GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:36
Tarih:13.12.2011

BDP GRUBU ADINA DEMİR ÇELİK (Muş) - Sayın Başkan, çok saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığımızın TÜBİTAK ve TÜBA bütçelerine ilişkin söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

TÜBİTAK, yani Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu ile Türkiye Bilimler Akademisi olarak ifade edilen TÜBA, yakın zamana kadar Türkiye'de ARGE, görevini gören, sanayiye gerekli olan ara eleman ve personeli sağlamaya dönük olduğu kadar aynı zamanda küçük ve orta ölçekli kuruluşların projelendirilmesi ve projelerinin hayata geçirilmesi konusunda önemli görev ve sorumluluklar alan kurumlarımızdı. Bu kurumlarımız, tırnak içerisinde, özerkti. Yani iktidardan, yürütmeden ve egemenden uzak, toplumsal dinamiklerin temel ihtiyaçlarına kendi özerk yapılarıyla karar veren, yürüten kurumlardı. Bu tırnak içerisindeki özerklikleri bile çok görülmüş olacak ki bir sabah vakti, alışageldiğimiz, her gün yeniden uyanırken karşılaştığımız muamelelerin bir benzeriyle 27 Ağustosta TÜBİTAK da, TÜBA da karşılaştı. Kanun hükmünde kararnamelerle bu yarı özerk yapılar yürütmeye tabi kurumlar ve kuruluşlar hâline getirildi. TÜBİTAK'ın 17 kişiden oluşan Bilim Kurulunun 2'sinin Kurul tarafından seçilme serbestisine sahip olması ama geri kalan 15'inin YÖK ve Başbakan tarafından tayin edileceği yani atanacağı, onların özerklik ruhuyla çelişen, günümüz dünyasının giderek daha demokratik, daha normatif ve ademimerkeziyetçi yapılara evrildiği günümüz dünyasıyla da bir paradokstur, bir çelişkidir.

Bu yetmezmiş gibi, bu özerk yapılar, yürütmenin tasarrufu ve inisiyatifine olduğu kadar icazetine ve iznine de tabi kurumlar durumuna getirilmişlerdir.

Değerli milletvekilleri, doksan yıllık cumhuriyet tarihimizde olduğuna benzer merkeziyetçi yapılara tabi kılınan, tekleştirilen, aynılaştırılan bir zihniyet, bizi doksan yıl boyunca nasıl ki ileriye, daha iyiye, daha doğruya, güzele götürmediyse, yapılanın da onlardan farklı olmamasından hareketle de bu yolun doğru yol olmadığı, kullanılan yöntem ve araçların da bizi ileriye değil geriye götüreceği kesindir.

Biz, Barış ve Demokrasi Partisi olarak, hazineden yardım almayan, kendi öz güç, öz yeterliliğine dayalı siyaseti yürüten bir partiyken bu partinin, yani partimizin İstanbul, İzmir, Mersin, Adana, Şanlıurfa, Diyarbakır, Batman, Van illeri ve birçok ilçesinde bilim adına, bilimsel çalışmalar adına akademisyenlerimizin fedakârlığı, dayanışmacı ve paylaşımcı katkıları sayesinde yürüttüğümüz bilim akademileri siyaset üretiyordu, siyasetin tartışıldığı, konuşulduğu özgür mekânlar konumundayken terörize edilip, başta akademisyenler olmak üzere, o siyasal faaliyetlere katılan insanlar bugün cezaevlerinde.

Bakın, yetmiyor, milletvekilleri, belediye başkanları, siyasetçilerin cezaevine tıkıldığı 2011 Türkiyesi âdeta 1920'leri, 1980'leri yaşamaya mahkûm edilir bir noktada ileri demokrasiyle idare edildiğimiz söylemine rağmen yaşanıyor ve yaşatılıyorsa bunu Türkiye halkı ve halkları hak etmemiştir diye düşünüyorum.

Değerli Başkan, sevgili milletvekilleri; biz, medeniyetler çatışması yerine medeniyetler ittifakından, biz, "Yurtta barış, dünyada barış." söylemini çokça dillendiren bir Meclis geleneğinden geliyoruz -bu Meclisin- her şeyden önce uluslararası küresel boyuttaki barıştan çok, bu ülke halklarının, bu ülke inançlarının ve kültürlerinin kendi içinde barışını sağlamakla mükellefiz. Bu mükellefiyeti yerine getirmediğimizde yürüttüğümüz çabalar, harcayacağımız enerji yarınlara savaş ve savaş tacirlerine fırsat tanımaktan öteye gitmeyecektir.

