GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:34
Tarih:11.12.2011

AK PARTİ GRUBU ADINA MUHAMMET BİLAL MACİT (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinize merhabalar.

2012 üniversiteler bütçesi üzerine parti grubum adına söz almış bulunuyorum. Konuşmama da bir örnekle başlamak istiyorum. 19'uncu yüzyıl başlarında Fransa hem askerî alanda başarılar kazanıyorken bir yandan da eğitim reformu yapıyordu. İşte bu dönemde Fransa orduları Prusya Krallığını müthiş bir mağlubiyete uğratıyor ve Prusya Krallığının topraklarını işgal ediyor. Prusya Krallığı mağlubiyetle kalmıyor aynı zamanda da ağır bir tazminat ödemeye mahkûm ediliyor ancak Prusya Krallığı öyle bir durum içerisinde ki bu tazminatı ödeyemeyecek durumda. Bunun üzerine, Fransa tazminatı almak için, Prusya halkına ait evlerinde bulunan, paraya çevrilebilecek olan metal ya da gümüş çatal, bıçak, kaşık, hepsinin kendilerine iade edilmesini istiyor. İşte, bu son derece Prusya halkı için onur kırıcı, küçük düşürücü ve alçaltıcı bir durum. Bundan sonra yapılansa çok daha enteresan. Tarihteki benzer örneklerde, belki de günümüzde bile ülkeler bu durumu atlatmak için önce orduda reforma gider, "Güçlü ordu, güçlü Prusya." diyebilirlerdi. Fakat Prusya devleti bu mağlubiyet sonrası eğitim sisteminde reform yapılmasının kaçınılmaz olduğu sonucuna varıyor. Bugün Avrupa'nın ortasında Kuzey Kore gibi totaliter bir Almanya yoksa, sanırım bu çıkarımın payı bunda çok büyüktür, yani "Güçlü eğitim, güçlü ülke." demek oluyor.

Prusya eğitim sistemini reforme etmek için Humboldt'u görevlendiriyor ve Humboldt'un çok güzel bir sözü var: "Bana hep öyle geliyor ki hayattaki olayları karşılayış biçimimiz mutluluğumuzu ve mutsuzluğumuzu bu olayların kendisi kadar etkiler." İşte, bizim farkımız da burada yatıyor çünkü biz olayları nasıl karşıladığımız ve kavramları nasıl değerlendirdiğimizde diğer siyasi partilerden ayrıldığımızı düşünüyorum. Aynısı üniversiteler için de söz konusudur.

Türkiye'de üniversiteler yıllarca yasaklarla, tek tipleştirmelerle, toplum mühendisliğiyle ve otoriteye itaatle anıldı. "Ordu göreve" pankartı altında yürüyen, 27 Nisan muhtırasına sevinen ve bunun arkasında durduğunu ifade eden sözde akademisyenler oldu. Kampüse değil de kışlaya girermiş gibi kılık kıyafet, saç sakal kontrolleri yapıldı. İlkel başörtüsü yasakları uygulandı, hatta daha da ilkeli olan ikna odaları kuruldu. "Herkes eşittir ama kimileri daha da eşittir."den yola çıkarak sanırım katsayı saçmalıkları uygulandı. Otoriter rejimlerdeki gibi talimatları sorgulamadan yerine getiren, eleştirmeyen ve birbirine benzeyen, sonuç olarak sorun çıkarmayan bireyler yetiştirilmeye çalışıldı.

Ancak üniversite tüm bu yapılanlara inat, kendi başlarına düşünebilen bireyler yetiştirebilmek demek, özgürce araştırabilmek, çok seslilik ve renklilik demek. Bütün görüş, ideoloji ve yaklaşım tarzlarının serbestçe tartışılabildiği, fikirlerin serbestçe mukayese edilebildiği? Meslek edindirme kursu değil ancak insanoğlunun sorularına ve sorunlarına cevap bulabilmek demek ve üniversite öğrenmekle başlıyor, daha da önemlisi öğrenmeyi öğrenmekle ama özgürlükler olmadan bunlar da bir anlam ifade etmiyor.

Üniversite, aynı zamanda Türkiye'de sosyal mobilizasyonu, sınıflar arası geçişi sağlayan en önemli araç. Bu sosyal mobilizasyon her karanlık köşede karşımıza öcüler çıkacak korkusundan ve birbirimizi tehdit olarak görmekten kurtulabilmek demek aynı zamanda.

Çok kontrollü bir sınıflar arası geçiş, küçük ama mutlu bir azınlık, bir tür kast sistemi hayal eden cumhuriyetçi elitler bu nedenle pek üniversite açmadılar, yeni üniversitelere çeşitli bahanelerle karşı çıktılar ve üniversitelere girişi engelleyen yasakları savundular. Ne zaman ardında halk olan partiler iktidara gelmeye başladı, o zaman birer birer üniversiteler açılmaya başladı ve AK PARTİ döneminde ise bu tavan yaptı. Bu yeni üniversitelere "tabela üniversiteleri" dediler, şehirler üniversitelerine sahip çıktılar, muazzam kampüsleri olan, burs veren, hatta iyi öğrenci çekmek için fuar fuar gezen devlet üniversiteleri ortaya çıktı.

İşte, bu felsefeyle, bilgi zengini ile bilgi fakiri arasındaki farkı kapatmak için AK PARTİ olarak biz 2002 yılında 53 devlet, 23 vakıf olmak üzere 76 olan üniversite sayısını 2011'de 103 devlet ve 62 vakıf olmak üzere 165'e çıkardık. Üniversitenin toplam ödeneğini ise 2012'de 12,7 milyar Türk lirasına çıkardık.

Gelişmiş ülkeler dünyaya, insanlığa yetiştirdiği iş adamları, profesyonelleri, edebiyatçıları, düşünürleri ile katkı sunuyorlar. İşte, bu bütçeyi kabul etmek de bence üniversiteleri bu insan kaynağını yetiştirme konusunda fırsat tanımak oluyor. Gelin, oy birliğiyle bence bu bütçeye onay verelim, zira yaptıklarımız ve yapmadıklarımız geleceğimizi şekillendirecektir.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Macit.