GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:35
Tarih:12.12.2011

CHP GRUBU ADINA RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kalkınma Bakanlığının ve Türkiye İstatistik Kurumunun 2012 yılı bütçesi üzerinde görüşlerimi belirtmek üzere söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, öncelikle Devlet Planlama Teşkilatının Kalkınma Bakanlığına dönüştürülmesi üzerine düşüncelerimi belirtmek istiyorum. Biliyorsunuz kanun hükmünde kararnamelerle -tam da seçim sürecine denk gelen bir süreçti bu- Türkiye kamu bürokrasisi ve bunun içinde de özellikle ekonomi bürokrasisi yeniden yapılandırılmıştır. Haziran ayında çıkan 641 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yle Devlet Planlama Teşkilatı kapatılmış, yerine Kalkınma Bakanlığı kurulmuştur.

Şimdi, değerli arkadaşlar, "bürokrasi" demek "gelenek" demektir, "bürokrasi" demek "hafıza" demektir. Devlet Planlama Teşkilatı kurulduğu 1960 yılından bugüne kadar, kapatıldığı zamana kadar Türkiye'de, Türkiye kalkınmasında çok önemli işlevler görmüştür. Gerek Türkiye'nin ithal ikameci sanayileşme modelini uyguladığı 1960 ve 1970'li yıllarda gerek de 1980 sonrası ihracata dönük sanayileşme modelinde Devlet Planlama Teşkilatının çok büyük payı olmuştur piyasa mekanizmasını ihmal etmeden bir kaynak tahsis aracı olarak ama onu tamamlayan bir yapı içinde "planlama" kavramı kullanılmıştır.

Şimdi, tam da 50'nci yılının kutlandığı bir dönemde Devlet Planlama Teşkilatının neden kapatıldığını anlayamıyoruz. Tabii, bunun görev ve yetkileriyle birlikte Kalkınma Bakanlığına dönüştürüldüğü söylenmektir ancak Kalkınma Bakanlığı? Bildiğiniz gibi, bakanlıklar hizmet bakanlıklarıdır; kendilerine verilmiş olan yetkileri, görevleri, belli sorumlulukları yerine getirmek için çalışırlar. Oysa Devlet Planlama Teşkilatının kuruluşu öyle değildi. Devlet Planlama Teşkilatı, Başbakanlığa bağlı bir kurum olarak yapılandırılmıştır 1960 yılında ve gerek hükûmete müşavirlik yapmak gerek kalkınma planlarını, yıllık programları, son dönemde orta vadeli programları hazırlamak ve aynı zamanda bakanlıklar arasındaki koordinasyonu sağlamak görevlerini üstlenmiştir. Bu açıdan, Devlet Planlama Teşkilatının bu yeni yapılanmasıyla, kanunda kendisine verilmiş olan görev ve yetkileri layıkıyla yerine getiremeyeceğini düşünmekteyiz. Bu açıdan da sormak istiyorum, Sayın Bakandan bu konuda açıklık istiyoruz: Neden böyle bir şeye gerek duyulmuştur? Çünkü, biz, kanun hükmündeki kararnamenin gerek genel gerekçesine gerekse madde gerekçesine baktığımızda buna ilişkin herhangi bir açıklama görmedik. Bu konuda bir ayrıntılı açıklamaya ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.

İkinci bir konu: Biliyorsunuz Hükûmet tarafından sıklıkla söylenen bir söz var; Türkiye'nin 2023 yılında dünyanın ilk 10 ekonomisi arasında yer alacağı. Değerli arkadaşlar, böyle bir iddia elbette güzel bir şey, belli iddiaları da koymak zorundayız ama bunun uygulanabilmesi, bunun yapılabilmesi çok mümkün gibi gözükmüyor. Bunu nasıl yapacaksınız? Bir kere, isterseniz önce bir portreyi ortaya koyalım. Yani dünyanın 16'ncı, bazen 17'nci ekonomisi diye söyleniyor. Bir kere, bu, nüfusla bağlantılı bir tanımlamadır, bir sıralamadır, yani buna dayalı olarak nüfusu yüksek olan ülkeler otomatikman daha üst sıralarda yer almaktadır. Hâlbuki, daha doğru olan, eğer gelir açısından bakacaksak kişi başına gelir ölçeğinde bakmaktır. Nitekim, Birleşmiş Milletlerin verilerine göre, Türkiye, satın alma gücüne göre kişi başına gelir açısından dünyada 67'nci sıradadır. Yine Birleşmiş Milletler verilerine göre eğitim ve sağlığı da dâhil ettiğimizde, yani Birleşmiş Milletlerin hesaplamış olduğu insani gelişme endeksinde de 92'nci sıradadır. Bir kere bunları bilmeye ihtiyacımız var.

