GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİNİN KKTC'DE KAMPUS KURMASINA İLİŞKİN ÇERÇEVE PROTOKOLÜN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:66
Tarih:15.02.2012

CHP GRUBU ADINA AYTUĞ ATICI (Mersin) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Çukurova Üniversitesinin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde Kampüs Kurmasına İlişkin Çerçeve Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Çukurova Üniversitesinin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde kampüs kurması elbette ki bizleri çok mutlu eder. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun olmuş bir kişi olarak beni biraz daha fazla memnun eder. Bilim insanlarımızın buraya yaptıkları çalışmalarla ülkemizin adını duyurmaları yine başta ben olmak üzere hepimize gurur verir. Gurur verir de bilim alanında acaba Türkiye'nin adı dünyada nasıl duyuluyor, şimdi buna biraz bakalım. Konuşmamın içeriğinde Türkiye'nin bilim alanındaki yeri dışarıdan nasıl görülüyor, buraya bir bakacağım; daha sonra, bu anlaşmayla, Çukurova Üniversitesinin kuracağı kampüsle -ağırlıklı olarak tıp fakültesi işlendiği için- tıp fakültesindeki ve diğer fakültelerdeki durumu birazcık irdeleyip konuşmamı sonlandıracağım.

Şimdi, bilim alanında bize dünya nasıl bakıyor? Küçük bir anı anlatacağım size, yakın bir anı, hepinizin de malumu: Geçenlerde Sayın Cumhurbaşkanımızla birlikte İngiltere'ye bir çalışma gezisi yapmış idik. Sayın Cumhurbaşkanı, İngiltere'de "Royal Society" denilen, Türkiye'deki karşılığı Türkiye Bilimler Akademisi olan kuruluşta bir konuşma yaptı ve bu konuşmada İngiltere'nin çok saygın bilim adamları vardı. Belki de Türkiye'yi hiç tanımayan, Türkiye'deki siyasi çekişmeleri hiç bilmeyen bir bilim insanı konuşmanın sonunda söz istedi ve Cumhurbaşkanımıza doğrudan şu soruyu sordu, dedi ki: "Sayın Cumhurbaşkanı, Türkiye Bilimler Akademisine niçin siyaset bulaştırıyorsunuz?" Aynen soru bu. Bakın, İngiltere nere, Türkiye nere! Ama bilim insanı -bilim evrensel bir konudur- dünyanın neresinde olursa olsun bilime yapılan bir saldırıya derhâl direnir ve karşı koyar.

Cumhurbaşkanı orada gerçekten sıkıntılı anlar yaşadı, -ben onun sıkıntısını en ön sırada oturarak izledim- "Ben taraflarla konuştum, evet, olmaması gerekiyor ama, işte, bir kereye mahsus yapacağız." dedi ve salonda gülüşmeler oldu.

Şimdi, TÜBA gibi siyaset üstü olması gereken bir kuruma siyaset bulaştırarak Cumhurbaşkanımızı niçin orada zor durumda bıraktınız? Cumhurbaşkanı nezdinde Türk milletini niçin zor durumda bıraktınız?

Bakın, TÜBA üyelerinin üçte 1'ini yine TÜBA'nın asıl üyeleri belirliyor, üçte 1'ini YÖK belirliyor. Hani Hükûmetin, sizin borazanınız olan YÖK var ya, hani yok edecektiniz ya, hani hep YÖK'e karşı mücadele etmiştiniz ya, sonra YÖK sizin dediklerinizi yapınca birdenbire baş tacı etmiştiniz ya, hatırlarsanız, işte o YÖK belirliyor, yani Hükûmet belirliyor!

AHMET AYDIN (Adıyaman) - Daha önce sizin borazanlığınızı mı yapıyordu?

AYTUĞ ATICI (Devamla) - Ha, şimdi sizin borazanlığınızı yaptığını kabul ettiniz zımni olarak. Biz hiçbir zaman 1950'den bu yana tek başımıza iktidar  olmadık Sayın Milletvekili. YÖK  hiçbir zaman bizim borazanımız olmadı ama siz bu söyleminizle "Eskiden başkasının borazanıydı, şimdi bizim borazanımız." diyerek bizzat kabul etmiş oldunuz; teşekkür ederim katkınıza.

