| Konu: | 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 37 |
| Tarih: | 14.12.2011 |
MHP GRUBU ADINA YILDIRIM TUĞRUL TÜRKEŞ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üzerinde konuşacağım Dışişleri Bakanlığı bütçesinin hayırlı olması dileğiyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
AKP Hükûmetinin icraatları içerisinde göz önüne çıkarmaya çalıştığı ve büyük ölçüde performans gösterdiklerini iddia ettikleri konu, dış politikadır. Sayın Başbakanın "Ustalık dönemimiz." dediği 61'inci Hükûmet Programı'nda 12 sayfa bu konuya ayrılmıştır. 8 Temmuz 2011 tarihinde Başbakan Erdoğan'ın açıkladığı bu programda dış politika bölümünde iktidarın uluslararası meselelere her şeyden evvel sorun odaklı bir yaklaşım yerine vizyoner bir yaklaşım benimsediği belirtilmiştir.
Geçen yıl bütçe görüşmelerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına konuşan Sayın Deniz Bölükbaşı, konuşmasında, Sayın Davutoğlu'nun "2011 Yılına Girerken Dış Politikamız" isimli kitapçıktaki söylediklerine atıfta bulunarak -ve aynı zamanda yine Sayın Başbakanın- "İsrail'in Mavi Marmara saldırısının üzerinden iki yüz üç gün geçmiştir. Saldırının hemen akabinde AKP grup toplantısında konuşan Sayın Başbakan bu konuda, hepiniz hatırlayacaksınız, şunları söylemiştir: `Türkiye olarak bu işin peşini bırakmayacağız. Türkiye yeni yetme, köksüz bir devlet değildir, bir kabile devleti hiç değildir. Kimse Türkiye'yle aşık atmaya, Türkiye'nin sabrını test etmeye kalkmamalıdır. Türkiye'nin dostluğu ne kadar kıymetliyse düşmanlığı da o kadar şiddetlidir?'" Bunun gibi daha devam ediyor bu konuşma. Sayın Bölükbaşı, bunları belirttikten sonra burada bir başka noktaya da atıfta bulunmuş; o da Sayın Bakanın, Sayın Davutoğlu'nun "Bu olay bölge tarihinde belirleyici bir andır, bizim 11 Eylülümüzdür. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır." dediğine değiniyor ve arkasından da diyor ki: "Değerli milletvekilleri, bunları söyleyen AKP Hükûmeti iki yüz üç gün içinde İsrail'in Türkiye'yi tatmin edecek özlü bir adım atmasını sağlayamamıştır." Bu geçen yılın tutanaklarından, Sayın Bölükbaşı'nın konuşması.
Bugün, Dışişlerinin 2012 bütçesini konuştuğumuz bugün bu saldırının üzerinden beş yüz altmış iki gün geçmiştir ama maalesef hâlâ geçen yıl Sayın Bölükbaşı'nın işaret ettiği hususlarda hiçbir gelişme elde edilmemiştir, hiçbir olumlu adım attırılamamıştır.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - ABD'nin yeni talimatları var, ABD'nin.
YILDIRIM TUĞRUL TÜRKEŞ (Devamla) - Yapılan beyanlar havada kalmış ve yapıldığı iddia edilen ekonomik yaptırımlar da gerekli ağırlıkta olmadığından karşı tarafa hiçbir şey ifade etmemiştir.
Değerli milletvekilleri, önümüzdeki hafta Fransa'daki Mecliste sözde soykırımın "yok" denmesinin suç sayılacağı yeni bir yasa geliyor. Şimdi, bu az önce hatırlatmalarını yaptığım konuya da değinerek umuyorum ki siyasi iktidar bu sefer, hakikaten bir konuda tepkisini dile getirdiğinde bunun arkasını kovalayabilmeli ve bunun arkasından da bir ülkeye bir şeyleri yaptırmalı veyahut da arkasını takip etmeli. Yoksa bu az önce arz ettiğim hususta örnekte olduğu gibi, üzerinden yıllar geçip bu konular havada kalmamalı.
Dışişleri Bakanlığımızın deneyimli diplomatları bilgi birikimleri ve tecrübeleri itibarıyla, yılları aşan çabalarıyla bu Bakanlığı Türkiye'nin öne çıkan, saygın bir kurumu hâline getirmişlerdir. Sayın Bozkır az önce AKP'den önce bu şeylerin yapılmadığını söyledi, Emrullah Bey de değindi ama biz o kanaatte değiliz yani Dışişlerinin daha köklü bir kurum olduğuna inanıyoruz.
Bu insanların büyük gayret ve fedakârlıklarıyla, bu konudaki çalışmalarıyla Türkiye'nin uluslararası arenada hak ettiği yeri elde etmesi için büyük bir gayret gösterdiklerini de biliyoruz ve biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak bunu görmekteyiz ve bu yapılanlardan dolayı değerli Dışişleri mensuplarını da yürekten kutluyoruz ancak siyasi iktidarın -az önce de belirttiğim üzere- kendi "Ustalık dönemi." diye addettikleri bir dönemde, yapılmayanları ya da yanlış yapılanları da burada dikkatinize sunacağız.
