| Konu: | 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 37 |
| Tarih: | 14.12.2011 |
BDP GRUBU ADINA DEMİR ÇELİK (Muş) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunduğum Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığının bütçesine ilişkin düşüncelerimi paylaşmak adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz gerek jeostratejik gerekse jeopolitik konumu itibarıyla önemli olanaklar ve fırsatları elinde bulunduran, bu olanaklara sahip bir ülke olmanın dinamiğini her geçen gün yeniden hissetmektedir.
Üç etrafı denizlerle çevrili, 8.200 kilometre uzunluğundaki deniz şeridi, Trakya, Anadolu yarımadalarıyla, bir yanıyla Avrupa, diğer yanıyla Asya Kıtası'yla olan ilişkisi ve bağlantısı itibarıyla ama aynı zamanda Orta Doğu'da, Nabucco'yla yer altı zenginliklerinin taşınma ve nakli koridoru görevini görmesi, Mavi Akım'la da Kafkasya ve Hazar Denizi havzası yer altı zenginliklerini taşıyan bir koridora sahip olması önemlidir; onun ekonomik gücüne de siyasal ve stratejik konumuna da değer katan belirlemelerdir.
Bu dinamikleri amacına uygun kullanmadığımız, toplumun refahı ve mutluluğu lehine kullanmadığımız da acı bir gerçekliktir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tartıştığımız, bir haftadır üzerinde yoğunlaştığımız bütçe, toplumun genelini ilgilendiren özelliğiyle, keşke Meclisimizde siyasal temsiliyetini yakalayamamış siyasal partiler başta olmak üzere sivil toplum örgütü, demokratik kitle örgütlerinin de izleyebildiği, katkı ve değerlerini kattıkları bir sürece değiştirilmiş, dönüştürülmüş olabilinseydi. Ama inanıyorum ve diliyorum ki ekranları başındaki halkımız ve onun temel dinamikleri, onların huzurunda ve hakemliğinde bu süreç, bir kez daha iktidarından muhalefetine bütün siyasal partilerimizin düşüncelerini takip edebilme fırsatını ve olanağı tanımıştır diye düşünüyorum.
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığının bütçesi genel bütçe payının önemli bir miktarını teşkil ediyor olmasına rağmen, öngördüğümüz, hele hele "Telekomünikasyon ve iletişim çağı" olarak adlandırdığımız çağın bir kısım toplumsal hizmetlerini karşılamaya yeter bir bütçe, bir kapasitede olmadığı gerçektir. Ulaşım ve erişimde hızlı olma, güvenli olma, ekonomik olma, etkin ve erişilebilir olması beklenen bir zorunluluktur. Bu kriterlerine uygun bir ulaşım ve erişim politikası ne yazıktır ülkemizde doksan yıldır uygulanmadığı gibi günümüzde de uygulama anlayışından uzaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; günümüz dünyasına bir bakışla yaklaştığımızda, değişen küresel güçlerin, her geçen gün yeniden değişimi dünya halklarının ve ezilenlerin önüne bir seçenek olarak sundukları gibi bir talihsizlikle karşı karşıyayız. Keşke, değişimin dinamiği olan ezilenlerin, yoksulların bu değişimdeki rolü, tarihî fırsatı, işlevi ve olanakları dün olduğuna benzer bir nitelikte, bir kalitede yürüyor olsaydı. Ama buna rağmen sanayi toplumunun ya da Sanayi Devrimi'nin hemen sonrasında baş gösteren her ulusun bir devleti olması algısı üç yüz yılı aşkın bir süredir insanlığa mutluluk getirmediği gibi, küçültülmüş gümrük duvarları arkasına sığdırılan ulus üniter devletleriyle de merkeziyetçi katı yapılar oluşarak halklara ve topluma zenginlik ve refah götürmemiş, acı, gözyaşı, mutsuzlukları taşımıştır. Bu anlamıyla ulus üniter devletlerin insanlığın yarınına çözüm olmayacağı, aşılması gereken ve üstesinden gelinmesi gereken yeni bir algı, bir anlayışa da günümüz dünyası hızla evrilmektedir. Artık katı merkeziyetçi devletler yerini ademimerkeziyetçi