Şimdi, yetmedi, üçte 1 kaldı: Öbür üçte 1'i de hiç utanmadan, hiç sıkılmadan kalktınız, TÜBA gibi, siyaset üstü bir yer olması gereken bir kuruma Bakanlar Kuruluyla atama yapmaya kalktınız. Bakanlar Kurulu yahu, yani düşünebiliyor musunuz Bakanlar Kurulu! Hadi YÖK'e "borazanınız" dedik ama yine de içinden vicdanlı insanlar çıkabilir, tartışır, "evet" der, "hayır" der ama yani Bakanlar Kurulu, Hükûmetin kendisi değil mi? Atama yapmaya kalktınız, dünya ayağa kalktı, geri adım attınız, dediniz ki: "Vazgeçtik, TÜBİTAK atama yapsın." son dakikalarda. TÜBİTAK'ı kim atıyor? Utanmadan yine Hükûmet atıyor.

Şimdi, bakın her şey döner, dolaşır, rücu eder; keser döner, sap döner, gün gelir, hesap döner. Siz mağdur olduğunuzu iddia ettiğiniz konularda elinize biraz fırsat geçince çok daha ağırını yaptınız. Bunu bilim adamları içlerine sindiremediler ve 50'ye yakın bilim adamı TÜBA'dan istifa etti. Doğrudur, bunu araştırıp bakabilirsiniz. Biz bunu dünyadaki insanlara, bilim insanlarına anlatamıyoruz, Cumhurbaşkanımız da anlatamadı zaten. Biz bunu Türkiye'de olan aklı başında bilim adamlarına da anlatamıyoruz. Bir yandan bilim gelişsin diye ciddi paralar harcıyoruz, diğer yandan da bilimi siyasetle kirleterek köküne kezzap suyu döküyorsunuz. Bilim ancak özgür ortamlarda gelişir değerli arkadaşlarım. Hayatının önemli bir kısmını bu camiada geçiren birisi olarak söylüyorum: Eğer bilimi siyasete alet ederseniz bu ülkede bilim gelişmez. İçinizde birçok bilim adamı olduğunu biliyorum, benim ne demek istediğimi onlar çok iyi anlarlar, parti farkı gözetmeksizin söylüyorum. Artık, sizin, TÜBA'ya bu şekildeki bir uygulama ile sayenizde bilim insanımızın tarafsızlığına kimse inanmayacak.

Çok önemli bir ricam var siyasetçilerden. Bakın, başta kim olursa olsun, şimdi AKP var, AKP'ye söylüyorum: Lütfen, ne olur, bilimi ve bilim adamlarını rahat bırakın, ne olur. Bakın, bilime verdiğiniz önemi gösteriyorum size: Hükûmet olarak siz 27 Ağustos 2011 tarihli Resmî Gazete'de bir kanun hükmünde kararname yayımladınız. Neyle ilgili, biliyor musunuz? Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının teşkilat ve görevlerini belirleyen 651 sayılı Kanun Hükmünde Kararname. Gıda, Tarım ve Hayvancılık? Kalktınız, bunun üzerine Türkiye Bilimler Akademisi, TÜBA'nın işleyişini düzenlediniz. Yani sizin, bilime verdiğiniz, TÜBA'ya verdiğiniz önem bu kadar. Birtakım değişiklikler yapmak gerekti. Kalktınız, yine buna özgün bir şey çıkaracağınıza Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının teşkilat ve görevlerini belirleyen bir kararnamenin arkasına da yine TÜBA'yı sıkıştırıverdiniz. Yani Allah aşkına, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının bir teşkilat yasası var, öbür taraftan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının bir kanun hükmünde kararnamesi var; TÜBA'yı bunun içine sıkıştırıverdiniz. Sizin bilim anlayışınız budur, sizin bilime verdiğiniz önem budur. Paydaşlarla hiçbir müzakere süreci yürütmediniz. Şeffaf olmayan ve dayatmacı bir anlayışla hayata geçirdiniz bazı değişiklikleri ve TÜBA'nın bilimsel ve kurumsal özerkliğini, resmen bu özerkliği yok ettiniz. Siyaset üstü kalması gereken TÜBA'ya yapılan bu AKP müdahalesiyle kurumlara partizanca bir yön verme arzunuzu dile getirdiniz ve gösterdiniz. Böyle bir Bilimler Akademisi dünyadaki diğer akademiler nezdinde tüm saygınlığını yitirmeye mahkûmdur. Yani halkın anlayacağı bir dille; Türkiye'nin bilimini bütün dünyaya rezil ettiniz, siz yaptınız bunu. Eğer yapmadıysanız çıkın şuraya, kürsüye, deyin ki: "Vallahi biz yapmadık. TÜBA özgürdür, TÜBİTAK özgürdür, YÖK özgürdür, hiçbir şekilde siyasi etki yoktur." Ben de sizden, geleyim şurada özür dileyeyim.

