| Konu: | ÇOĞALTILMIŞ FİKİR VE SANAT ESERLERİNİ DERLEME KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 69 |
| Tarih: | 22.02.2012 |
MHP GRUBU ADINA ZÜHAL TOPCU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış buluyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.
İnsanlık tarihi boyunca bireyler ve toplumlar hep daha iyiyi hedeflemişlerdir ve bunun için de eskiden beri gelen birikimlerden faydalanmışlardır. Bu birikimlerden faydalanma ne düzeyde oldu? Tabii ki onun tartışmasını bir tarafa bırakıyoruz ama bilim tarihi ve kültür tarihi kitaplarına bakıldığında, bu faydalanmanın, gerçekten, insanlık tarihi açısından yeterli düzeyde olmadığını da görmekteyiz.
Bu birikimlerden en önemlisi de kültür ve kültürel varlıklardır. İşte, bu kültürel varlıkları oluşturan fikir ve sanat eserlerinin toplumun bilgi ve yararına sunulması, arşivlenip korunması ve gelecek nesillere aktarılması, ülkede çoğaltılan fikir ve sanat eserlerinin derlenmesiyle mümkündür. İşte, bunların derlenmesinde, çoğaltılmasında en önemli görev de gerçekten devlete düşmektedir. Devlet bunu ne kadar yapıyor?
Tabii, buna şu boyuttan da bakmak lazım: Artık bir olaya tek perspektiften değil, çoklu perspektiften bakmak lazım. Bunu eğer, yalnızca Kültür Bakanlığının sorumluluğunda bir olay olarak veya bir eylem olarak, karar olarak aldığımızda bunun çok kısır ve yetersiz olduğunu görebiliyoruz. Bütünsel perspektiften baktığımızda, bunun her bir sektörü ayrı ayrı ilgilendiren boyutunun dikkate alınması gerektiğini de söylememiz lazım.
Bunun için baktığımızda, burada bu kararın alınmasının ötesinde bunun bir de sürdürülebilirlik boyutu var. İşte, bu görevlerdeki "sürdürülebilirlik" kavramının aktif tutulması gerekiyor. Sürdürülebilirliğin sürekli kılınabilmesi yetiştirdiğiniz nesle bağlı, gençlere bu alanda kazandırılan formasyona bağlı.
Toplumun tüm kesimleri kültürel mirasın yaşatılması ve gelecek kuşaklara aktarılmasından sorumlu. Ama bu yaşatmayı ve aktarmayı yapma düzeyindeki farkındalık hangi boyutta? Esas olarak bunun tartışılması gerektiğini söyleyebiliriz.
Daha önceki konuşmacımızın söylediklerine dikkat ettiğimizde ve yine kültür tarihi ve bilim tarihine baktığımızda, insanlık tarihinden itibaren doğaya katılan veya topluma katılan birçok değerden habersiz olduğumuz ve bugüne gelmediği de görülmektedir. Tabii, burada bunların önemsenmediğini ve bireyler bazında da, yetiştirilen kişiler bazında da bu önemsemenin verilmediğini düşünebiliriz.
Artık, uluslararası rekabette politika ve ekonomiyi çevreleyen temel meseleler giderek daha fazla kültürel kavramlarla izah edilmeye başlandı. Hiçbir kavram birbirinden farklı değil, birbirini etkilemiyor değil, hepsi artık iç içe. Disiplinler arasında da sınırlar kalktı. Sosyal yaşamın en önemli kısmını temsil eden ekonomik faaliyetler, çok çeşitli normlar, kurallar, ahlaki yükümlülükler ve hep birlikte toplumu biçimlendiren direkt alışkanlıklarla da sıkı sıkıya örülmüştür. Artık, ekonomik refahın yaratılmasında da ağırlıklı olarak sosyal sermaye ve bir toplumun bireyleri arasındaki güven ve saygı duygusu ve aynı zamanda iş birliği etkili olmaktadır. Bu yaygınlığı oluşturabilmek için de kültürel değerlerin farkına varmak gerekiyor ve vardırmak gerekiyor. Çünkü özellikle son günlerde gündemde olan ifade şu hem siyasal bilimciler hem de sosyal bilimciler tarafından vurgulanan: "Artık, toplumları ayrıştıran ideolojiler değil, toplumları ayrıştıran sahip oldukları kültürel değerlerdir." Eğer biz bunun farkında olan bir toplum isek şekillendirmemizi buna göre yapmamız lazım, farkındalık düzeyini buna göre yapmamız lazım ki kültürel değerlere, kültürel varlıklara, özellikle sosyal dokunun önemli mihenk taşı olan bu yapıya çok önem vermemiz gerekmektedir.
