Konu: | |
Yasama Yılı: | 4 |
Birleşim: | 7 |
Tarih: | 15.10.2025 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA ZÜLKÜF UÇAR (Van) - Sayın Başkan, öncelikle ben teşekkür ediyorum ve zindanlarda esir tutulan tüm yoldaşlarımızı ve değerli halklarımızı saygıyla selamlayarak başlamak istiyorum.
En başta söyleyelim, bu teklif trafik sorunlarına çözüm bulma kanunu değil yurttaşı cezalandırma kanunudur. Kanun teklifinin geneline hâkim olan yaklaşım şudur: Trafik sorunlarını ve trafikte yaşanan can kayıplarını önlemek için yaptırım aracına başvuruluyor, seyahat hakkı engelleniyor, sömürüye zemin hazırlıyor. Akla gelen ilk şey: İnsanları altından kalkamayacakları büyük cezalarla terbiye etmek. Allah aşkına sizlere soruyorum: 370 bin liralık bir cezanın vatandaşın belini bükmekten başka hangi amaca hizmet edeceğini düşünüyorsunuz? Krizin, sefaletin içerisindeki halkın, yurttaşın 370 bin lira cezayı ödedikten sonra hangi kurala saygı duymasını bekliyorsunuz? Yurttaşları cezalandırmak kolay. Peki, acaba iktidar üzerine düşeni yaptı mı? Acaba, iktidar trafik kazalarının azalması, can kayıplarının önlenmesi ve trafikte bilinçli davranışın yerleştirilmesi için bugüne kadar üzerine düşeni yeterince yaptı mı? Biz cevap verelim: Yapmadı. Peki, bunun yaptırımını kim uygulayacak? Bunun cezasını kim kime kesecek? Bunun sorumluluğunu kim üstlenecek? Yurttaş yapınca 370 bin lira ceza kes ama devlet yapınca kulağının üstüne yat. İşte, mevcut sorunların yüzde 90'nının sebebi budur. Hizmetkâr efendi oldu, devlet hizmet değil, hâkimiyet makamı oldu. Oysa devlet efendi değil, yurttaşın sadece ve sadece hizmetkârı olmalıdır.
Değerli milletvekilleri, hukuk yurttaşın sırtında sopa olarak kullanılıyor. Yurttaşa baktığınızda sadece cezalandırmaya layık insanlar görüyorsunuz. Büyük cezalar getiriliyor çünkü en başta "Yurttaş suçludur." ön kabulüyle hareket ediliyor. Bugüne kadarki kanun tekliflerinin tamamında da bu hissiyatı gördük ve artık hukuk bir sorun üretme alanı değil, çözüm alanı olmalıdır. Bunun yolu ise hukukun demokrasiyle uyumlu hâle getirilmesidir. Bakın, aylardır toplum eşit ve adil bir infaz düzenlenmesi bekliyor, kanun teklifleri ilk olarak buna cevap bulmalıydı ama biz burada Hükûmete yeni bir gelir kaynağı oluşturacak olan bir kanun teklifini tartışıyoruz. Hapishaneler dolup taşmış durumda ve en önemlisi de hapishanelerde hâlâ binlerce siyasi tutsak esir tutuluyor ve bu demokrasinin, barışın, kardeşliğin en büyük engelidir, buradan belirtelim. Barış için kapılar ardına kadar sonuna açılmak zorundadır. Leyla Güven, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Bekir Kaya ve zindanlarda esir tutulan tüm yoldaşlarımız derhâl özgür olmalıdır çünkü barış ve demokratik toplum süreci en çok da bunu gerektiriyor.
Değerli milletvekilleri, çözümün ilerlemesi hukuki düzenlemelerin yapılmasını da gerektiriyor. PKK'nin silah yakma töreninden bu yana aylar geçti. Şimdiye kadar hukukun bu sürece bir çözüm zemini olarak devreye girmesi gerekiyordu ama zaman ilerledikçe barışa karşı riskler artıyor. Devletin bu anlamda kararlı ve çözüm odaklı adımlar atması gerekiyor. Barış ve demokratik toplum inşası sürecinde hukuka iki önemli temel rol üstleniyor; birincisi, özgürlük yasaları. Bu, bir yandan demokratik siyasete katılma şartlarını oluşturmayı ve yargı baskısına maruz kalmamayı ifade eder. Diğer yandan, haksız davalardan ve soruşturmalardan dolayı ülkeyi terk etmek zorunda kalan binlerce yurttaşın geri dönmesinin olanaklarını düzenliyor. Bununla bağlantılı olarak mevcut hukuk sisteminde de kaldırılması veya değiştirilmesi gereken yasalar da vardır. Terörle Mücadele Kanunu, İnfaz Kanunu bunun başını çekiyor ve tabii, hukuki düzenlemelerin yanında son derece önemli bir diğer konu daha vardır, bu da siyasi yapılanma ve uygulamadır. Bu sebeple, hukuku düzenlerken hukukun uygulanmasını baştan sona belirleyen siyasetin de demokratikleşmesi bir zorunluluktur.
Hukuki düzenlemenin ikinci ayağı ise demokratik entegrasyon yasalarıdır. Bu ise Kürt özgürlük mücadelesinin önündeki engellerin ortadan kaldırılması ve siyasi katılımla komünal örgütlenmenin önünün açılmasına dönük yasalar olacaktır.