SONER AKSOY (Kütahya) - Sayın Atıcı?

AYTUĞ ATICI (Devamla) - Çıkın "Özgürdür" deyin, "Hiçbir bilimsel etkiye biz siyaseti bulaştırmıyoruz." deyin, sadece özür dilemekle kalmayayım Sayın Milletvekili, önümü de ilikleyeyim ama bunu bana gösterin. Buna ihtiyacımız var. Peki, biz ne diyoruz?

SONER AKSOY (Kütahya) - Bugüne kadarkiler ne yaptı?

AYTUĞ ATICI (Devamla) - Oradan bağırmakla olmuyor. Öyle en arkaya geçip oradan bağırmakla olmuyor, dolu konuşacaksın.

MEHMET MUŞ (İstanbul) - Siz hep öyle yapıyorsunuz.

AYTUĞ ATICI (Devamla) - Biz ne diyoruz? Biz diyoruz ki: "Çoğulcu bir demokrasi için atılacak bütün adımların, yapılacak tüm yasal ve anayasal değişikliklerin en geniş katılımla hazırlanması ve toplumsal uzlaşma ile hayata geçirilmesi gerekir." İstediğimiz bu. İstediğimiz demokrasi budur.

Şimdi, bakın, sizi o çok meşhur bir şekilde söylediğiniz işlere biraz örnek vereyim: "Çok iyi gidiyoruz." diyorsunuz ya! Eğitim konusunda neredeyiz? Bakın, 34 tane OECD ülkesi var, 34 tane. Okuma becerisinde 32'nci sıradayız. Bu verileri ben uydurmuyorum. Gidin, bakın, OECD'den bulursunuz. Eğitim harcamalarında 34 ülkede 33'üncü sıradayız. Nüfusun ortalama eğitim yılı altı buçuk yıl, OECD'nin sonuncusuyuz. Yani biz bilimsel olarak iyiyiz ya, hani karışmıyorsunuz ya, hani özgür ya! Demokrasi Endeksi'nde tüm dünya ülkeleri içerisinde bu sefer 89'uncu sıraya geriledik, özgür ülkeler arasında ise 112'nci sıradayız. Basın özgürlüğü araştırmalarında 138'inci sıradayız değerli milletvekilleri. Bunları bilerek konuşmamız lazım. Yolsuzlukta puan vermişler ülkelere 10 üzerinden. Biz 10 üzerinden 4,4 kötü puanla 56'ncı sırayı almışız yolsuzlukta. Bunlar sizin hükûmetleriniz döneminde oldu. Küresel barışta 127'nci sıradayız, yani kırmızı listeye almışlar bizi dünyada. İnsani gelişmişlikte 93'üncü sıradayız. Genel eşitsizlikte 84'üncü sıradayız. Yani içinizi kararttığımın farkındayım. Çıkıp burada bakanlarınız, milletvekilleriniz "Vallahi şöyle yaptık, billahi böyle yaptık." deyip duruyorlar, bunları esas dinleyeceksiniz; zaten siz onları yapmak zorundasınız, zaten Hükûmetsiniz, zaten iktidarsınız, zaten kapı kapı dolaşıp bunların oyunu isterken bunları söz verdiniz, ondan sonra bir kısım şeyler oldu diye kalkıp burada ahkâm kesiyorsunuz. Bakın, cinsiyet eşitsizliğinde 77'nci sıradayız, OECD'nin sonuncusuyuz. Eğitimde eşitliksizlikte 102'nci sıradayız dünyada, gelirde eşitsizlikte 65'teyiz. Şimdi, hâl böyle iken kalkıp gidiyoruz, Yavru Vatan'a kampüs kuruyoruz. Kuralım da, iyi; onlara iyilik mi ediyoruz, kötülük mü ediyoruz ben de bilmiyorum.

