Konu: | |
Yasama Yılı: | 4 |
Birleşim: | 9 |
Tarih: | 21.10.2025 |
MEHMET ŞAHİN (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasa'mızın 92'nci maddesi uyarınca Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan Irak ve Suriye'ye asker gönderilmesini konu alan Cumhurbaşkanlığı tezkeresi hakkında şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, malumunuz olduğu üzere söz konusu Irak ve Suriye tezkereleri ilk defa yüce Meclisimize gelmiyor. 2014 yılından bu yana aynı mahiyetteki tezkereler belli aralıklarla Türkiye Büyük Millet Meclisine sunuldu, görüşüldü ve onay alındı.
Değerli milletvekilleri, niye bu mahiyetteki bir tezkereye ihtiyaç duyuyoruz? Kısaca anlatmaya çalışayım: Uzun zamandır Basra Körfezi ile Akdeniz arasındaki coğrafyada istikrar bir türlü sağlanamadı, hatta sorunlar daha da derinleşti. Bu coğrafyanın iki önemli ülkesinde devlet otoritesi tam olarak sağlanamadı, hatta yeni sorunlar bunlara eklendi. Yönetimler çökerken hatta çökertilirken terör örgütleri ve devlet dışı aktörler desteklendi, korundu, kollandı. Bir terör örgütü üzerinden diğer bir terör örgütüne alan açıldı. Bahsettiğimiz coğrafya bizim yani ülkemizin güney sınırlarını oluşturmaktadır ki bu sınırlar yaklaşık 1.300 kilometredir. Yanı başımızdaki devletlerde tam işleyen bir otorite olmayınca güvenliği sağlamak ve sınırları korumak zorunda olduğumuzu görüyoruz. Türkiye komşu ülkelerimiz olan Suriye ve Irak'ın toprak bütünlüğünün sağlanması, millî birliğini ve istikrarının korunmasına önem vermektedir çünkü bölgenin güvenliği aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin güvenliğidir. Sınırlarımızın yanı başında PKK ve DEAŞ gibi terör örgütleri varlıklarını sürdürmektedir. Hem Türkiye hem de bölge için bunların varlığı tehdit oluşturmaktadır. Bölgede yeni hamle peşinde koşanların ve bunların destekçilerinin olduğu da malumdur.
Değerli milletvekilleri, yanımızdaki coğrafyada, Orta Doğu'da yaşanan iki gelişme var olan sorunlara ilaveten yeni sorunların da ortaya çıkmasına neden olmuştur, iki gelişme oyun değiştirici etki yapmıştır. Bunlardan bir tanesi Suriye'de 8 Aralıktaki devrimdir. Mart 2011'den beri halkına zulmeden Esad yönetimi gitmiş, yerine yeni bir yönetim gelmiştir. Çok çaba harcanmasına rağmen -aradan geçen zaman yaklaşık on ay olmuştur- beklenen istikrar ülkenin tamamında sağlanamamıştır. Suriye'nin belli bölgelerinde eski yönetimle iş birliği yapan bazı unsurlar yeni Şam yönetiminin de işini zorlaştırmaktadır. Lazkiye'de yaşananlar, Süveyda'da yaşananlar, PKK-PYD/YPG/SDG'nin Şam yönetimiyle imzalamış olduğu 10 Mart mutabakatına uymakta gecikmesi ve istekli davranmaması Suriye'ye dikkatle bakmamızı sağlamaktadır. Bölgedeki gelişmelere göre oldubitti peşinde olanların olduğu gözden kaçmamalıdır. Şam yönetiminin tüm Suriyelilerin hakkını koruyucu tavrının sahada zemin bulması sadece Suriye'nin değil bölgenin ve Türkiye'nin güvenliğini de yakından ilgilendirmektedir. İkinci önemli gelişme daha da önemlidir Türkiye'nin güvenliği açısından ve bölgenin güvenliği açısından. Bu ikinci gelişme, yayılmacı ve saldırgan ideolojinin vücut bulmuş hâli olan İsrail'in bölge ülkelerine saldırıları ve Gazze'de uyguladığı soykırımdır.
Değerli milletvekilleri, İsrail'deki siyonist çete bölgede istikrar ve işleyen bir devlet istememektedir; bölgede zayıf, başarısız ve hatta çökmüş devletlerden oluşan bir Orta Doğu peşinde koştuğunu biliyoruz. Bir taraftan bunu yaparken bir taraftan da bölgede devletlerin çökmesiyle kullanabileceği devlet dışı aktörlerle iş birliği yapma yolunu seçmiştir, bunların çoğu da terör örgütleridir. Siyonist çetenin yaptıkları ve angajmanları bölgenin en önemli güvenlik meselesi hâline gelmiştir. Bu süreçte Türkiye bir taraftan ulusal ve bölgesel güvenliğin sağlanması için diplomasinin tüm imkânlarını kullanırken diğer taraftan tek başına da olsa güvenliğini sağlayacak adımlar atmaya devam etmektedir. Türkiye, bir taraftan Bağdat ve Şam gibi başkentlerle istikrarın sağlanması için katkı verirken diğer taraftan kendi önlemlerini almaktadır. İstikrar sağlayıcı bir güç olarak Türkiye, bölgede istikrarın, barışın ve huzurun peşinden koşmaktadır; söz konusu tezkere de bu amaca matuftur. Bu tezkere bölgedeki kardeş halklara yönelik değildir, aksine onların güvenliğinin sağlanmasını amaçlamaktadır; bu tezkere terör örgütlerine yöneliktir; bu tezkere bölgede istikrar bozucu aktörlerin aparatlarına yöneliktir; bu tezkere bölgede yeni haritalar peşinde koşanlara yöneliktir.
Değerli milletvekilleri, bölgedeki her gelişme Suriye ve Irak'taki durumu doğrudan etkilemektedir. Örgütler her gelişmeyi kendileri için kullanmayı tercih etmekten geri durmamaktadır. Hem siyonist çete hem de terör örgütleri ne yaparsa yapsınlar Türkiye'de onlarla mücadele edecek sağlam irade ve kapasite mevcuttur. Tezkerenin amacı bu irade ve kapasitenin ihtiyaç duyulduğunda kullanılmasına yöneliktir. Sözün özü, bu tezkere savaş değil, barış tezkeresidir. Hukuki zeminine baktığımızda, tezkerenin hem ulusal hukukumuz hem de uluslararası hukuka dayandığını net bir şekilde görmekteyiz. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 2170, 2178, 2249 ve 2254 sayılı Kararları bunlara örnek olarak gösterilebilir. Dolayısıyla, Türkiye bu tezkereyle aynı zamanda uluslararası topluma karşı da bir sorumluluğu yerine getirmektir.
Değerli milletvekilleri, bu tezkere, bir yandan da ülke içinde yürüttüğümüz barış ve kardeşlik iklimini tesis çabalarımızla kesinlikle çelişmemektedir; aksine, sınırlar ötesinde etkin operasyonlar ülke içindeki huzur ve güvenliğin de teminatıdır. Terörsüz Türkiye hedefi ancak sınırlarımızın her iki tarafında da tehdit unsurlarının etkisiz hâle getirilmesiyle kalıcı olarak sağlanabilir. Bu tezkere, olası kitlesel göç dalgaları gibi diğer risklere karşı da millî güvenliğimizin idame edilmesi için hayati bir önem taşımaktadır.
Tezkereye olumlu oy kullanacağımızı belirtir, Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)