demokratik devletlere, hakemlik rolüne soyunan, topluma eşit, adil mesafede kalan, onlara adaleti, eşitliği, özgürlüğü sağlayan bir siyasal organizasyona her günden çok ihtiyaç duyulduğu bir süreçten, bir dünyadan geçmekteyiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu açıdan, 2023 ya da hedefe uzun erimli olarak yaklaştığımızda 2050'ye ilişkin vizyonu koymak gerekiyor. Biz, bugünün parametreleri, doneleri üzerine binayı inşa etmeye çalıştığımızda 2023'e ya da 2050'ye hangi parametrelerle, hangi toplumsal dinamiklerle ulaşacağımıza dair net ve doğru fikirlerle yola çıkmadığımızda başarı yerine hüsranı, başarısızlığı da yakalamak, onunla karşılaşmak da mümkündür. Elbette ki her toplum gibi ülkemizin de, ülkemiz iktidarının da vizyon sahibi olması, orta, uzun vadeli plan ve projeleriyle, programlarıyla toplumun önünü açması, aydınlatması gereken bir zarurettir. Ancak, 2023 projesini her an ve her dönemde, her platform ve her zaman savunan iktidar neyi öngörmüştür ya da neyi öngörmemiştir; bunun bizim ve geleceğimiz açısından getirisi götürüsü nedir konusuna biraz parmak basmak ve bir kısım konuları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; birçok arkadaşımız bu kürsüye geldiğinde güçlü Türkiye ekonomisinden bahsetmeden geçmiyor. 16'ncı sırada olmamız elbette ki övünülmesi gereken bir gelişmedir. Biz, amacına uygun bir kısım performansı harekete geçirdiğimizde 1'inci sıraya da gelebiliriz, dünyanın en büyük ekonomik gücüne sahip bir ülke durumuna da gelebiliriz. Ama 1'inci sıraya geldiğimiz bu ekonomik güçten biz toplumumuza mutluluğu getirebiliyor muyuz? Adaleti, eşitliği, özgürlüğü sağlayabilmiş miyiz? Temel kriter bu olsa gerek.
Bakın, güçlü iktidar, güçlü devlet tarih boyunca olmuştur. Başaramadığımız, beceremediğimizden de öte, bu güçlü devletler altından saraylar yapmıştır. Altından sarayların altından musluklarından sütler akıtmıştır ama gün gelmiş dünyanın en güçlü ordularının bile karşı duramayacağı yenilikçi düşüncelere karşı yenilmişlerdir. Altından sarayların, altından musluktan akan sütlerin topluma vermediği huzur, vermediği özgürlük, vermediği güven ve gelecek, onları yetersiz, aşılması gereken araçlar durumuna getirmiştir.
O nedenle, elbette ki Türkiye'nin ekonomik güce sahip olması önemlidir. Kavgamız, mücadelemiz buna dönüktür ama sermayenin birikimini merkezileştirip, bu zenginliği topluma yaymadığımız, toplumun yoksul ve geri kalan kesimlerini mevcut var olan zenginlikten yararlanır bir ilişkiye dönüştüremediğimiz, katılımcı demokrasiyi hayata geçiremediğimiz sürece bu güçlü ekonominin de, güçlü iktidarın da toplumu tatmin etmeye yeter olmayacağı gerçeğiyle dün olduğu gibi bugün de, yarın da yüzleşeceğiz.
O nedenle, temel düsturumuz ya da vizyonumuz güçlü iktidar, güçlü devlet değil, aksine güçlü toplum, toplumsal refahtır. Siz toplumları özgürleştiremediğiniz sürece devletin güçlü olması, iktidarın güçlü olması sizi bu açmazlarınızdan, yetersizliklerinizden kolayca kurtulmanıza fırsat vermeyecektir.
Değerli Başkan, sevgili milletvekili arkadaşlar; günümüz dünyası az devlet çok topluma evrilmişken, biz hâlâ kutsanmış devletin o otoriter zihniyetini güçlendirmeye dönük değerlerimizi, birikimlerimizi ve performanslarımızı aktarmaya devam ettiğimizde küçülen toplumla karşı karşıya kalırız. Küçülen toplumlumun dinamiklerini hiçleştirerek onları sürece katmadan, onların sinerjisinden faydalanma anlayışından kendimizi mahrum kıldığımızda bu devletin bize huzur vermediği gerçeğiyle de yüzleşiriz. Bu da unutulmaması gereken önemli bir konudur.