Şimdi, Sayın Sağlık Bakanı da buradayken konumun, konuşmamın akışını biraz değiştireceğim, yine anlaşmaya bağlı kalacağım, hariçten gazel okumayacağım çünkü bu anlaşmaya göre, bir tıp öğrencisi gidecek, üç sene Kıbrıs'ta temel eğitimini alacak, sonra Türkiye'ye gelecek, Çukurova Üniversitesine klinik eğitim almaya gelecek. Tamam, bir öykü size: Çocuk orada üç senesini okudu, döndü, Kıbrıs'a geldi. Geldi, bir de baktı ki bütün hocalar performans peşinde koşuyor. "Allah Allah, `performans' diye bir şey varmış." şaşırdı. Niye, neden herkes performans peşinde koşuyor? Hoca performans peşinde koşar mı? Koşmaz elbette, koşmamalı. Sonra öğrenecek ki bu ülkenin Sağlık Bakanı, hocalara demiş ki: "Kardeşim, biz size 1.500 lira ile 3.400 lira arasında bir temel maaş veriyoruz, geçinebiliyorsanız geçinin." Bordrolar var, Sayın Sağlık Bakanı çıkıp orada, oralardan "20 bin lira para alıyorlar, 15 bin lira para alıyorlar." diye söylüyor, ben de söz veriyorum, pratisyen hekimden tutun profesöre kadar herkesin bordrosunu getiririm buraya.

YUNUS KILIÇ (Kars) - Döner sermayeleri de getir.

AYTUĞ ATICI (Devamla) - Döner sermayeleri de getireceğim.

Ben, istifa ettiğimde, görevden ayrıldığımda maaş bordromda 3.400 lira para yazıyordu, 3.400 lira. 3.400 lira maaş alırken istifa ettim, bunlar kayıtlarda vardır, bakabilirsiniz. Ben, üniversite yaşamım boyunca Mersin Üniversitesinde bir tane özel hasta bakmadım, hiçbir şekilde de performans uygulaması için fazla mesai yapmadım, 3.400 liraya razı oldum. Diyor ki Sayın Bakan: "Yetmiyorsa kardeşim, daha çok hasta bak, ben de sana kelle başı para veririm." Şaka etmiyorum, gerçekten de durum bu. "Neyse..." diyor çocuk "Peki, bari performans merformans olsun, hoca gene iş yapıyor, ben hocanın peşinde koşayım, belki bir şeyler öğrenirim." diyecek, ondan sonra bir polikliniğe gelecek, bakacak ki poliklinikte hoca yok, hoca yok. "Nereye gitti bu hoca?" diye soracak, sonra diyecek ki bir tanesi: "Valla, Hakan Şükür'e milletvekilliği gibi kutsal bir görev yaparken astronomik rakamla ek iş yapmasına olanak veren anlayış, hocalara bu hakkı tanımıyor." O hoca da yasal hakkını kullanarak ücretsiz izne ayrılmış. Dün Sayın Bakan dedi ya burada "Bin kişi ayrılmış." diye, birazdan ona da değineceğim zamanım yeterse. Eee, hoca da yasal iznini kullanmış, iki sene. Ne zaman geri dönecek? İki sene sonra. Ama garibim bilmiyor ki gidenler dönmez. Sakın, sakın?

Burada çok önemli bir saptama yapacağım. Şimdi Bakan notunu alıyordur, gelip diyecek ki: "Aha CHP gene tam zamana itiraz etti. Gene bunlar, işte, muayenehaneyi savunuyor." Hayır Sayın Bakan, biz muayenehaneyi savunmuyoruz, bunu sözel olarak da söylemiyoruz. Bir kanun teklifi verdik, o kanun teklifini de incelediğinizi çok iyi biliyorum. Cumhuriyet Halk Partisi tam zamanlı çalışmadan yanadır, bunun da kanun teklifini hazırlamıştır. Eğer samimiyseniz getirin kanun teklifini, komisyonda konuşalım, burada da geçirelim gidelim.

