımız bu durumda, gerçekten son derece vahim. Bu, birinci basamak. Gidin sağlık merkezlerine yani devlet hastanelerine ve üniversitelere, burada da yine sağlığın ticarileştiğini göreceksiniz. Bu sistemi Türkmenistan'a ne olur uygulamayın çünkü bunu uygularsanız tıpkı burada olduğu gibi doktorlar artık performans peşinde koşacaklar. Yani eve ekmek götürebilmek için çok ameliyat yapmak zorunda kalacaklar. Hastaların da aklında şöyle bir düşünce olacak: "Ya bu doktor beni ameliyat etti ama acaba evine ekmek götürmek için mi yaptı ben gerçekten hasta mıyım?"

Ben işin içinden gelen birisiyim, bütün bunları arkadaşlarımla yaşıyorum. İki dönem tabip odası başkanlığı yaptım, bütün tabiplerle gezdim; tabipler, doktorlar, hemşireler kendilerine olan bu güvensizlikten gerçekten gerçekten sıkıntılılar.

Değerli Türkmen Sağlık Bakanı, patates, soğan satan birisinin performansı ne kadar çok satarsa o kadar başarılıdır ama aynı durum doktorlar için geçerli değil. Bizim Bakanımız bunu göremedi, umarım siz görürsünüz.

Bir de yasa yaparken Sayın Bakan, ne olur tüm paydaşlarla tartışın. Bizde bu kültür yok. Yani bizde yasa yapılırken hiçbir paydaşla tartışılmaz. Biz burada bunu yapamıyoruz. Bakanımız ne emrederse -o da kimden talimat alıyorsa- bir de onu alkışlayan bazı "ak" sendikalar var -eskiden sarı sendikalar vardı şimdi "ak" sendikalara döndü- o alkışlayan sendikalarla da iş birliği yapar ondan sonra da baş kaldıranları da içeri atar. Sendikalar eğer eylem yaparsa da doğru soluğu içeride alır.

Bakın, daha beş gün önce sendikacılar içerisinde Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikalarının da, SES'in de olduğu KESK'e bağlı sendikalar Mersin'de bir eylem yaptılar ve bu eylem sonucunda -bu eylemleri de birazdan size açıklayacağım- 36 kişiyi hemen toplayıp gözaltına aldılar. Ben de merak ettim, hemen buradaki işlerimi yarıda bıraktım koştum Mersin'e, ne oluyor Mersin'de? 36 insan tutuklanmış, 3 şube başkanı tutuklanmış, gözaltına alınmış, bir siyasi partinin il başkanı gözaltına alınmış. "Ya ne oluyor?" dedim ve gittim konuştum onlarla, müdürle konuştum. Onlara dedim ki: "Bunların elinde silah var mıydı?", "Yok."; "Peki, bu göstericilerin elinde molotof var mıydı?", "Yok." ; peki, camı çerçeveyi indirdiler mi?", "Yok."; "Yasa dışı örgüt lehine slogan attılar mı?", "Yok."; "Peki, niye müdahale ettiniz?" diye sordum. "Efendim, ileri demokrasi." dediler.

Sayın Bakan, bizim bu yönümüzü de ne olur örnek almayınız. Bizde yapılan adaletsizlikleri de örnek almayınız Sayın Türkmen Sağlık Bakanı. Bakın, bir tane örnek okuyorum isim de veriyorum çünkü artık kayıtlara da geçti: Başkaya Sağlık Müdürlüğünde Mustafa Uçar diye bir doktor aile hekimliğine başvuruyor ve bundan iki sene önce 20.573 puanla yerleştiriliyor. İki sene sonra açıklanan puanı 17.311, yani bir buçuk yılda 3 puan düşmüş. Bunun gibi binlerce, yüzlerce aile hekimi var.

Şiddetten, efendim GSS'den, yolu kapalı olan Bingöl'ün hastanesinin de kapatılmasından bahsetmeye zamanım yok ama size mektup yazacağım Sayın Türkmen Sağlık Bakanı, bu duygularımı size tekrar ifade edeceğim.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Atıcı.