Aynı şekilde az devlet daha demokratik toplumu öngörür, toplumsal refahın tabana yayılmasını öngörür. Siz demokratik toplumu inşa etmediğinizde yani toplum tarihî serüveninin içerisindeki doğal mecrasına oturmadığı sürece, ekolojik barışı, demokratik barışı, ekonomik barışı sağlamadığınızda bu ancak insanlara savaşın ve savaş argümanlarının yöntemlerinin yol açtığı acılardan öte bir şey vermeyecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu vizyondan yoksun olduğumuz içindir ki bugün devletin demokratikleştirilmesi sürecini hep beraber yaşadığımız dünya gerçeğine rağmen biz, her birimiz siyasal parti, birey, milletvekili olarak yakındığımız otuz bir yıllık 12 Eylül Anayasası'nı da kaldıramıyoruz, yerine demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasayı da getiremiyoruz. Niçin? Kutsanan devlete tapınması gereken bir toplum algısıyla soruna yaklaştığımız içindir ama devleti toplum, devleti insanlık yararına ya da hizmetine konulması gereken bir siyasal organizasyon olarak gördüğümüzde işimizin çok daha kolay, çok daha basit olduğu gerçeğiyle de karşılaşmamız mümkündür.
Bu anlayıştan uzak olduğumuz için de biz 12 Eylül 2010 referandumunda daha demokratik bir ülkeyi insanlarımıza vadetmiş olmamıza rağmen hâlâ erişimin kolay, etkin olmasını devlet, toplumun ve bireyin aleyhine kullanmayı hak görüyor. Telefonları dinlenen milyonlarca insanın varlığı, telefonların dinlenmesinin, teknik takibine takılan siyasetçilerin, aydınların ya da bir bütün olarak her kesimden, her yönden insanın gözaltına alınma, tutuklanma gerekçesi olmaya başladığı bir ülkede ülkenin zenginliğinin, 16'ncı ekonomik güce sahip olmasının çok da kıymeti harbiyesi yoktur. Ben özgür değilsem, siz değilseniz, bu toplum değilse ve özgür olma noktasında bu ekonomik güçten yeterince yararlanamıyorsam sorgulanmaya değer bir yanlış ilişki vardır. Bu ilişki hele hele devletin yapması gereken bir kısım görevlerini yapmaya çalışan belediye başkanlarını, milletvekillerini tutuklama gerekçesi olarak sunuluyorsa, bunun adı hukuk devleti değil, otoriter bir devlettir.
Düşününüz ki belediyeler, tutuklanan belediye başkanları, devletin yetemediği sağlık politikasının giderilmesi amaçlı sağlık evlerini açmışsa, devletin kutsadığı, kucakladığı ve kapsadığı halkının ana dilde eğitimine cevap alamamış, yeterli noktada ihtiyaçlarını karşılayamamışsa, bunu karşılamaya çalışan ama aynı zamanda yerel halkın kendi ana diliyle coğrafyasını, gölünü, dağını, tarihini, sokağını, meydanını adlandırmak, isimlendirmek noktasındaki bir siyasal tercihini dile getirmişse, buna dair siyasal kararlaşmalar içerisine girmişse ve bunu telefon teknik takibine, ortam dinlemelerine delil oluşturacak bir noktada devleti kullandıysanız, bu devlet otoriterdir, hukuk devleti değildir.
Bu insanlar kendilerine yönlendirilen ve yöneltilen suçlamalara rağmen, hiçbir delil karartma olanağı, kaçma olanağı yokken de yıllara sair bir tutukluluk cezasına çarptırılmışsa bu da bizi 2023 vizyonundan alıkoyacak bir acı gerçeğimiz olmaya devam ediyor demektir.
