GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:35
Tarih:12.12.2011

BDP GRUBU ADINA DEMİR ÇELİK (Muş) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; Ekonomi Bakanlığının 2012 bütçesine ilişkin söz almış bulunmaktayım. Şahsım ve partim adına hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Ekonomi, tarih boyunca, insanlık için önemli bir bilim olagelmiştir. Sosyal bilim olan ekonomi, ekosistemimizin binlerce yıllık tarihî geçmişinde doğal serüveni içerisinde mal ve hizmetlerin üretilmesinden bağımsız insan yaşamının idamesi için temel teşkil etmiştir. Ancak ne zaman toplum hiyerarşik bir ilişkiye dönüşür, erk ve iktidar odaklarına hizmet edilmesi gereken diğer pozitif  bilimler gibi ekonomi de hegemonik ilişkiye tabi tutulur işte o zaman insan yaşamını idame ettirme ihtiyacından çok iktidarı, erki, sermayeyi sürdürebilmeye hizmet eden bir noktaya taşınır. Bu yönüyle de ister ilkel komünal toplum olsun ister feodal toplum isterse içinden geçtiğimiz kapitalist toplum olsun her bir sistemin bir ekonomi politiği olagelmiştir. Bugünün temel algısı ve yaklaşımı, toplumsallaşan üretim biçimine karşın  üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin varlığıdır. İşte bu paradoks, bu çelişki yüzyıllardır bir yanıyla zenginlik üretirken öbür yanıyla da yoksulluk, açlık ve sefalet de üretmeye devam eden bir çelişki olarak karşımızda durmaktadır.

2012 bütçesinin geneline ve özelde de Ekonomi Bakanlığının bütçesine yaklaştığımızda gördüğümüz olgu, insani olan, toplumsal temel ihtiyaçları karşılayan bir anlayıştan ve zihniyetten çok sermaye iktidarını ya da bir bütün olarak iktidar ve erki güçlendiren, bu anlamıyla da toplumsal olanı hiçleştiren, insani olanı görmezlikten gelen bir algı ve zihniyetle hazırlandığını çok kolay görebiliriz. Bu, bizce doğru değil. En nihayetinde devlet dediğimiz organizasyon bile insanın mutluluğu içindir, refahı içindir, zenginliği içindir. Devlet, insana hizmet ederin asli olması gerekirken insanın köle, insanın kul pozisyonuna düşürüldüğü, devletin kutsandığı, dolayısıyla kamu sermayesi ile özel sermayenin esas alındığı yani kârın, iktidarın esas alındığı ama emeğin, bilginin ve toplumun da önemsenmediği, hiçleştirildiği bir gerçekle karşı karşıya kalıyoruz değerli dostlar.

Sevgili milletvekilleri, Sayın Başkan; ekonomiye toprak, emek, sermaye ve bilgi kaynaklık eder. Biz, toprağı sürdürülebilinir bir ekonomik ilişki için mi kullanacağız; tüketilmesi, iktidar ve kâr hırsına hizmet edilebilinecek, sonsuz olmayan, bugün bile tüketilebilme riskiyle karşı karşıya kaldığımız bir kaynak olarak mı yaklaşacağız? Bu kaynaklardan emek üzerine artı değer üretmeye çalışacağız ama emeğin temel ihtiyaçlarını karşılamada, onun demokratik, özgürlükçü anlayışından yoksun kalmasına yol açacak bir kısım yasaklamalar ve kuşatmalarla mı soruna yaklaşacağız? İşte buna herkesten önce bu yüce Meclisin karar veriyor olması lazım.

Biz, toplumun milletvekilleri, toplumun yansıması ve aynasıysak, esasa alacağımız, dikkate alacağımız insanın kendisidir, toplumun kendisidir ama gelin görün ki bütçenin kendisinde insani ve toplumsal olan bu ihtiyaçların görülemeyeceği, aksine iktidarcı zihniyetlere hizmet edecek bir kısım anlayışlarla, bir yanıyla büyümeyi hedefleyen, büyürken de dünyanın sayılı ekonomik gücü olmayı esas alan ve bunu sağladığında da övünebildiğimiz bir ülke ama aynı ülkenin insani yaşam endeksi noktasındaki sıralamasında yani gayrisafi millî hasılada kişi başına düşen payda, eğitimde, sağlıkta ya da iş ve işlemlerde, mal ve hizmetlerin üretilmesindeki yaşam standardımız da tam bu anlatmaya çalıştığımız çelişkinin bir tezahürüdür.