Değerli Başkan, sevgili milletvekilleri; bu yönüyle Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı başta olmak üzere, TÜBİTAK ve TÜBA her şeyden önce bilimsel araştırmaları yürütmekle mükellef olan kurumlar olarak özerkleştirilmelidir. Özerk yapılarının finans, personel, teknik altyapısı güçlü kılınmalıdır ki toplumsal aydınlanmayla birlikte demokratik, sivil toplumun önü açılabilmelidir. Toplumu sivilleştiremediğimiz, demokratikleştiremediğimiz sürece otoriter katı merkeziyetçilere mahkûm bir Türkiye gerçeğiyle, her gün acısını yaşayarak, içimizde bunu hissederek yaşamaya devam edeceğiz. Bu bize bir kader değil, bu halklarımıza vaat edebileceğimiz bir gelecek de değil. Bizim görevimiz ve sorumluluğumuz sadece mevcut, var olanı onaylayan, onu zaman kazanma amacına hizmet edecek bir kısım donelere, araçlara dönüştürmek değildir. Bizim görevimiz, aksine, değişen, dünya koşullarına bağlı olarak ülkemizin değişen, değişim ve dönüşüm faaliyetleri içerisinde bulunan dinamiklerini açığa çıkarmaktır. Onlardan açığa çıkan sinerjiyi bütüncül politikalarımızın ürünü olarak Türkiye'nin değişimine, dönüştürmesine fırsat vermektir. Biz, özgürlüklerin alanlarını genişletmek, özgürlüklere fırsat vermek yerine var olanı gasp eden, var olanı alıkoyan bir algı ve zihniyetle soruna yaklaştığımızda çözümden çok kangrenleşen, kaos ve krize neden olan yeni politikalarımızla yarının tarihi karşısında sanık sandalyesine oturabiliriz.

Değerli Başkan, sevgili milletvekilleri; 12 Haziran 2010'da referandumda biz 12 Eylül cuntasının, askerî diktatöryasının ya da faşist diktatörlüğünün anayasasıyla hesaplaşmak adına halkımıza, vatandaşımıza gitmiştik. Daha demokratik, daha özgürlükçü, daha yaşanabilinir bir ülkede eşit, özgürlükçü ve demokratik bir anayasa vaadiyle biz 12 Eylül 2010'dan bu yana da söz veren, buna dair 12 Haziran 2011 seçimlerini de fırsat bilerek kurucu meclis rolünü oynamayı vaat eden söylemini sokakta, meydanda, alanda dile getiren bir Meclis geleneğinden geliyoruz. Değerli milletvekilleri, bu nedenle, henüz yol yakınken yanlıştan geri dönmek, iyi ve doğruya doğru yol almak hepimizin görevidir. Bu görev herkesten çok da iktidar partisinin görevidir. Çünkü sistemin ötekileştirildiği bir gelenekten gelen yani -1920'leri hatırlayalım- dine inanan dindarı ötekileştirerek irticai tehlike olarak topluma lanse eden, Alevi'yi dinsiz olarak topluma pazarlayan, aydına, sosyaliste bir şekliyle tehlikeli ve öldürülmesi gereken bir algıyla yaklaşan ama başta Kürtler olmak üzere, farklı kimlik ve kültürlere sahip, haklarını dile getirenleri de bölücülük yaftasıyla ötekileştiren bir sistem demokratik değildir.

Gelin, bundan en çok mağduriyeti yaşayan bir geleneğin savunucusu olarak, ülkenin demokratikleştirilmesi ve özgürleştirilmesi açısından halkımızın bizden beklediği temel talepleri karşılamaya, vekil olma adına, Millet Meclisinin bir unsuru, üyesi olma adına, gelin, görevimizi ertelemeden yerine getirelim. Çünkü biz, ülke halklarına demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasa vaadinde bulunduk. Bu, ertelenemez bir görev olarak önümüzde, tarihin olmazsa olmazı noktasında bizi bekliyor.

Bu görevi yerine getirmeye dönüştüreceğimiz bir bütçe süreci, halklarımıza, ülkemize ve dünyaya barış getirmesi dileklerimle hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum, iyi günler diliyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Çelik.