Şimdi, buradan, bunun için diyoruz ki: Artık, kültürel değerlerin değer temelli yaratıcı çözümler üretmede eğitim kurumlarının öneminin ihmal edilmemesi lazım. Bir yerde, siz, Kültür Bakanlığı olarak bunları toparlayabilirsiniz, derleyebilirsiniz. Ama şunun hiçbir zaman unutulmaması gerekiyor ki: Bunları üretecek olan, bunları kullanacak olan insanlar olduğu için temel problemin aslında insan yetiştirme sistemimizde yattığını da görmemiz gerekmektedir.
Şimdi, baktığımızda, eğitim kurumlarının ülke geleceğindeki rollerinin önemi tartışma götürmüyor. Fakat özellikle son on yıldaki uygulamaya baktığımızda bunların plansız, sistematik olmayan ve sürdürülebilir olmadığını görebiliyoruz. Özellikle son yıllarda, hem gelişmiş ülkelerde hem de gelişmekte olan ülkelerde ve biz de tarihimize baktığımızda birtakım kavramların artık eğitim sistemlerinde ve toplumsal yapılarda ön plana çıktığını görebiliyoruz, bu ise kültürel ve sosyal beceriler. Bu sosyal dayanışmayı, sosyal dokuyu güçlendirecek olan mihenk taşları ki biz bunlara artık değerler diyoruz, kültürel değerler, bunların yeşertilmesi gerekiyor. Bir yandan da, bunların yeşertilmesi gerekirken, Millî Eğitim Bakanlığımızın yapmış olduğu uygulamayı detaylı olarak irdelediğimizde gerçekten bu alanda çok büyük boşlukların yaşandığını da görebiliyoruz.
Millî Eğitim ilköğretim programlarında öğrencilere kazandırılması gereken beceriler birkaç başlık altında toplanıyor. Ben, bunları özellikle vurgulamak istiyorum:
Türkçenin doğru ve etkin kullanımı, yaratıcı düşünce, iletişim becerisi, araştırma sorgulama, problem çözme, bilgi teknolojilerini kullanma, girişimcilik ve eleştirel düşünme.
Şimdi, bunları incelediğimizde, gerçekten çok büyük boşluğun olduğunu görüyoruz ve sistemin de bu boşluğu doldurmanın ötesinde, bu boşluğu, bu açıyı gittikte açtığını da görebiliyoruz.
Özellikle Türkçeyi doğru kullanmaya geldiğimizde: Gençlerin kendi aralarında geliştirdikleri, hatta artık cümlelerin tam olarak, kelimelerin tam olarak kullanılmasının ötesinde yalnızca birkaç harfle ifadelendirilen yeni bir jargon dil oluşturduklarını da görebiliyoruz burada ve buna herhangi bir olumlu yönde müdahalenin yapılmadığını da görüyoruz.
Bir diğeri, "yaratıcı düşünce" dediğimiz de aslında? Şu andaki eğitim sistemimiz öğrencilerdeki yaratıcı düşünceyi öldürüyor ve köreltiyor. Çocuk okula gelene kadar gerçekten hayal edebiliyor, düşünebiliyor ve hayalleriyle yaşarken okula geldikten sonra çocukların zihinlerinin dikdörtgenleştiğine ve ancak verilen örnekler ve müfredatlar çerçevesinde kendi zihinsel alanlarını kurgulayabildiklerine şahit oluyoruz.