Bir yanıyla on altıncı ekonomik güce sahip olacaksınız, diğer yanıyla da doksan ikinci sırada insanınıza refah, mutluluk vermek yerine işsizliği, açlığı ve sefaleti reva göreceksiniz. Tam da bu noktada sayın milletvekilleri, yüzde 7,5 öngörülen büyüme bugünün reel koşullarında yüzde 10'lar civarındaki işsizimiz TÜİK'in resmî kayıtlarında söz konusu olan bu işsizliğe rağmen gerek mevsimlik işçi gerekse geçici işçi pozisyonunda çalışanları da eklediğimizde 12,5 milyon civarında işsizimizin var olduğu ve insani yaşam endeksi noktasında 25 milyon civarında da yoksul vatandaşımızın olduğu bir ülke gerçeğiyle karşılaşacağız. Biz bu gerçekliği toplumumuzun ve insanlarımızın lehine değiştirip dönüştürecek bir anlayış ve algıyla mı yaklaşacağız yoksa mevcut var olanı kader bilip yoksulları daha da yoksullaştıran, zengini daha da zenginleştiren bir kısım argümanlar ve yöntemlerle mi soruna yaklaşacağız? Bu, herkesten çok yüce Meclisimizin karar vermesi gereken bir sorundur diye düşünüyorum. Bize düşen ve Meclisin yapması gereken olarak grup adına konuşmayı yapıyor olmamdan hareketle düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçenin kendisinden de, Ekonomi Bakanlığının bütçesine yaklaşımda da göreceğimiz ikinci temel paradoks, ithalatla ihracat arasındaki açmazdır. İthalat, öngörülen ihracatı ikiye katlar bir noktadadır. Bu ne demektir? Bu, üretimden koparılmış bir toplum, tüketilmeye mahkûm edilen bir toplum, meta yani ham madde ve ara ürünlerin satın alınıp ithale tabi tutulacağı, onlar üzerinden ürettiğinizi satabileceğiniz bir ilişki demektir.

Sayın milletvekilleri, üretimden yoksun bir toplum, sadece malın tüketilmesi noktasında bir sosyal travmayı yaşamayacaktır. Üretimden yoksun toplum, kültürü de, sanatı da, edebiyatı da, bir bütün olarak toplumsal aydınlanmayı da üreten değil, tüketen olacaktır. O yönüyle, tarihi değiştirip dönüştürecek bir dinamik olgudan kendisini alıkoyan, tarihin değişim ruhuna denk düşen bir algı ve pozisyonda olması gerekenin yerine, statükoyu savunan, statükodan beslenen, onu kutsayan bir toplum olmaya bizi mahkûm eden bir algıya kendi ellerimiz ve kendi oylarımızla yol açmış olacağız. İşte, bu risktir, bu tehlikedir. Bu tehlikeden hareketle de biz yoksulluk sınırının, işsizliğin giderilebilindiği, açlık ve sefaletin yok edildiği, istihdam ve üretim alanlarında genç nüfusun kendi emeğini özgürce kullanabilme fırsatının ve olanağının sağlandığı bir ülke yerine? Onların gelecek kaygısını taşımadıkları, geleceğe dair yeni şüphe ve kaygılardan uzak, bizatihi güvence içerisinde gördükleri bir ülkeyi yaratmak, oluşturmak durumundayız, asli görevimiz bu. Buna dair yoğunlaşmayı sağlayamadığınız takdirde, biz palyatif ve geçici çözümlerle toplumun temel taleplerini baskılamış, ertelemiş, ötelemiş olacağız. Ama sorun, dünyanın genelinde olduğu gibi de ülkemizde de çözülebilme, çözüme kavuşturabilme parametlerine sahiptir.

