| Konu: | TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE BİRLEŞMİŞ MİLLETLER KALKINMA PROGRAMI ARASINDA ORTAKLIK ÇERÇEVE ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 66 |
| Tarih: | 15.02.2012 |
CHP GRUBU ADINA SEDEF KÜÇÜK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 100 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Arasında Ortaklık Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerinde söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, kendisine iki temel misyon belirlemiştir. Bunlardan ilki, yoksulluk olmaksızın büyümenin sağlanmasıdır. Ülkemizde gelir dağılımının giderek bozulduğu ve nüfusun yüzde 16,9'unun yoksulluk sınırının altında yaşadığı hepimizin malumudur. İşte, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, yoksulluk altında ezilen bu kesimler için yoksullukla mücadele stratejileri oluşturmaya çalışmaktadır. UNDP, dünyada yürüttüğü böylesi sürdürülebilir mücadele programlarında pek çok başarıya imza atmıştır. Bu açıdan bu anlaşma ülkemiz için de faydalı olacaktır.
Değerli milletvekilleri, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı'nın temel misyonlarından bir diğeri ise demokratik yönetişimdir. Bu misyonu da ekonomik kalkınmaya ilişkin misyonu kadar önemlidir, belki de daha önemlidir. Geçtiğimiz haftalarda Sayın Cumhurbaşkanı Birleşik Arap Emirlikleri'nde demokrasi ve özgürlük çağrısı yaptı, "Düşünce özgürlüğü alanı kirlenirse diğer alanlarda ne yaparsanız yapın gözükmez." dedi. Sayın Cumhurbaşkanının yaptığı saptama gerçekleri yansıtmaktadır, doğrudur. Düşünce özgürlüğünden nasibinizi almamışsanız, insanlarınız fikirlerini özgürce ifade edemiyorsa bütün yaptıklarınız nafiledir. (CHP sıralarından alkışlar)
Ancak şunu da tespit etmek gerekir: Gençlerin konser bileti sattı diye terör örgütüne üyelikten yargılandığı bir ülkede insan haklarından söz edemezsiniz. Parasız eğitim istediler diye öğrencilerin hapse atıldığı bir ülkede ifade özgürlüğünden, protestonun bir hak olduğundan söz edemezsiniz. Bunların olduğu bir ülkede bırakın ileri demokrasiyi, kâğıt üstünde bile demokrasiden söz edemezsiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Başka ülkelerde demokrasinin sorunlu olduğundan bahsetmek, insan haklarından dem vurmak bize kendi demokrasimizin sorunlarını görmezden gelme hakkı vermez. Sizce de, başka ülkelere demokrasi dersi verirken ülkemizde demokrasi isteyenlerin, basın özgürlüğü isteyenlerin terör suçuyla hapishanelerde olması garip bir çelişki değil mi?
Değerli milletvekilleri, dünyada en çok terör suçlamasıyla yargılama yapan ülkelerden biriyiz. Hidroelektrik santrallerine karşı çıkan köylüleri de, basılmamış kitapların yazarlarını da, Kadınlar Günü'nde yürüyüş yapan gençleri de terör suçlamasıyla yargılayabilen bir ileri demokraside yaşıyoruz. Hatta, o kadar ileri bir demokraside yaşıyoruz ki Sayın İçişleri Bakanına göre, bu ülkede sanatçılar sanatlarıyla, bilim insanları makaleleriyle terör suçu işlemektedir.
Biz ileri demokrasiden geçtik, sıradan demokrasiye bile razıyız. Hani şu Batı ülkelerinde olan, ifade özgürlüğünün sonuna kadar kullanılabildiği, herkesin terör suçlusu sayılmadığı, hukuk devleti kurallarına göre yönetilen, üniversitelerin ve basının özgür olduğu, sıradan bir demokrasiye özlem duyuyoruz çünkü bakıyoruz, sıradan demokrasilerde hükûmeti eleştirdi diye gazeteciler işlerinden olmuyor. Sıradan demokrasilerde muhalefete mensup milletvekilleri tutuklu değil. Sıradan demokrasilerde ana muhalefet partisi lideri hakkında "Yargının çarpıklığına işaret etti, adaletin işleyişini eleştirdi." diye fezleke düzenlenmiyor. Eleştiri sıradan demokrasilerde bir haktır, ileri demokrasimizde olduğu gibi, hükûmetin veya bir başkasının sunduğu bir lütuf değildir! Görünen o ki ileri demokrasimizde eleştiriye tahammül yoktur.
Sayın milletvekilleri, elinde çekiç olan her şeyi çivi olarak görürmüş. Özel yetkili mahkemeler de her sesini çıkaranı, her muhalefet edeni terörist olarak görmeye başladı. Gençlerin taktıkları aksesuarlardan, duvara astıkları posterlerden birer terör suçu yaratıldı. Yazılmamış kitaplar suç unsuru oldu. İnsanlar konuşmaya, eleştirmeye korkar oldular. İşte, yaratılan ileri demokrasi budur. Doğal olarak, ileri demokrasi böyle olunca basın özgürlüğü de buna uygun gelişiyor.