İletişim becerilerine geldiğimizde: İletişim becerilerini kullanamamanın yani var olduğunu söylemenin ötesinde, gerçekten, bir eğitimli, bir entelektüel birey olarak eğitim almış birinin kendini ifade edemediğini, konuşurken meramını anlatamadığını çok rahatlıkla görebiliyoruz, problemi çözmede problemin daha algılanmasında problemler olduğunu görüyoruz.
Bilgi teknolojilerinin kullanılması: Aslında burada biraz durup vurgu yapmak istiyorum. Özellikle eğitim sisteminde bütün dünyada vurgulanan "öğrenci merkezli", "insan merkezli" veya "çocuk merkezli" dediğimiz bir sistem var. Bunu özellikle vurgularken bizim ülkemizde bu sistemin tam tersine döndüğünü görebiliyoruz. Özellikle iki hafta önce uygulamaya konan FATİH Projesi'nde bunu rahatlıkla görebiliyoruz ve artık bunun çocuk merkezli, öğrenci merkezli sistemin yerine geçecek "iPad merkezli eğitim" hâlini aldığını da rahatlıkla söyleyebiliriz. "Çocuk merkezli eğitim" dediğimizde veya "insan merkezli" veya "öğrenci merkezli" dediğimizde çocuğun, öğrencinin, o insanın, o yaş grubunun -hangi yaş grubuna hitap ediyorsa- problemlerini çözmeye yönelik, gelişim düzeylerine uygun ve bir sonraki aşamaya hazırlayacak olan bir yapıdan oluşması gerektiğini söylemek istiyoruz. Ama bunlar dikkate alınmadığı gibi, şu anda yalnızca günümüze kadar kullanılan bilgisayarların veya bilişim teknolojilerinin kullanılmasının özellikle destek mahiyetinde olduğu bir sistemden, artık bunların merkeze alındığı, artık, bilgisayarların nasıl daha gelişmiş hâle getirileceği veya buradaki bu ihaleyi alanların nasıl daha zengin hâle getirileceğine yönelik herhâlde bir sistem düşünüyoruz diye artık zihinlerimize kocaman soru işaretleri geliyor. Bunların altyapısı hazırlanmadan, bunların gerçekten eğitime veya öğretime yaptıkları olumlu katkıları irdelenmeden? Ki birçok ülke bunların hâlâ, on beş, yirmi yıldır araştırmalarını sürdürüyor. En son Amerika'da yapılan bir araştırmada -bu iki, üç hafta önce yayınlandı- bunun, özellikle bilgisayarların eğitimdeki başarıya çok fazla etkilerinin olmadığına yönelik sonuçlar alındı ve bu araştırmalar hâlâ devam ediyor. Ülkemizde de bu alanda birçok araştırma yapıldı, master veya doktora tezleri hazırlandı. Bunlar dikkate alınmadan iPad merkezli eğitime geçilmesi gerçekten insanı üzüyor.
Şimdi, buradan, bunların yanında? Bunlar temel becerilerdi, bunları bir kenara bırakıyoruz, ikinci aşamaya geçiyoruz ki bunların ne kadar verildiğini artık çok fazla tartışmıyoruz, sürekli söylendi. PISA sınavlarının sonuçlarındaki ülkemizin hâlini tekrar vermek istemiyoruz.