Değerli dostlar, ekonomi sadece ve tek başına bir sosyal bilim değil. Onu siyasetten, kültürden, toplumsal ve tarihsel dokusundan uzaklaştırdığınızda, malın alım satımına indirgediğinizde elbette ki kârlılıkla karşılaşırsınız. Ama ekonomi aynı zamanda siyasettir, kültürdür, tarihtir. Bu yönüyle de günümüz küresel dünyasının geldiği evrede, merkezî katı devletler yerine, yerindenlik ve yerellik ilkesine bağlı olarak ademimerkeziyetçi yapıları biz de esas almak durumundayız.

Elli yıldır katılabilme mücadelesi ve uğraşı verdiğimiz Avrupa Birliğinin bölgesel ve yerel yönetimler özerklik şartına çekince koyan bir ülke durumundan çıkabilmeliyiz. Biz bu çekinceleri kaldırarak yerel yönetimler üzerinde idari ve mali vesayeti kaldıran, yerel yönetimleri yani il genel meclislerini, belediye meclislerini ve belediyeyi bir bütün olarak idari ve mali özerkliğe kavuşturmak durumundayız ama yetmiyor, 780 milyon kilometrekarelik ülkemizin, 74 milyon civarındaki nüfusumuzun büyüklüğünü, ülkemizin jeostratejik ve jeopolitik konumunu, gelişen tarihsel doneleri de ele aldığımızda da, ülkemizin bir dönemdir başlatageldiği ama idari ve siyasi özerklikten yoksun olan bölgesel kalkınma ajansları, idari mekanizmaya, hiyerarşiye tabi kılmaktan bir şekliyle kurtulabilmeliyiz.

Düşününüz ki İstanbul gibi 15 milyona varan nüfus bugün Türkiye ekonomisinin de kalbi, siyasetinin de, kültür ve sanatının da kalbi durumundadır, onu Ankara'dan yönetmeye kalkışırsak; aynı şekilde Kocaeli ve Sakarya bir yanıyla sanayi, öbür yanıyla da tarım arazileriyle Türkiye'nin önemli bir dinamiği konumundayken Ankara'dan yönetmeye kalkışırsak; Bursa, Balıkesir ve Yalova'daki süt, süt entegre tesisleriyle besiciliği, nasıl olacağını, daha etkin, verimli ve sürdürülebilir bir ekonomik ilişkiye nasıl dönüştürebileceğimizi Ankara'da yönetmeye kalkışırsak; Çukurova, Adana, Mersin, Hatay, Osmaniye denizcilik, narenciyecilik, tarım ve zirai faaliyetleriyle buradan şekillendirmeye çalışırsak; Van'ı, Diyarbakır'ı, çoğaltabiliriz? Bütün bunları biz ülkenin de, ülkede yaşayan halkların da, kimliklerin de, kültürlerin de daha özgür, daha mutlu ve yaşanabilinir bir insan olabilme koşullarına erişebildiği bir geleceği yaratabiliriz. Çözüm kolay, artık kafamızın kuma gömmeye gerek yok. Gerçeği görmek, gerçeğe uygun yeni siyasal reformlara gitmekten başka çıkar yolumuz yok. Bunu başardığınızda bütçemizin yüzde 20'si güvenliğe, savunmaya gitmeyecek. Güvenliğe, savunmaya giden bütçe yüksek teknolojiye sahip silah ve şiddet araçları yerine eğitime, sağlığa, üretime, ekonomiye geçecektir. Bu, hepimizin yararına, çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceğine hizmet etmeyecek midir?

Bu anlamıyla, 2012 bütçesi bir kez daha mevcudun tekrarından öte bir görev, öte bir işlev görmeyeceği kaygısını taşıyor, çözümün bölgesel özerk yapılardan, yerel ve bölgesel yönetimlerin daha demokratik bir muhtevaya kavuşturulmasından geçtiğini belirtiyor, bir kez daha hepinizi saygı ve sevgiyle selamlayarak iyi akşamlar diliyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çelik.