Hak ettikleri parayı öğretim üyelerine, hocalara verin, bu da emekliliğe yansısın, ondan sonra da gelin hesap sorun. Ha, diyeceksiniz ki: "Emekliliğe yansımayan gelir olur mu?" Olur emekliliğe yansımayan gelir. İşte, demin sizden bir milletvekilinin "Döner sermayeye bak! Döner sermayeye bak!" dediği bir laf vardı ya işte o, emekliliğe yansımıyor ve şimdi kaldırıldı Sayın Milletvekili. Şimdi o döner sermaye kaldırıldı, adına "performans" deniyor; çalışırsan alıyorsun, çalışmazsan almıyorsun. "Yok ben eğitim aşkıyla yanıyorum. Ben çocuklarla zaman geçireceğim, öğrencilerle zaman geçireceğim." dediğin zaman, o zaman temel maaşını alıyorsun. Değilse, açık yüreklilikle çıksın, Bakan da burada, söylesin; ben de size getireyim bordrolarla bunu buradan ispat edeyim.

Şimdi, Kıbrıs'tan öğrenci geldi ya buraya, hani son üç yılını burada geçirecek. Hocalarla eğitime devam ediyor ama bakıyor ki bu hastanedeki doktorların büyük bir çoğunluğu bu Bakanı sevmiyorlar, şaşırıyor. Ya bir ülkenin Sağlık Bakanı, hangi partiden olursa olsun sevilmemeli mi? Sevilmeli. "Niye sevmiyorsunuz kardeşim?" diyor. AKP'lilere de soruyor, "Senin AKP'li olduğunu biliyorum, oy verdin; niye sevmiyorsun?" diyor. Diyorlar ki: "Sağlık Bakanı her fırsatta bize çirkin sözler söylüyor." Diyorlar ki: "Sağlık Bakanı bize `yaygaracı' diyor, hekimlere. Kendisi hekim olduğu hâlde çıkıp `yaygaracı' diyor hekimlere, özellikle de öğretim üyelerine. Sonra diyor ki: "Sağlık Bakanı, bizim, doktorların hastaların parasını çaldığımızı söylüyor." diyor,  "Biz nasıl sevelim bu adamı?" diyor. "Sürekli olarak, her mikrofonun başına geçtiğinde  `bıçak parası' diyor, her mikrofonun başına geçtiğinde hekimleri hastalara karşı kötülüyor, `Ayağınıza profesörler gelecek, şöyle olacak, böyle olacak.' diye söylüyor ve gerçekten kışkırtıyor. Galiba herkesi kendisi gibi zannediyor." diyorlar ve "Biz bunun için bu Bakanı sevmiyoruz, keşke sevebilseydik." diyorlar. Öğrenci bir hocalara bakıyor, bir Bakanın dediklerine bakıyor, utanıyor ama acaba gerçekten utanması gereken kim?

