GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: ARDAHAN İLİNİN DÜŞMAN İŞGALİNDEN KURTULUŞUNUN 91'İNCİ VE ARDAHAN MEBUSU, MİLLÎ MÜCADELE ŞARK KOMUTANI HALİT PAŞA'NIN VEFATININ 87'NCİ YIL DÖNÜMÜNE İLİŞKİN
Yasama Yılı:2
Birleşim:68
Tarih:21.02.2012

ORHAN ATALAY (Ardahan) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün 1829'dan 1920'li yıllara kadar yetmiş küsur yıl boyunca savaşın ve işgalin her türlüsünü yaşamış ama topraklarından ve istiklalinden asla vazgeçmemiş, küçük fakat güzel şehrimiz Ardahan'ın kurtuluşunun 91'inci yıl dönümü münasebetiyle söz almış bulunuyorum. Değerli hemşehrilerimi ve heyetinizi saygı ile selamlıyorum.

Son olarak "93 Harbi" diye bildiğimiz Osmanlı-Rus Savaşı'nda Kars ve Batum ile birlikte Ruslara tazminat olarak bırakılmış olan Ardahan, kırk üç yıl aradan sonra 23 Şubat 1921 yılında bağımsızlığına kavuşmuştu. Bu vesile ile başta bu kurtuluşun komutanı ve aynı zamanda 2'nci Dönem Ardahan Mebusu olarak geldiği bu Mecliste esasında bugüne kadar meçhul kalmış bir cinayete kurban gitmiş, dindarlığı nedeniyle "veli", cesaretinden dolayı da "deli" lakaplı Halit Paşa olmak üzere, tüm şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum. Bu arada, Ahıskalı kardeşlerimizi de topraklarına bir an önce yeniden kavuşma temennisiyle hatırlayıp selamlamak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bugün önemli bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Bildiğiniz üzere, 1699'dan itibaren toprak kaybı yaşayan Osmanlı İmparatorluğu 1918'lerin sonuna geldiğinde cephelerde yüz binlerce askerini kaybettikten sonra, geri kalan ordusu da Mondros Mütarekesi ile terhis edilmiş ve akabindeki o meşum Sevr ile de eldeki yurdumuz da galip devletlerce pay edilmişti. "Artık yolun sonu" denilen şartlarda Anadolu'nun Müslüman milleti tüm hesapları altüst eden bir ruh ile kurşundan perçinleşmiş yekpare bir güç hâlinde kıyam etmiş ve tarihte emsaline nadiren rastlanan destanlar yazmıştı.

O ruhtu ki "Ermeni çeteler Erzurum'da katliama başladılar." haberini alır almaz Dersim'den, Bingöl'den, Elâzığ'dan, Palu'dan binlerce milis, hem de şubatın son günlerinde kara tipiye aldırmadan atlarına binmiş, günlerce yol tepip Erzurum'a ulaşmışlardı. O ruhtu ki "Yunan ordusu Garbı, Anadolu'yu yakıp yıkıyor." haberini alan, Ardahan'dan Edirne'ye kadar, kimi bıyıkları henüz terlemiş çocuk yaşta, kimi henüz bir iki aylık evli, kiminin ilk bebeği daha altı aylık on binlerce yiğit bir daha geri dönmemek üzere yollara düşmüş, o yüce ruhlar düşmanlarının bir kısmını toprağa gömmüş, diğerlerini ise geldikleri yere gönderip, tarihe, emperyalizme ders niteliğinde notlar düşmüşlerdi. Ancak ne var ki, kurtuluştan sonra bu ruhun gittikçe zayıfladığını görmek gerekir. Birinci Meclisin feshinden sonraki süreçte hayata geçirilen totaliter uygulamalar sonucu yaşanan kırgınlıklar, kurulan darağaçları, ulus devlet hatırına ihanete uğradıklarını düşünen Kürtler, jakoben laiklik uğruna gadre uğrayan Sünniler, tek tip toplum hatırına ölüm fermanları yazılan Aleviler ve nihayet 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat süreçlerinde hepimizi içeren geniş daireyi çoğumuzu dışlayan küçücük bir kareye zorla dönüştürme çabalarının, kardeşlik çınarımızın köklerine ne denli ağır darbeler indirdiğini de görmek zorundayız.

Öyle ise Meclise düşen en asli ödev, bu fasit kavgalardan ve şuride siyasetten bir an önce kurtulup adalet ve merhametle tüm yaraları sardıktan sonra tarih ve coğrafyanın sırtına yüklediği sorumluluğu taşıyacak büyük Türkiye'yi inşa edecek o ruhu yeniden kazanmak zorundayız.

Bunun için yapmamız gereken, belki de, basit bir empatidir. Haydi diyelim ki Kutlu Peygamber'in "Hiç biriniz kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe gerçekten mümin olamaz." öğretisini toplumsal hayata dönüştürme başarısını elde edemedik. Peki, kendisine çocuğunu öldüren bir Müslüman'dan intikam izni almak için gelen Hindu köylüye Gandhi'nin verdiği şu cevaptan da mı hicap duymayacağız? "Hayır, sizlere talimatım şudur: Bundan böyle çocuğu bir Müslüman tarafından öldürülmüş her Hindu, babası bir Hindu tarafından öldürülmüş Müslüman bir yetimi; çocuğu bir Hindu tarafından öldürülmüş her Müslüman ise babası bir Müslüman tarafından öldürülmüş Hindu bir yetimi kendi himayesine alacaktır. Bu kavgayı ancak böyle bitirebiliriz." demişti.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gandhi'nin müştereklikleri bizden daha az olan iki halk için başardığını bizler neden ve niçin başaramıyoruz? İşe koyulmak için yoksa İsrafil'in surunu mu bekliyoruz?

Kesin olarak bildiğim bir şey vardır ki o da birbirimizi tanımadığımızdır. Yıllarca aynı çatı altında bulunan vekillerin bile birbirlerini tanıdıklarını sanmıyorum. Oysa farklılık tanışmak içindir. Bunu gerçekleştirdiğimiz gün bilinçaltı dünyamızda birbirimize ilişkin kemikleşmiş ön yargılardan da temizlenmiş olacağız. Tanımak, anlamayı, o da arınmayı getirir. Arınırken zaman zaman suya ve sabuna dokunmak mecburiyeti de hasıl olur ise, o zaman da aleyhimize de olsa adaletli olmak, adil olmak temel ahlaki ödevimizi hatırlamak yeterlidir. Ancak bilelim ki böylesi bir seçim, her özgür insanın taşlanarak yürüyeceği zorlu, fakat o oranda soylu bir yokuşu tırmanmayı gerektirir.

Dün düşmana karşı savaşa ve ölüme hep birlikte sefere çıkan bir milletin çocukları olarak biz, barışa ve kardeşliğe uzanan sefere de hazır olduğumuzu belirtir, hepinizi saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Atalay.

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Hangi milletten bahsediyorsunuz, onu da söyleyin.

ORHAN ATALAY (Ardahan) - Ben Müslüman milletinden bahsediyorum, niye gocunuyorsun?

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - "Türk milleti", onun adı "Türk milleti"!

ORHAN ATALAY (Ardahan) - Müslüman milletinden bahsediyorum.