GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:34
Tarih:11.12.2011

MHP GRUBU ADINA ZÜHAL TOPCU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kurulu ve Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı 2012 bütçesi üzerine Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Benden önceki konuşmacı arkadaşımızın da belirttiği gibi, evet, gerçekten, eğitim, bir ülkenin eğitimi hem ülke için hem de bireyler için çok önemli anlamlar ifade etmektedir, gerçekten çok önemli role sahip. Fakat baktığımızda, genel olarak AKP İktidarının dokuz yıllık sürecine baktığımızda 4 tane Millî Eğitim Bakanının geldiğini ve bu Millî Eğitim Bakanlarının da birbirlerinden çok farklı yöntemler ve projeler ürettiklerini, birbirlerini takip etmediklerini ve eğitimin içini dolduramadıklarını görüyoruz. Biz eğitimciler olarak genellikle bir ülkedeki tek bir gencimizin, tek bir insanımızın feda edilemeyeceği üzerine kurgularız bütün yaptığımız çalışmaları ama gördüğümüz şu ki gençlerimiz ve bu ülkenin geleceğinin çok fazla dikkate alınmadığını da ne yapıyoruz? Bu çalışmalarla görmüş oluyoruz. Her gelen bakan ne yapıyor? Yeni bir sistem kurmak istiyor. İşte, gidiyor, İskandinavya'dan farklı bir alana dalıyor, oradan bir sistem getiriyor. Amerika'ya gidiliyor, oradan bir sistem getiriliyor ve bu sistemler, acaba bizim bünyemize uygun mu, değil mi, incelenmeden direkt olarak uygulamaya konuluyor. Biz biliyoruz ki bir kıyas yöntemi var. Tabii ki bütün ülkelerin eğitim sistemleri incelenmeli, mukayese edilmeli, irdelenmeli. Ama bizim yapımıza uygun olarak ne yapılmalı? Adapte edilmeli, ondan sonra bizim sistemimize uyuyor mu, bizim değerlerimize, bizim kültürümüze uygun mu, bunlar irdelendikten sonra icraata geçirilmeli. Biz biliyoruz ki Osmanlıda bir enderun sistemi vardı; gerçekten, bizim içerimizdeki, bizim içimizde yetişen, bizim kendi sistemimizi üretebileceğimiz, kendi yapımıza uygun olarak yeni nesli yetiştirebileceğimiz bir sistemdi. Bizim, bu sistemleri kurmuş bireyler olarak, kurmuş nesiller olarak ne yapmamız lazım? Çok daha dikkatli olmamız gerektiğine inanıyoruz. Şimdi, parçayla bütün ilişkisi vardır eğitimde. Biz, genellikle parçalarla uğraşmaktan, sürekli olarak ne yaptık? Bütünü göremiyoruz artık. Bunun diğer bir ifadesi, ağaçları irdelemekten, ağaca bakmaktan ormanı kaçırdık ve onun için de artık eğitim sistemini kontrol edemiyoruz, kontrolden çıktı.

Bir diğer şey, AKP İktidarının dokuz yıldan beri kendi yaptığı icraatları sürekli olarak 1999 iktidarıyla, iktidarındaki icraatlarla, koalisyon hükûmetlerinin icraatıyla mukayese ettiğini görebiliyoruz ki bunun da, dokuz yıla baktığımızda, şu andaki Millî Eğitim Bakanının söylemlerine de baktığımızda, sanki yeni iktidara gelmiş gibi "Şunu yapacağız, bunu yapacağız." şeklinde söylemlerle geçiştirildiğini de görebiliyoruz. Dokuz yılda yapılanlar ortada, çok daha dikkatli olunması gerektiğini düşünüyoruz ve eğer, kalitenin yakalanabilmesi için çok dikkatli olunmalı ve aynı zamanda bu kalitenin de, eğitimdeki kalitenin de sürdürülebilir olması gerekmektedir. Şu andaki Türk eğitim sisteminde, millî eğitim sisteminde bir vizyon sorunu var; nereye gidiyoruz, ne yapmak istiyoruz, bu daha tam, net olarak belirlenmiş değil. Gençlerin hedefi yok, kendilerini tanımıyorlar çünkü eğitim sistemi öyle bir hâl aldı ki gençler sınava girmekten, sınavlara yetişmekten, test sorusu çözmekten kendilerini ifade edemiyorlar. İletişimleri koptu bu gençlerin, arkadaşlık iletişimleri koptu, aileleriyle iletişimleri koptu. Artık yalnızca stres topu olarak ne yapıyorlar? Stres yumağı olarak ortada gezinip duruyorlar. Hepimizin çocuğu var, şöyle bir düşünün. Sınava giren veya girecek olan ilkokul dörtten itibaren ne yapıyor bu çocuklar? Anne, baba elinden tutuyor, dershanelere götürüyor. Yazık bu çocuklara, hayatlarını gerçekten yaşamıyorlar. Ne istiyorlar, idealleri ne, ne yapmak istiyorlar? Bir, işte, ortaöğretim sınavlarına odaklanıyorlar; işte, ilköğretim sınavlarına odaklanıyorlar ve bir bakıyorlar ki hayat akıp gidiyor en güzel zamanlarında. Bunların dikkate alınması gerekiyor.