Bakınız, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütünün basın özgürlüğü listesinde Türkiye 179 ülke arasında 148'incidir. Rusya'nın, Kazakistan'ın, Kenya'nın, Tanzanya'nın gerisindeyiz. İnsan Hakları İzleme Örgütünün yaklaşık 90 ülkeyi kapsayan raporunda, Türkiye'de terörizm tanımının çok geniş ve ucu açık tutulduğundan, hakkında yeterli delil olmayan kişilerin bile ceza aldıklarından, gazeteciler ve yazarlar hakkında sürekli davalar açıldığından, ifade özgürlüğünün baskı altında olduğundan söz ediliyor.
Avrupa İnsan Hakları Komiseri yazdığı raporda "Adaletteki aşırı gecikmeler genel olarak adalet sisteminin saygınlığını ve toplumun adalet sistemine olan güvenini zedelemektedir." diyor. Şimdi, vicdanı olan bir kimse kalkıp "Hayır, bu raporlar yalan söylüyor, demokrasimizde sorun yok, basın özgür, yargı bağımsız, gençler ifade özgürlüğünü sonuna kadar kullanıyor." diyebilir mi? Bunları diyemiyorsak mızrak çuvala sığmıyor demektir, bunları diyemiyorsak bu ülkede hukuk işlemiyor demektir. Hukuk devletini değerli kılan, yurttaşları arasında eşitliği sağlamasıdır. Eğer, bir devlet yurttaşlarını keyfî uygulamalara maruz bırakıyorsa, kişiye özel kanun çıkarıyorsa, kanun önünde eşitliği sağlayamıyorsa bunun adı "hukuk devleti" olmaz, bunun adı "keyfiyet" olur.
Değerli milletvekilleri, uygulamaya baktığımızda, özel yetkili mahkemelerin eski devlet güvenlik mahkemeleri gibi istedikleri zaman her muhalefet edeni terör örgütüne üye olmaktan, yardım ve yataklık etmekten hapse attığını görüyoruz. Özel yetkili mahkemelerin her yerde terör örgütü bulurken her nedense Hrant Dink cinayetinde bir örgüt bulamadığını görüyoruz. Bu cinayette ihmali olanların, raporlara inat, terfi ettiğini görüyoruz. Uygulamaya baktığımızda, Deniz Feneri sanıkları tutuksuz yargılanırken başka davalarda herkesin ısrarlı bir biçimde tutuklu yargılandığını görüyoruz; 12 Eylül yönetiminin çıkardığı kanunların, yönetmeliklerin hâlâ uygulandığını görüyoruz. Bu yüzden, haklarında kesin hüküm olmayan gençlerin üniversitelerden atıldığını görüyoruz. Bunlar "Sağlık olsun, bizim demokrasimiz de bu kadarmış." denilecek uygulamalar değildir. Bir ülkede adalet sistemi yanlış işliyorsa her şey yanlış işliyor demektir. İnsanlarınızda adalet duygusunu incitiyorsanız sisteminizi tartışmalı hâle getiriyorsunuz demektir.
Değerli milletvekilleri, kuşkusuz, 21'inci yüzyıl Türkiye'si bunların yaşandığı bir Türkiye olmamalıdır. Gelin, hepimizin şikâyetçi olduğu bu sistemi çağdaş ülkelerde nasıl işliyorsa o hâle getirelim. Gelin, bu ayıptan Türkiye'yi kurtaralım.
Ancak biz bu çağrıları yaparken, bir bakıyoruz ki iktidar partisi yalnızca toplumsal muhalefetin değil, Mecliste de muhalefetin sesini kısmak için bir çaba içinde. Hem her fırsatta millet iradesinden söz edeceksiniz hem millet iradesini temsil eden milletvekillerinin konuşmalarını kısıtlayacaksınız; bu, dünya üzerinde hangi demokraside görülmüştür? Böylesi kerameti kendinden menkul bir demokrasi anlayışına nerede rastlanmıştır? Ortada bir inandırıcılık sorunu vardır, ortada bir demokrasi sorunu vardır.
Değerli milletvekilleri, uzlaşma, demokrasi kültürünün ayrılmaz bir parçasıdır. Uzlaşma olmadan yaptığınız kanunlar hayat bulamaz, toplumun dertlerine çare olamaz. Geçtiğimiz hafta biz Mecliste konuşma özgürlüğünü savunurken, kürsünün onurunu yalnızca muhalefet için değil, tüm milletvekilleri için, gelecek için korurken bize uygulanan şiddet böylesi bir uzlaşmazlığın sonucudur, "Ben yaptım, oldu." mantığının sonucudur. Türkiye'yi susan bir Türkiye hâline getirmeye hiçbirimizin hakkı yok.
Yapılmak istenenleri tüm halkımızın gördüğünü ve tarih önünde hepimizin sorumlu olduğunu hatırlatıyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Küçük.