Diğer taraftan şu önemli: Siz, 2023 yılına kadar önümüzdeki dönemde neler yapacağınızı planlayabilirsiniz ama rakiplerin ne yapacaklarını nereden bilebilirsiniz? Bu açıdan sizin 10'uncu ekonomi olmanız demek, ilk 10'a girmeniz demek, yani 6 veya 7 basamak birden yükselmeniz demek bazı ülkeleri geçmeniz demektir. Ben şimdi merak ediyorum, bu iddianın altında hangi projeksiyonlar vardır, hangi ülkeleri geçmeyi planlıyorsunuz? Bu ülkelerin gelecek projeksiyonlarını, 2023'e kadar nasıl gelişeceklerini, kaynaklarını nasıl artıracaklarını nereden biliyorsunuz? Bunun bilinmediği bir ortamda oturup da, "Biz 2023 yılında onuncu büyük ekonomi hâline geleceğiz" dediğiniz iddia, açıkçası boş bir iddia olmaktan öteye gitmez. Yani, statik bir analiz değil dinamik bir analiz yapmaktayız. Bunun altında yatan varsayımları da açıklarsanız çok sevinirim.

Diğer taraftan, AKP dönemi, 2001 krizi sonrası dönem, dünya ekonomilerinin canlı olduğu bir dönemdi, talebin canlı olduğu bir dönem, dünyada likiditenin bol olduğu bir dönem ve bu likiditenin de, fazla likiditenin, özellikle yüksek reel faizden yararlanmak için gelişmekte olan ülkelere aktığı bir dönemdi. Bu dönem, yani bu kadar dünya ekonomisinde şartların iyi gittiği bir dönem ve konjonktür AKP Hükûmeti tarafından ıskalanmıştır. Baktığınız zaman bir büyüme hızı gözüküyor. Büyüme hızını vereyim isterseniz: 2003-2011 döneminin ortalama gayrisafi yurt içi hasıla büyüme hızı yüzde 5,2'dir değerli arkadaşlar; fakat, Türkiye ekonomisinin uzun dönem, 1923'ten itibaren gayrisafi yurt içi hasıla büyüme hızı yüzde 5'ler civarındadır. O yüzden çok yüksek bir büyüme gözükmemektedir.

Diğer taraftan da artan cari açıklar çok önemli bir sorun hâline gelmiştir. Ekonomide, özellikle reel kesimde hane halklarında ve firmalarda çok ciddi bir borçlanma eğilimi oluşmuştur. Ekonomi istihdam yaratamamaktadır. Ekonominin 2003-2007 gibi en hızlı büyüdüğü döneme baktığınızda, istihdam artışı, daha önceki yıllardaki, 80'li, 90'lı yıllardaki istihdam artışlarının gerisinde kalmıştır.

İsterseniz, buradan biraz da tasarruf-yatırım dengesine geçelim, kalan vaktimi değerlendirmek istiyorum bu açıdan da ve Türkiye ekonomisinin makro dengeleri üzerine birkaç söz söylemek istiyorum.

Bunların bir tanesi, Türkiye'de -zaten biz biliyoruz- bir yapısal sorun vardır, Türkiye'de yurt içi tasarrufların düzeyi düşüktür; fakat, AKP döneminde yurt içi tasarrufların düzeyi hızlı bir biçimde gerilemeye devam etmiştir. Toplam yurt içi tasarrufların millî gelir içindeki payı 90'lı yıllarda yüzde 23'tür, 2003-2011 döneminde ortalama yüzde 15'lere, hatta bazı yıllar itibarıyla -bildiğiniz gibi- yüzde 13'ler seviyesine düşmüştür ve bu, kamu kesimi tasarrufları iyileşmesine rağmen gerçekleşmiştir. Yani uyguladığınız, kriz sonrası uygulanan faiz dışı fazla politikaları nedeniyle kamu kesimi açıkları daralmıştır fakat özel kesim ciddi anlamda açık vermeye başlamıştır.