Bu noktadan olmak üzere, dünyadaki genel trend doğrultusunda "Arap Baharı" oyununa girmekte hiç tereddüt etmeyen siyasi iktidar, geçmiş yıllarda hiçbir şey yapmadığı gibi gelecek için de Türk cumhuriyetleriyle ilişkiler konusunda kendisini âdeta görevsiz addetmektedir ve ilişkilerin asgari seviyede bulunmasından da bir rahatsızlık duymamaktadır. Bunu geliştirmek ve daha iyiye götürmek doğrultusunda da en ufak bir gayretlerinin olmadığını gözlemliyoruz. TİKA'yı -ki Türk İşbirliği Ajansı biliyorsunuz esas adı- Afrika yatırım koordinatörlüğüne dönüştürdüler (MHP sıralarından alkışlar) ve Türk dünyası ile ilişkileri de ciddi çalışma grupları veyahut etkinlikler ile güçlendirmek yerine, cenaze ve toplantılarda bakan seviyesinde temsilden öteye de hiçbir şey yapılmıyor. Dil, tarih ve kültür birlikteliğimiz olan bu ülkelerde Afrika'dan umulan ama hâlâ belirsiz olan ticari kapasitenin daha fazlasının varlığı dahi AKP tarafından dikkate değer bulunmuyor.
Balkanlardaki çalışmalarda birçok Avrupa Birliği ülkesinin gösterdiği performanstan daha ileride değiliz, hatta ekonomik krizin içinde bulunan Yunanistan bile birçok Balkan ülkesinde etkin olmak adına neredeyse Türkiye ile yarışacak seviyede faaliyetler içinde.
Sayın milletvekilleri, AKP Hükûmetinin yoğunlaştığı Arap baharının gerçek sebepleri, çapı ve hedefleri ile gittiği istikamet maalesef bugüne kadar bu yüce Meclis çatısı altında hak ettiği ölçüde bir müzakere ortamı elde edemedi. Arap dünyasının hemen hemen hepsi monarşi veya totaliter rejimlerle yönetilirken sadece Kuzey Afrika'da, iddia edildiği gibi, süren bir baharın diğer ülkelere niye geçmediğinin burada üzerinde durulması gereğine inanıyorum. Şu ana kadar hareketli olan bölgede aşağı yukarı 140 milyon insan yaşıyor ama bir 80 ila 85 milyon nüfusa sahip olan ve hâlâ monarşik olan, hâlâ totaliter rejimlerle yönetilen tarafa bir baharın niye ulaşmadığını da mutlaka düşünmeli ve konuşmalıyız. Yani hani her yere bir demokrasi geliyor ya onu göreceğiz.
Tabii, bir diğer konu da bu bahar coğrafyasındaki dünün liderleri ile AKP İktidarı bu kadar sarmaş dolaş iken, iç içe iken, o ülkelere sık sık gelir giderken bu baharı sezememiş olmalarını da ben ustalıklarına yakıştırıyorum, tabii, sizlerin takdiri size kalmıştır. AKP İktidarının yoğunluklu olarak üzerinde durduğu ve çalıştığı bu ülkelerle ilişkilerimize kısaca bakacak olursak:
Türkiye-Irak:
Türkiye'ye Irak'tan, gerek merkezî yönetimden gerekse bölgesel yönetimden birileri geliyor gidiyor. Tabii, Türkiye'de ağırlandıkları için bunlar o ziyaretlerde yediklerinin herhâlde diyetini ödemek için iyi şeyler söylüyorlar ama dikkatinizi çekmek istediğim bir konu var ki geriye döndüklerinde mutlaka bizim canımızı acıtacak bir açıklamayı da ihmal etmiyorlar. Bunu önleyemiyoruz yani orayla ilişkilerde bunu engelleyebilmiş değiliz bugüne kadar.
Kerkük ve Musul'daki Türkmenler için büyük bir sıkıntı var, Kerkük'te sistematik bir kaçırma uygulanıyor Türkmenlere. Önce iş adamlarına yapıldı, esnafa yapıldı, daha sonra doktorlara, doktor ailelerine yapıldı, kaçırmalar, tehditler, öldürmeler. Şimdi de öğretmenlere ve aydınlara yönelik bunlar yapılıyor ve bunlar konusunda maalesef siyasi iktidarın hiç sesi çıkmıyor, herhangi bir girişiminin olduğunu da duymuyoruz.