En temel sorun da? Temel beceriler var. Millî Eğitim Bakanlığında şu andaki eğitimde temel becerilerin bile verilemediğini görebiliyoruz. Ben size OECD ülkeleri arasında yapılan PISA ve TIMSS araştırmalarını ve aynı zamanda da kendi ülkemizdeki sonuçları da, YGS sonuçlarını da vermek istiyorum. Şimdi buraya baktığımızda, bunlar temel becerileri ölçmek üzere yapılan sınavlar. 2003, 2006, 2009 performansında Türkiye'nin çok düşük olduğunu görüyoruz ve farklı test sonuçlarına göre 2006'da 57 ülke arasında 37 ile 44'üncü sıralar arasındayız, 2009'da 65 ülke arasında 41 ile 43'üncü sıradayız. Şimdi şeyi ben söylemek istiyorum, özellikle Bakan Bey geçen günkü bütçe konuşmasında "2023'de PISA'da hedefimiz ilk 10" dedi. Şimdi bakıyoruz, buna baktığımızda, on yıllık iktidar döneminde, PISA sonuçlarına göre, bazılarında bir sıra atladık, bazılarında da iki sıra atladık. Eğer on yıl için düşündüğümüzde nerede olacağız diye, on yıl sonra bu şeylere baktığımızda, çok fazla bir sıralamada olamayacağımızı, ön sıralara ilerleyemeyeceğimizi? Hatta size şöyle acı bir tablo bile vermek istiyorum, bu 10'uncu sıraya bu gidişatla iki yüz elli yıl sonra varacağız. Dikkatinizi çekmek istiyorum, birer sıra atlayarak gittiğimizde iki yüz elli yıl sonra bu sıralamaya geleceğiz.

Ayrıyeten, YGS sonuçlarına baktığımızda, ÖSYM verilerine göre, 2011 YGS sonuçlarında, 40 sorudan, 40 soruluk Türkçe testinde ortalama 21,9 soru, sosyal bilimlerde 11,6; matematik testinde 7,5; fen bilimlerinde 4,1 olduğunu görüyoruz. Bu rakamlar, geçen yılın rakamlarından daha düşük rakamlar, onu da paylaşmak istiyorum sizlerle.

Şimdi, buralara baktığımızda, sınavlar artık öğrencilerin canına tak dedi ama bir bakıyoruz yine, AKP İktidarının dokuz yıllık sürecine baktığımızda, deneme yanılmayla gidildiğini görüyoruz. Biliyorsunuz, bir OKS sınavı yapıldı, karar alındı, daha sonra LYS'ye geçildi, olmadı SBS'ye geçildi. Şimdi bakıyoruz, bu çocukları ilköğretimin ikinci kademesinden itibaren altıncı sınıf, yedinci sınıf ve sekizinci sınıfta sınava soktuk, sonra denildi ki "Hata yaptık." Ne olacak bu çocuklar? Dershanelere gittiler. Bunların umutları, bunların heyecanları, bunların beklentileri ne oluyor? Hep heba ediliyor. Şu anda hiçbir şey net değil, katsayı kalktı. Katsayı kalktı, biz de katılıyoruz, gerçekten hiçbir öğrencimizin önünün tıkanmaması lazım. Bunlar imam-hatipte de okusa, bunlar meslek lisesinde de okusa, biz doğru bir karar verildiğine inanıyoruz ve destekliyoruz ama şunu da belirtmek lazım: Yönlendirme ve yöneltme sisteminin olmadığı bir yerde, peki bu alan tercihleri o zaman çocuklara hangi avantajı sağlayacak? Çocuklar okulları tercih ediyorlar, bilmem işte, alanlar bakımından fen alanını, sözel veya sosyal bilimleri tercih ediyorlar. Acaba bu çocuklar avantaj mı, dezavantaj mı sahibi o zaman? Bunların irdelenmesi gerekiyor ve özellikle şunu bildirmek istiyoruz: Mesleki eğitimde okuyan çocuklarımız en büyük dezavantaja sahip. Çünkü sınavlarda çıkacak sorulara yönelik bir müfredata sahip olmadıkları için bu çocukların üniversiteyi kazanma şansları da bulunmamaktadır ve genel olarak "Herkes için üniversite." diye ara kademe veya mesleki eğitime ağırlık vermeme sonucunda da böyle bir garabet ortaya çıkıyor.

