Konu: | |
Yasama Yılı: | 4 |
Birleşim: | 9 |
Tarih: | 21.10.2025 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA ÖZGÜL SAKİ (İstanbul) - Teşekkürler.
Değerli milletvekilleri, Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü'nde Türkiye'nin sorumluluğunun devam etmesi üzerine bir tezkere geldi karşımıza, Cumhurbaşkanlığı tezkeresi, bunu konuşuyoruz. "UNIFIL" diye kısaltılan, Birleşmiş Milletlere bağlı Geçici Görev Gücü aslında 1978'de kuruldu yani 1978'den beri var. 1978'den beri var olan bu görev gücünün Orta Doğu'da barışı ne derece sağladığı bir soru işareti olarak aklımızda bulunsun. Üstelik 1978'de kurulan bu UNIFIL'İ İsrail de tanımasına rağmen her defasında burayı bombalamayı başarmıştır. Ne demek istiyorum? Mesela, İsrail Lübnan'ı, Gazze'yi, Filistin'i bombalarken aynı zamanda UNIFIL'i, Birleşmiş Milletler üssünü 1996 yılında bombalamış, 100'ü aşkın kişiyi öldürmüştür. Peki, sonrasında İsrail'e "Dur." denilmiş midir? Hayır. Sonra, o dönemde daha dar kapsamdayken 2006 yılında, yine, İsrail'in Lübnan'a saldırısı sonrasında, ağır bombardımanlar sonrasında UNIFIL'in görev kapsamı ve üye ülkeler genişletilmiş, o tarihte Türkiye'de UNIFIL'in bir bileşeni olmuştur. Peki, ne oldu 2006'da? Temmuz 2006'da yine, bugün olduğu gibi, İsrail sudan bahanelerle Lübnan'a karşı savaş stratejisine başladı; hava saldırıları, kara saldırıları, limanların abluka altına alınması meselesi ve ondan sonra, dediğim gibi, 11 Ağustosta UNIFIL ateşkes sağlanması için girişimde bulundu ve kapsamını genişletti. Peki, ne oldu? 2006'da biz, daha doğrusu ben diyeyim, grup olarak değildi çünkü farklı bir bileşimdi; emperyalizme karşı, emperyalistlere karşı, Büyük Orta Doğu Projesi'ne karşı Halkların Orta Doğu Projesi diye bir platformla birlikte Beyrut'taydım Kasım 2006'da. Lübnan Hükûmetinin İsrail'e karşı savaşından sonra tüm uluslararası kamuoyuna İsrail'in katliamlarını duyurmak ve destek olmak için iki gün orada konferanstaydık; sonra Beyrut'un çeşitli yerlerine gittik, orada İsrail'in katliamlarını birebir yakından gördük ve oradaki platforma geldiğimizde, Lübnan Komünist Partisi de vardı, direniş örgütleri de vardı, dediler ki: "Biz İsrail'e karşı güçlerimizi birleştirdik, onu bu topraklardan süreceğiz." O dönemde UNIFIL'e güvenleri de vardı ve diyorlardı ki: "Onun da yardımıyla biz bu topraklarda İsrail işgaline son vereceğiz." Peki, ondan sonra ne oldu? Hepimiz o tarihleri biliyoruz, İsrail hem Filistin'e hem Lübnan'a saldırılarını artırdıkça artırdı. En son Kasım 2024'te yine İsrail Lübnan'a ağır saldırılarda bulundu, üstelik ateşkese rağmen bunu yaptı ve Birleşmiş Milletler raporlarına da geçti; 4.500 kereden fazla ateşkesi ihlal etmiş İsrail. Birleşmiş Milletler raportörleri "Artık daha fazla buna göz yummayacağız." diyerek rapor üzerine rapor yayımladı. Peki, o raporlarda ne dedi? "İsrail'in bu saldırılarından üzüntü duyuyoruz, çok endişeliyiz." Peki, yaptırım var mı? Yok. Ambargo var mı? Yok. Türkiye bütün bu süreçte ne yaptı? Herhangi bir askeri anlaşmasını askıya aldı mı? Diplomatik ilişkisini kesti mi? Hayır. Aksine, gizliden gizliye İsrailci politikalarını, Amerikancı politikalarını adım adım inşa etti. Şimdi, şu anda UNIFIL'in süresi tekrar uzatılıyor, sonrasında ise 2027'de sonlanması planlanıyor. Bu sonlanma planlamasında da artık İsrail bu kadar etkisiz olmasına rağmen uluslararası hiçbir gücün kendisini engellemesini istemiyor. Trump'ın bütün açıklamalarına rağmen aslında ABD, İsrail zaten zayıf olan bu uluslararası denetim kurullarına bile asla taviz vermek istemiyor, o yüzden "Sonlansın." diyor ve bu sonlanacak.