Devlet siyasal organizasyon olma yerine, talep sahibi herkese refleks geliştiren, tepki gösteren, onun cezalandırılmasını mübah gören bu algıyla, ötekileştirmeyi, dize getirmeyi esasına alınan bir algıya sahipse buradan da verimlilik, üretkenlik, şeffaflık çıkmaz. Kapalı toplum, kapalı ekonomiye doğru hızla gittiğimizin riski ve tehlikesi herkes gibi iktidar partisi tarafından da görülmelidir.
Tarihi kendisiyle başlatan, başlattığı tarihi kendisiyle bitirebilme algısı ve megaloman anlayışından uzak durmalıyız. Elbette ki tarih bir bütündür, devlet süreklilik arz eder. Devletin yetmezlikleri, yetersizliklerinin ürettikleriyle olanak ve sahip olduğu olanaklarıyla bugün yarattıkları hiçbirimizi mutlu etmiyor ama buna rağmen AKP İktidarının dokuz yıllık iktidarı döneminde yaptıkları, yapmaya çalıştıkları da önemlidir, bunu da biz takdirle karşılıyoruz. Fakat her seferinde bunu güçlü ekonomi noktasında toplumu hiçleştiren bir düzeyde ve anlayışta önümüze sürüyor olması doğru değildir. Çünkü dünya her gün saat ve saat, toplum her an yeniden ve yeniden değişiyor. Dünün tabuları yıkıldıysa, değişim ruhunun her gün yeniden toplumsal talep ve isteklerini dinlemek, kulak vermek ve dikkate almak durumuyla bizi yüzleştiriyorsa biz de yaptıklarımızın yeterli olmadığı, bunun gelecek toplum için mutlaka bir birikim olması gerektiği durumuyla hareket etmek durumundayız. O anlamıyla da kişinin yaşam hakkının temel hak olduğu, ana diliyle eğitim görmesinin doğuştan gelen bir hak olduğu, halk olmaktan kaynaklı kimliğinin, kültürünün anayasal güvenceye tabi tutulması gerektiği, seyahat özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü, düşüncesinden ötürü insanların yargılanamayacağı, onları dile getirme, yazma ve yayma hakkına sahip olduğu haklar evrenseldir. Evrensel olan bu hakları tam da yeni bir anayasayı tartıştığımız bu dönemde önemseyerek üstesinden gelinmesi gereken bir vizyon olarak yaklaştığımızda 2023'ü, dolayısıyla sonrası 2050 hedefini yakalamak mümkündür. Yakaladığımız bu hedefte de büyüyen güçlü bir devlet değil, güçlü, demokratik bir devlet ama aynı zamanda demokratik toplum, özgür toplum, ekonomik toplumu da yaratmış olabiliriz. Tam da bu noktada günlerdir toplumumuzun ve ülkemizin gündeminde olan tarihimizle yüzleşebilmek, demokratikleşebilmenin önündeki birçok engelin kaldırılması açısından önemli bir fırsat verecektir bize. Doksan yıllık cumhuriyet tarihimizin birçok kazanımları, takdire değer başarıları olmuştur ama ulus üniter devletin karakteristik özelliğine bağlı olarak Türkiye Cumhuriyeti de katıydı, merkeziyetçiydi, tekçiydi. Katı, merkeziyetçi ve tekçi olan devlet, farklılıkları reddeden, öteleyen, inkâr eden bir pozisyondan kurtarılmaya muhtaç bir objektif durumla bizi karşı karşıya bırakmıştır. Gelin, ne olur, halklarımızın yeni acıları yaşamasına fırsat vermeden, tam da vizyonel olarak yaklaştığımız bu süreci, -burayı- Türkiye halklarının ezilenlerinin ve yoksulların lehine çözecek bir kısım projeleri tartıştığımız meşru, demokratik bir zemine dönüştürebilelim. Çoklu demokrasi yerine çoğunluklu, farklılıkların barış içerisinde olabildikleri bir Meclisi var edebilirsek toplumu da var edebilmek mümkündür.
Kürtler herkesten çok, hele hele Barış ve Demokrasi Partisi olarak, bir siyasal parti olarak bu demokratik, ortak vatanda eşit, özgür vatandaşlar olarak?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
DEMİR ÇELİK (Devamla) - ?herkesle birlikte yaşamak istiyoruz. Bu yaşamak terörize?
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.
DEMİR ÇELİK (Devamla) - Saygılar sunuyorum.