Nitekim, 90'lı yıllarda kamu tasarruflarının millî gelir içindeki payı negatif yüzde 1 iken, bu, 2003-2011 döneminde pozitif yüzde 1'e dönmüştür ancak aynı dönemde özel tasarruflar yüzde 24'lerden yüzde 14'lere düşmüş, yaklaşık 10 puan birden azalmıştır. Çünkü Türkiye ekonomisini sıcak paranın egemenliğine, kısa vadeli sermaye hareketlerinin girişine bağlayan bir ekonomik yapının böyle bir sonucu ortaya çıkarması kaçınılmazdır. Türkiye ekonomisine giren sermaye hareketleri, sıcak para Türkiye ekonomisi içinde bir taraftan cari açığı artırmıştır. Bu mekanizma nasıl olmuştur? Döviz girişi dövizin fiyatını düşük tutmuş yani başka bir anlamda Türk lirasını değerli hâle getirmiştir, bunun sonucunda Türkiye ekonomisinde cari işlemler açığı hızlı bir biçimde artmıştır, aynı şekilde ithalatın artmasına dayalı olarak bu dönemde de ihracatın ara malı ithalatına olan bağımlılığı hızlı bir biçimde yükselmiştir.

Tabii, tasarruflar ne işe yarar? Bir ekonomide tasarruf-yatırım dengesi vardır yani ekonomiyi büyütebilmek için, gerekli yatırımları yapabilmek için tasarruflara ihtiyacınız vardır. Bu dönemde tasarruflar çok ciddi anlamda düşmüştür. Peki, yatırımlar artmış mıdır? Hayır, 1990'lı yıllarda toplam yatırımların millî gelir içindeki payı yüzde 23'tür, 2003-2011 döneminde yüzde 20'ye gerilemiştir ve bunun sonucunda dış tasarruf, dış kaynak yani başka bir anlamda cari işlemler açığı 1990'lı yıllardaki sıfır seviyesinden 2003-2011 döneminde yüzde 5'lere yükselmiştir.

Bu şu demek arkadaşlar: Türkiye ekonomisinde sorunları bir yerde giderirken başka yerde çok daha ciddi sorunlar yarattık yani yalnızca kamu maliyesine, kamu disiplinine odaklanan bir maliye politikasının Türkiye ekonomisinde bir başarı şansı yoktur. Bunun sonucunda ne olmuştur? Türkiye ekonomisi üçüz açık vermeye başlamıştır. Yani hem kamu kesimi açık vermektedir hem özel kesim açık vermektedir hem de dış açık gerçekleşmektedir. Bu da gerçekten dikkate alınması gereken bir olaydır.

Son olarak da cari açık üzerine düşüncelerimi belirtmek istiyorum. Gene 1990'lı yıllarda Türkiye ekonomisi yüksek büyüme hızlarına hiç cari açık vermeden ulaşmıştır. 2003-2011 dönemine baktığınızda Türkiye ekonomisinde büyüme vardır ama cari açık hızlı bir biçimde yükselmiştir. Elbette bunun içinde petrol fiyatlarındaki artışın da ciddi bir etkisi vardır ancak petrol fiyatlarındaki artıştan arındırdığımızda dahi Türkiye'de cari açığın hızlı bir biçimde yükselmeye başladığını görüyoruz. Ve şimdi uyarıyorum?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla) - Evet, son bir noktayı belirteceğim, o da şudur: 2012-2014 dönemini kapsayan OVP döneminde Türkiye ekonomisi düşük büyüme hızları ve yüksek cari açıklarla karşı karşıya kalacaktır. Bu yeni bir safhadır ve çok dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Teşekkür ediyorum, 2012 yılı bütçesinin Bakanlığımıza ve ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Türeli.