Şimdi, diyoruz ki şimdiye kadar baktığımızda dokuz yıllık süreçte eğitim olayı yalnızca sınavla eşitlendi. Ama biz biliyoruz ki eğitim olayının esas olarak eğitim ve öğrenme olayıyla bütünleşmesi gerekirken karşımıza ne çıktı? Geometrik artışla büyüyen bir dershane sektörünü çıkardı. Madem, o zaman okullarımız fonksiyonel olarak çalışmıyorsa o zaman farklı bir şeyler üretmemiz lazım. Dershane sektörüyle? Çünkü dershane sektörü büyümeye başladı. Ve son sınıftaki çocuklar rapor alarak ne yapıyorlar? Okullara gitmiyorlar. Son sınıfa derse giren hocalarımızın da okula gelip boş yere okulda beklediklerine de şahit oluyoruz.

Şimdi, aynı zamanda, dikkat edilmesi gereken şeylerden bir tanesi de her yıl? Özellikle 2010 rakamlarını vermek istiyorum. Ortaöğretimde 2010 yılında 300 bin öğrenci gerek hedefini belirleyemediği gerek birtakım başka sıkıntılardan dolayı okulları terk etmektedir. Bunlara dikkatinizi çekmek istiyorum çünkü yalnızca okullar açmayla, nicelik olarak sayılarını artırmayla eğitime hizmet verilmiyor veya bütçedeki payın tabii ki artırılması lazım ama amacına hizmet eder bir tarzda işlemesi lazım bunların. Çünkü, bakıyorsunuz, niteliğin göz ardı edildiği, içinin boş bırakıldığını görebiliyoruz. Bir çocuk yılda 3 kere sınava giriyor. Bunlara dikkat edilmesi lazım.

Arkadaşlarımız da söyledi, özellikle öğretmenlerimizin sorunu çok büyük. Eşit işe eşit ücretten dolayı, şu anda müdür yardımcısı bir öğretmen ek ders ücretleri hariç 1.700 alırken, lise mezunu bir memur 1.900 lira maaş almaktadır, dikkatinizi çekmek istiyorum. Öğretmenlik kariyer mesleği olacaktı ama bunların da olmadığını görüyoruz.

Ve üniversitelere geldiğimizde, rektör atamalarında kurucu rektörlerde hangi kriterlerin dikkate alındığını özellikle sormak istiyoruz. Eğitim fakülteleri ve fen-edebiyatların ne olacağını, nereye gittiğini öğrenmek istiyoruz Bakanımızdan özellikle. Ve üniversitelerin açılmasına geldiğimizde, bir sürü üniversite açılıyor ama bunların altyapıları, teknolojik altyapıları, hoca kadroları nasıl gidiyor, bunları bilemiyoruz.

Ve özellikle şunu paylaşmak istiyorum: Üniversitelerde, en son geçen hafta verilen kararda, Konya Selçuk Üniversitesinden Tıp Fakültesi, Eğitim Fakültesi ve İlahiyat Fakültesi alınarak, bir gece ansızın, saat gecenin on bir buçuğunda bir karar alınarak yeni bir üniversite açılmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Topcu.

ZÜHAL TOPCU (Devamla) - Teşekkür ediyorum hepinize.

İyi günler. (MHP sıralarından alkışlar)