Şimdi, bu öğrenci geliyor, acil stajını yapıyor Çukurova Üniversitesinde. Gecenin bir vakti bir amca geliyor karın ağrısı şikâyetiyle. Doktorlar ve öğrenciler -eğitim de alıyorlar ya- iyice muayene ediyorlar. Bakıyorlar ki önemli bir şey yok, "Gaz sancısı var amca." diyorlar ve amcayı evine gönderiyorlar. Bu arada bilgisayarda kaydını girerken bir de bakıyor ki öğrenci, doktor "yeşil alan" diye bir yere tıklıyor. "Abi, bu ne?" diyor, "Ya bu yeşil alan." diyor,  "Yani acil değil ya bu hasta?" Ee? "Biz bunu yapacağız, SGK da gidecek, bu adamdan daha sonra katkı payı alacak." "Ya biz doktoruz, bu adamın acil bir durumu olup olmadığını anlayana kadar canımız çıktı; muayene ettik, mıncıkladık, ettik, yaptık, sonra dedik ki bu gaz sancısıdır, teşhis koyup gönderdik. Biz ne yüzle bu adama diyeceğiz ki sen niye acile geldin de senin durumun acil değil. Adam nereden bilsin, belki apandisiti var. Adam o apandisit korkusuyla gelmiş. Gaz sancısıyla apandisiti ayırabilene aşk olsun incelemeden, uzman muayenesi olmadan. Şimdi biz kalkacağız, bu adama diyeceğiz ki sen yeşil alandasın." Doktorun da, öğrencinin de boynu bükülüyor. İki gün sonraki nöbette aynı öğrenci, aynı amca bir daha geliyor. "Hoş geldin." demeden amca yumruğu indiriyor öğrencinin gözünün üzerine. "Ne oldu amca?" filan, "Yahu siz beni nasıl `yeşil alan' diye bir yere attınız da benim maaşımdan kestiniz?" diye soruyor. "Hiç Allah'tan korkmadınız mı? Benim üç kuruş emekli maaşım vardı, siz benim karnımın ağrısına gittiniz, `yeşil alan' dediniz ve benden para kestiniz." diyor. İşte bu sebeplerden dolayı, daha birçok sebepten dolayı da hekime ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet artıyor. Hocalar bile şiddete uğruyor sizin sayenizde.

Farklı birimlerde staj yapıyor bu öğrenci. Geliyor, bakıyor ki 4/B'li hemşire var, taşeronda çalışan personel var. "Yahu hani eşit işe eşit ücretti? Ben şimdi bir hemşireye bakıyorum, devlet memuru; öbürüne bakıyorum, 4/B'li; öbürüne bakıyorum, bu hemşire taşeron. Bunların hepsinin maaşları da farklı. Nasıl olacak bu iş? Bu eşit işe eşit ücret ancak AKP'de söz konusu olur, olsa da bu kadar olur." diyor.

Geliyor şimdi bu öğrenci halk sağlığı stajını yapıyor, altıncı sınıfa geldi. Tıpçılar bilirler, bu stajda birinci basamak sağlık hizmetleri var. Bu birinci basamak sağlık hizmetleri içinde aile hekimliği merkezine geliyor. Aklında öğrencinin -biz de yetiştirdik ya onu- onurlu hekimlik ilkeleri var. Zannediyor ki bu devlet, bu Sağlık Bakanlığı, Anayasa'nın kendine verdiği görevler çerçevesinde halkın sağlığını koruyacak, en azından bunu bekliyor. Geliyor, aile sağlığı merkezi ekibiyle tanışıyor. Bakıyor doktorun yanında bir tane hemşire var, bakıyor ve ona göre de çok mutlu oluyor. Diyor ki; ne güzel, doktor, hemşire? Sonra bir bakıyor ki sekreterin parasını doktor ödüyor, binanın kirasını doktor ödüyor, oturduğu sandalyenin kirasını doktor ödüyor, temizlikçinin parasını doktor ödüyor. Diyor ki; "Ağabey sen nasıl para yetiştiriyorsun?" "Vallahi yetiştiremiyorum" diyor doktor "Bazen temizlik işlerini ben yapıyorum, bazen de arkadaşlarım yapıyor." O zaman da bu çocuk hekim olduğuna mı yansın, yoksa başka bir şeye mi!

Bir gün gene bakıyor bu Kıbrıs'tan gelen çocuk; aaa aile sağlığı merkezindeki bütün hastalar çalınmış. "Ağabey hasta çalınır mı" diyor; evet çalınır. 3 bin tane hastadan 2 tane hasta kalmış. Üç beş saat sonra sisteme geri yükleniyor ve yüklendikten sonra anlaşılıyor ki, genel müdürün şifresiyle birisi giriyor ve daha önce size anlatmıştım bu Genel Kurulda, bütün hastaların bilgilerini alıyor. Sağlık Bakanlığından tıs var mı? Yok. Soru önergesi hazırladık, cevap var mı? Yok. Niye yok? Bilmiyorum, bilmiyorum. Sonra? Bu sonraları, bu sonraları uzun uzun anlatmak mümkün. Eğer Sağlık Bakanı isterse daha da uzun anlatırım.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Atıcı.