Peki, sonrasında ne olacak? Gerçek yaptırım meselesinde Avrupa ülkelerine baktığınızda, ABD'ye baktığınızda, Türkiye'ye baktığınızda zaten evlere şenlik bir durum var; âdeta ateşkes oldu her şey çözümlendi, Filistin'de, ateşkes olmuş İsrail'le birlikte! Bakın, ateşkesten sonra, dört gün önce, daha dört gün önce İsrail Lübnan'a hava saldırısı düzenledi; ölümler var, yaralılar var ve bir gün önce Trump dalga geçer gibi ne dedi? "Ateşkes devam ediyor." dedi, bombalar yağarken İsrail'in arkasına geçti yine; sonra İsrail Filistin'i bombaladı, ateşkesten sonra. Dolayısıyla, bunlara ilişkin buradan, bu ülkeden tek bir ses duyduk mu, AKP iktidarından tek bir ses duyduk mu? İsrail saldırılarına devam ediyor, tam iki yıldır "İsrail'e karşı tam ambargo!" diye sokaklarda insanlar barışın ancak İsrail'in durdurulmasıyla gelebileceğini söyleyerek İsrail'e yaptırım, ticari anlaşmaların kesilmesi, gemilerin durdurulması konusunda bütün dünyada olduğu gibi burada da talepler var. Peki, ne oluyor? Hiçbir şey olmuyor, aksine herkes ellerini ovuşturmuş, yeni bir durumda orayı yeniden ihya edecekler ve oradan kazanım elde edecekler. Katliamının üzerinden kazanım elde etme projelerini AKP iktidarı da büyük bir şevkle bekliyor ve o yüzden tek bir söz edemiyor, tek bir söz edemiyor.
Vaktim daralıyor, son olarak şunu söylemek istiyorum: Bu uluslararası mekanizmaların önemi kuşkusuz büyük ama uluslararası mekanizmaların etkili sonuç alabilmesi için halkların eşitliği temelinde, halkların özgürlüğü temelinde halkların da inisiyatifinin olacağı yeni mekanizmaların kurulması lazım. Birleşmiş Milletler Barış Gücü gitti, Bosna'da barışı getirecekti; Bosna'da Srebrenitsa katliamı Birleşmiş Milletler Barış Gücü işlevli hâldeyken oldu. Sonra, Somali'ye barış getirecekti, Afganistan'a barış getirecekti. Ne oldu? Hepimiz ne olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, şimdi, hiç kimse bu tezkereyle birlikte orada barışın geleceğine kuşkusuz inanmıyor. Neden inanmıyor? Oradaki halklar da inanmıyor çünkü deneyim sabit. Tüm denetim mekanizmalarıyla en ufacık bir saldırıyı önleme şansı varsa kuşkusuz bunun önünde engel olunamaz ama bu tezkerenin metninde bütün inisiyatif tek kişiye, Cumhurbaşkanlığına bağlanıyor. Bölge barışı, dünya barışı dediğimiz yerde, aslında her barış dediğimiz yerde, arkada savaş hayallerinin de kurulduğunu bildiğimiz bir yerde bu kadar önemli bir konuda sadece tek adamın inisiyatifiyle bir tezkere gerçekten hiçbir işe yaramayacak diye düşünenlerdeniz. O yüzden, diyoruz ki: Tüm bölgede öncelikle İsrail'in durdurulması ilk öncelikli hedef ve orada, tüm ezilen halkların eşitlik, özgürlük temelinde kendi kaderlerini kendilerinin tayin edecekleri bir ortam oluşturmak için çok daha fazla adımlar atılması gerekiyor uluslararası düzeyde de. Ama ne yazık ki AKP iktidarının İsrail'le ilişkisi, özellikle son iki yıldaki bütün katliamlara rağmen, bütün uyarılara rağmen, bombalar yağarken gemilerin rotası hâlâ İsrail'e giderken bu tezkereyle aslında yine hamasetlerine -bakın, biz ne dedik? "Barış istiyoruz." diyerek- aslında, ABD'nin, İsrail'in planına küçük ortak olarak dâhil olmak, orada, halkların kanı üzerinden, yine, "Filistin'i, Gazze'yi yeniden inşa edeceğiz." diyerek, oranın inşaatıyla, silah teknolojisiyle çıkar sağlama amacının olduğundan da şüphem yok. O yüzden diyorum ki: Tüm ezilen halkların, emperyalistler tarafından tüm dünyada savaşa sürüklenen halkların enternasyonel ortak mücadelesi için ortak örgütlenme çağrısı yaparak konuşmamı bitiriyorum.