İran ilişkileri:
2010-2011 yıllarındaki süreçte Türkiye-İran ikili ilişkilerinde ciddi dalgalanmalar oldu. 2010 yılında iki ülke arasında ciddi bir yakınlaşma hasıl oldu. Büyük ziyaretler. Mayıs 2010 tarihinde, Başbakan Erdoğan İran'a bir ziyaret gerçekleştirdi ve Brezilya devletiyle koordineli biçimde 13'üncü uranyum takasını konu alan üçlü zirve yapıldı. Bunun ardından, Türkiye ve Brezilya devletleri, Birleşmiş Milletlerde İran'a yaptırım kararı alındığında oylamada "hayır" oyu kullandılar. Bir yakınlaşma oldu zannediyoruz. Hatta, o dönemde bu PKK ve türevlerine karşı da İran ile ortaklaşa hareket hatta, eş zamanlı operasyonlar bile yapıldı. Arkasından 2011 yılı geldi "NATO füze kalkanı" diye tabir edilen, Malatya Kürecik'te bir radar üssünün daha da teçhiz edilmek üzere bir şeye Türkiye yeşil ışık yaktı. İran da tabii anlayamamıştır bu değişkenliğin nereden geldiğini.Tabii, burada daha önce Millî Savunmada, diğer konularda değinildiği için bu füze kalkanı konusunun üzerinde çok fazla durmayacağım. Ama şayet bunlara Bakanlıktan Sayın Bakan veyahut da diğer arkadaşlar değinirlerse, bu füzenin haricinde? Yani bunu tespit ettin radarla, bir de bunu durdurmak için bir başka bir şey yapmak lazım yani ya sen de bir füze atacaksın, bir şey yapacaksın. Bunları NATO mu temin ediyor, biz millî bütçeden mi alıyoruz? Ne oluyor bunlarla ilgili? Bunların da burada, bu yüce Mecliste görüşülmesi gerektiğine ve Meclisin bilgilenmesi gerektiğine inanıyorum.
Evet, bir diğer konu: 20'nci yüzyılda kurulmuş olan birtakım uluslararası kuruluşlar var. Bunlardan biri de Birleşmiş Milletler, biliyorsunuz. Mevcut siyasi iktidar buradaki pozisyonunu "etkin" olarak tarif ediyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde geçici üyelik aldık filan tamam, âlâ, çok güzel. Dokuz yıllık süre içerisinde, Kıbrıs'ta yaşayan soydaşlarımızın şartları bir adım iyiye gitmedi, bir adım. E, bu kadar iyisiniz de, bu kadar dünyadaki ülkelerle, uluslararası kuruluşlarla aranız iyi de niye yapamıyorsunuz bunları? Yapmak mı istemiyorsunuz? Bunların burada konuşulması lazım.
Bir diğer gene konu bu Yunanistan'la ilgili. Gene 2010 yılıydı, Kırmızı Kitap değişti, oradaki artık Ege Denizi'nde meselelerin, denizdeki sınırların savaş sebebi olmayacağı söylendi ve bunun Türkiye'de önemli bir değişiklik olduğu dile getirildi. Ama arkadan, Rum Kesimi İsrail'le 12'nci parselde bir Amerikan şirketi marifetiyle petrol aramaya kalkınca deniz kuvvetlerini harekete geçirdik. "Bundan rahatsız mısın?" Hayır, değilim ama aynı dönemde, Girit'te konuşlanan Amerikan 6'ncı Filosu'na ait "Lenthall" isimli bir lojistik gemi var. Bu gemi Girit'ten hareket edip Akdeniz'e, Kıbrıs'a doğru hareket ettiği dönemde, eş zamanlı olarak biz deniz kuvvetlerimizdeki bu hareketleri durdurduk. Bunlardan niye vazgeçildi, bu ikisinin arasında bir alaka var mı, bunun da burada görüşülmesi ve açıklığa kavuşturulması gereğine inanıyorum.
Tabii, dış işlerinde birçok konu var ama süre azaldığı için, Hükûmetin de çok fazla sevdiği ve üzerinde yoğunlaştığı bu "Arap baharı" ile ilgili gelişmelerle ilgili kısa bilgi sunup ondan sonra konuşmamı bitireceğim.
Bu Arap baharında çok iyi şeyler yaptık. Tunus'tan başladı, Mısır'da, demokrasi geliyor... Peki, ben size şimdi ne demokrasinin geldiğini söyleyeceğim. Tunus'ta yapılan ilk hür seçimlerde İslamcı bir söyleme sahip olan El Nahda kazandı ve bu parti Müslüman Kardeşlere bağlı. Öte yandan, Mısır'da yapılan seçimlerde yine Müslüman Kardeşlerin temsilcisi Hürriyet ve Adalet Partisi birinci parti olarak çıktı ve geçerli oyların yüzde 36,6'sını aldı. Şimdi de geriye bir tek Suriye kaldı. Orada da bakalım, ne yapılacağını göreceğiz.
Şimdi, görülüyor ki değerli arkadaşlar, bu Arap baharı ile Büyük Orta Doğu Projesi parametreler olarak birbirinin üzerine düşüyor. Bu anlamda da tabii, mevcut siyasi iktidarın ve Sayın Başbakanın buradaki rolünün muhtevasını, kapsamını sizlerin takdirine bırakıyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle, 2012 yılı bütçesinin hayırlı olmasını diliyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Türkeş.