Ama, bir diğer taraftan da değerler olarak alınan ve bunun gizli müfredatla verilmesi gereken ve sosyal sermayeyi, kültürel sermayeyi güçlendirecek olan bir değerler eğitim sisteminin de kurulması lazım. Eğer siz bunları verdiğiniz takdirde, kültürel varlıkları hem üretebilir hem kullanabilir hem de koruyabilir nesilleri yetiştirebilirsiniz. Bu özellikler ne? Bunlara baktığımızda:
Dürüstlük ve güven. Gençliğimize, nesillerimize dürüst olmayı öğretip güven duygusunun aşılanması lazım. Artık kimse kimseye güvenmiyor. O hâle geldi ki, herkes birbirini gammazlar hâle geldi veya bir vurdumduymazlık söz konusu.
Bir diğeri, kendine ve diğerlerine saygı. Tabii ki "kendine saygı" derken, kendi varlığının özelliğini bilme, gerçekten Cenabıhakk'ın yarattığı bir değer olarak, bir güzellik olarak algılayabilme, hem kendini hem karşıdakini.
Bireysel eylemlerde sorumluluk alma. Sorumluluk alınca insanlar ancak bir şeyler üretebilirler.
Öz disiplin ve model olma zihniyeti.
Bir diğeri, olumlu iş ahlakı ve çalışkanlık.
Bir diğeri, hukuka saygı.
Diğeri, sağlıklı ve olumlu davranış.
Son olarak da, toplumun temel direği olan ve sosyalleşmede, insan yavrusunun sosyalleşmesinde ilk adımın atıldığı yerler olarak ailelerin yaşatılması ve güçlendirilmesi.
Şimdi, bunlara baktığımızda, özellikle kültürlerin hem üretilmesinde hem de yaygınlaştırılmasında, korunmasında bunların kullanılamamasının nasıl bir dezavantaj olduğunu da ben özellikle söylemek istiyorum.
Şimdi, bir insan eğer kendine güvenirse, kendine değer verir ise karşıdakine de verecektir. Temel değerlerin verilmesiyle? Özellikle sosyolojide "kuşaklar çatışması" dediğimiz bir kavram var ve bütün toplumlarda genel olarak eğer hem genç kuşağı hem de yaşlı kuşağı beslemediğinizde, temel değerlerle beslemediğinizde, hoşgörü değerleriyle beslemediğinizde bu çatışma alanı hâline geliyor. Buradan baktığımızda, her kuşağın kendine ait bir değeri var. Aslında işte öğretilmesi gereken? Diyelim ki Yunus'un sevgisinin öğretilmesi lazım, Mevlânâ'nın hoşgörüsünün öğretilmesi lazım ama bakıyoruz ki kuşaklar arasındaki çatışma ve bu değerleri, her bir kuşağın kendi değerinin yıkımına yönelik çatışmayı ortaya çıkartıyor. Bir genç kuşak yaşlı kuşağın ürettiği herhangi bir değere sahip çıkmıyor. Annesinin, anneannesinin, bilmem, iki büyük annesinin ürettiği değeri kabul alanına almadığı için bunlar da ileride artık kaybedilen değerler olarak, muhafaza edilemeyen değerler olarak kayıp alanlarına ne yapıyorlar? Yerleşiyorlar.
Bir diğeri, yine aynı şekilde, bu kültürel değerler tam olarak oluşturulamadığı için özellikle gelişmiş ülkelerin bize hediyesi olan hızlı tüketim kültürünün, işte, fast food, özellikle hamburgerle anılan bir kültürün yaygınlaşması. Bu yaygınlaşma aynı zamanda hem sağlık problemlerini gündeme getirirken hem de bizim aynı zamanda yemek kültürümüzün ortadan kalkmasına zemin hazırlıyor. Burada da aslında bunları da bir kültürel değer olarak aldığımızda ne yapıyoruz? Bunu da net olarak görebiliyoruz.