Demokratik entegrasyon her şeyden önce devletin demokrasiye duyarlı hâle gelmesi ön şartına dayanır. Bütün bu süreçlerde hukukun kendi rolünü oynaması demokratik müzakere şartlarının oluşturulmasına bağlıdır. Öncelikle devlet Kürt halkına hukuki bir statü oluşturmalıdır. Bu statü Kürt halkının demokratik toplum bütünlüğüdür. Entegrasyon için öncelikle geçmiş, ayrımcı, inkârcı kodlar çözülecek ve Kürt halkının demokratik toplum yapısı şeklindeki statüsü kabul edilecek ve devletle bütünleşme bu şartlar üzerinden olacaktır. Yani yüz yıldır hukuk dışı kabul edilen, suçlu ve öteki muamelesi yapılan inkâra ve imhaya maruz bırakılmaya çalışılan Kürt halkının da artık bir hukuku olmalıdır, olacaktır.
Bakın, değerli milletvekilleri, Hazreti Muhammed, Medine Sözleşmesi'yle birlikte yaşama projesini hayata geçirdi, buna öncülük etti. Bu Medine Sözleşmesi'nde devlet ya da iktidar müdahalesi yoktur. Toplum, özgür iradesiyle bir arada, eşit yaşamın koşullarını oluşturmuştur. Sözleşmeye taraf olan her kabile, her inanç grubu kendi özerk yapısını korumakta ve geneli ilgilendiren konularda da doğrudan katılım göstermektedir; böylelikle, Medine'de kentteki dinsel, kültürel çeşitlilik bir sözleşmeyle hukuki güvence altına alınır. Sözleşmenin eksikleri olmakla birlikte toplumsal konsensüs anlamında son derece önemli ve tarihî bir sözleşmedir. Türkiye'nin en acil ihtiyaçlarından biri işte tam da bu anlamda birlikte yaşamı örecek yeni bir toplumsal sözleşmeyi hayata geçirmek olacaktır. Nitekim, Sayın Öcalan da Medine Sözleşmesi'ni referans göstermektedir.
Değerli milletvekilleri, Sayın Öcalan'ın önderliği muhataplarınca da kabul ediliyor. Bu, son derece cesur bir adımdır. Çözüm için cesaret gösterildi ancak yeterli değil bu; ortaya konan cesaret pratikte de karşılık bulunmak zorundadır. Sayın Öcalan barışın kurucu taraflarından birisidir; sadece Kürt halkı için değil bütün Türkiye halkları için realist, çözümcü, özgürlükçü ve demokratik bir projeyi geliştirmiştir; herkesin de meseleye bu ciddiyetle yaklaşması gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri, konuşmamı, bugün DEM PARTİ olarak vermiş olduğumuz araştırma önergesinde de bahsedildiği üzere, Rojbin Kabaiş'e ayıracağım ama en başta şunu hatırlatarak gireceğim: AKP adına konuşan hatip Sayın Adem Yıldırım -şu an sanırım burada değil ama- şöyle bir cümle kullandı: "Bu meselenin çözülmesi boynumuzun borcudur." Ben birkaç hususu takdirlerinize sunacağım, kamuoyunun takdirine sunacağım: Rojbin Kabaiş'in...
BURCUGÜL ÇUBUK (İzmir) - Rojin.
ZÜLKÜF UÇAR (Devamla) - Rojin Kabaiş'in kaybolmasından yaklaşık on dokuz gün sonra bulunması sürecinde neler yapılmadı? Bunu anlatacağım. Bir vali, Rojin'in bedeni henüz yeni bulunmuşken, otopsi yapılmamışken Rojin'in babasının yanına gidip neden "İntihardır." dedi? Bunun sorgulanmasını sizlerden isteyeceğim. Ya da soruşturmayı yürüten ilk savcının... Bakın, bu dosyada birden fazla savcı görev yaptı, dosyada gizlilik kararı var, o yüzden detaylara ismen girmiyorum ama ilk savcı neler yapmadı, bunların araştırılmasını Meclisin takdirine sunacağım.
Rojin kaybolduktan sonra savcılık makamı da valilik makamı da Adli Tıp da meseleye tamamen bir intihar düşüncesiyle yaklaştı. Oysa her zaman bu bilinmelidir: Bir kadın intihar etse dahi buna şüpheli ölüm olarak yaklaşılmak zorundadır ama her nasılsa bu meselede Rojin'in ölümüne sadece ve sadece intihar olarak bakıldı, arama yapılırken de sadece göl üzerinde aramalar yapıldı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen tamamlayın.
ZÜLKÜF UÇAR (Devamla) - Sayın Başkanım, teşekkür ederim.
Oysa talepler vardı, "Aramayı genişletin." denildi ama vali ve savcılık makamı, ilk etaptaki savcılık makamı meseleye sadece ve sadece "intihar" diye yaklaştı. Adli Tıp, bir yıl önce verdiği raporda "Bulunan 2 DNA örneği üzerinden herhangi bir suç ya da herhangi bir istismar vakası bulgusu yoktur." dedi, bir yıl sonrasında çıktı "2 ayrı bulgu var." dedi. İlk bunu söylediğinde biri bulaş imkânın olmadığı yerdeydi ama toplumda bu bir cinayettir. Kamuoyunda geliştikten sonra Adli Tıp hemen ertesi gün yeni bir açıklama yaptı, dedi ki: "Bir cinayet bulgusuna rastlanılmadı." Buradan Meclise sesleniyorum: Mesele sadece Rojin'in katillerini bulmak değil, Rojin'in katillerinin bulunmasını örtbas etmek isteyenler, savcılık makamına, valilik makamına yönelik de bu Meclisin derhâl bir şeyler yapma meselesidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ZÜLKÜF UÇAR (Devamla) - Hepinizi de bu anlamda göreve çağırıyorum.
Teşekkür ederim.
Sayın Başkanım, teşekkür ederim. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar.)