Bir diğeri, özellikle yazılmış eserler olarak, onların kullanılmasına yönelik olarak alıntıların yapılmasında birtakım neleri görebiliyoruz? Bilgi aktarmalarını, bilgi çalmalarını görebiliyoruz. Bu, aslında en önemli haklardan bir tanesi. Alıntılar yapılırken, özellikle tezlerde veya diğer şeylerde alıntılar yapılırken, bu alıntıların, gerçekten, o fikri üreten insanın izni alınmadan veya o fikri üreten insanın herhangi bir alıntısını, adını koymadan yaptığımız alıntılar var. Bunlar da, aslında, yine, işte, alınan-verilen eğitim sistemindeki eksikliklerden, böyle bir fikrî mülkiyetin çalınması durumlarını, hâlini ortaya koyuyor.
Bir diğeri, kütüphaneleri kullanan çocukların nasıl kullandığına baktığımızda -bunlara ben bizzat şahit oldum- öğrenciler kütüphaneye gittiğinde kitabı almaya eriniyor -tabii ki, gerçekten çok güzel kullanan öğrenciler var ama münferit de olsa bu olayların, bu örneklerin görülmesi insanları üzüyor- işine yarayan sayfayı kitabın arasından kopartıyor ve o sayfayı alıp çıkıyor. Kütüphanelere gittiğinizde, kitapları şöyle sayfalarıyla kontrol ettiğinizde bunu rahatlıkla görebilirsiniz. Yani bir kültürel esere yapılan bu davranışı hangi eylemle veya düşünceyle açıklayabilirsiniz?
Veya bir başka yerdeki herhangi bir antik bölgeye, tarihî eserlerin açık havada sergilendiği yerlere gittiğinizde eğer kamera sistemi veya güvenlik olmazsa burada neyi görebiliyoruz? İşte, sevgililerin birbirlerine karşı duygularını, sevgilerini pekiştiren işaretleri görebiliyoruz, kalp işaretlerini veya hangi ilden geldiyse o illere yönelik olarak yazılan sevginin veya duyguların antik eserler üzerine işlendiğini görebiliyoruz.
Bir diğeri, işte, kopyala-yapıştır. Demin dediğimiz gibi, bunları da rahatlıkla görebiliyoruz.
Şimdi, bunlara baktığımızda büyük bir sonuç çıkıyor: Eğitim sistemimizde bu kültürel değerlerin üretilmesine, korunmasına ve yaygınlaştırılmasına yönelik olarak eksiklikler dile geliyor.
Dahası -daha birtakım örneklerle bunları pekiştirmek istiyorum- kitap araştırmaları var. "Kitap okuyor musunuz?" şeklinde yapılan araştırmalarda özellikle Batı ülkelerinin bayağı bir, 8-9 kat aşağısında kaldığını görebiliyoruz. Kişi başına kitap okuma, kitap satın alma düzeylerine baktığımızda, bunların bayağı bir düşük seviyede kaldığını görebiliyoruz ve bilimsel dergi ve magazin dergisi okunma durumlarının da birbirlerinden ayrıldığını, daha çok bilimsel içerikli veya kendi alanında bilgi aktaran dergilerin kullanımının çok daha az olduğunu söyleyebiliyoruz.
Televizyon izlenmesine baktığımızda, özellikle, Türkiye'de günde en az beş saat televizyon izlendiğini görebiliyoruz. Bu da kişinin uğraştığı alanlarla ne yapıyor aslında? Paralellik arz ediyor ve akranlarla kurulan iletişimdeki kopukluk da entelektüel sermayenin yaygınlaşamama durumlarını da ortaya çıkarıyor.
Yine yapılan araştırmalarda, Türkiye özellikle kitabın ihtiyaç olarak görülmesini 235'inci sırada algılıyor.
Daha birçok araştırmalar var. Bunlar üç aşağı beş yukarı aslında bize bir fikir veriyor. Biz diyoruz ki: Mutlaka kültürel eserlerin, kültürel varlıkların korunması ve derlenmesi gerekiyor ama bunun temelinde mutlaka ve mutlaka bunun üretimine katkı yapacak sistemlerin hep birlikte çalışması ve üretmesi gerekiyor.
Teşekkür ediyorum hepinize. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Topcu.