| Konu: | |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 5 |
| Tarih: | 09.10.2025 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA KAMURAN TANHAN (Mardin) - Ben de sözlerime sevgili Ulaş Bayraktar'ın geçtiğimiz aylarda Diyarbakır'da insan hakları derneğinin bir sempozyumunda yapmış olduğu bir alıntıyla başlamak istiyorum. Babası Mardin ilinde Derik ilçesinde yüzbaşı iken bir çatışmada yaşamını yitiriyor, kendisi 5 yaşında, kardeşi üç yaşındayken. Devam ediyor, kendi ifadelerini söylüyorum "Şehitler ölmez ama babaları, çocuklar, kardeşler ölür." diyor. Öyle demiştim "Öyle büyük anlatıda anlatıldığı gibi, o şehitliğe yüklenen anlamda 'Şehitler ölmez.' deniliyor ama benim babam öldü. Burada yakınlarını kaybedenler var, onlar ölüyorlar ve yerlerine gelmiyorlar. Bütün hayatım şehitlerin ölebildiği; babaların, kardeşlerin, çocukların ölmesinin de anlamsız olduğuna inanarak geçti. 1980 yılından bu yana kırk beş yıldır bu çatışma sürüyorsa birilerinin babamın neden öldüğünü açıklayabilmesi lazım. Eğer bu etkili bir yöntem olsaydı kırk beş yılda çözülmesi gerekirdi, on binlerce cana mal olmaması gerekirdi. Kahramanlara ihtiyaç duymadığımız günlerin hayalini kuruyorum ama benim bir kahramanım var, beni öfkeyle, nefretle büyütmemeyi başarmış annemdir benim kahramanım." Son sözü de şu oluyor: "Biz bu savaşı sevdiklerimizi sakınarak kazanacağız, bağlar kurarak yapabilirsek bunu başarabiliriz." Dolayısıyla, öfkeyle, nefretle büyümeyen bir nesil umuduyla Sayın Meclisi selamlıyorum.
Sevgili milletvekilleri, birkaç cümleyle de nasıl bir dış politika anlayışını savunuyoruz, ona nasıl bakıyoruz, onun gerektirdiğine dair bir söz kurduktan sonra, demokratik siyasete inanan bu ülkenin onurlu bir barışa kavuşması ve bütün yurttaşlarının adalete erişimi, özgürlüğü ve eşitliği için söz kurduğundan cezaevinde hapsedilen arkadaşlarımız üzerine konuşacağım.
Bakınız, eşitlik ilkesinin ve kültürel çeşitliliğin benimsenmesi hem toplumsal barış hem de halklar yararına demokratik bir dış politika için olmazsa olmaz bir yerde durmaktadır. Devlet aklının, kurumlarının, devletin ve devletin tüm kurumları aracılığıyla yürüttüğü faaliyetlerin Türkiye'nin halklar gerçekliği temelinde çok dilliliği ve farklı kültürel kimliklerin zenginliğini yansıtan bir yapılanmaya dönüşmesi toplumsal barış açısından bir zarurettir. DEM PARTİ olarak dış politikamızı üzerine inşa ettiğimiz zemin barış zeminidir. Bununla birlikte, ulus devlet sistemini aşan, sınırları anlamsızlaştıran ve istikrar odaklı uluslararası bir denklemin kurulmasını da önemsiyoruz elbette. Sömürgeciliği ve savaşları besleyen kapitalist modernite karşısında toplumsal barışı ön plana çıkaran demokratik moderniteyi savunuyoruz. Demokratik modernite, öz hâliyle kapitalist moderniteye karşı geliştirilen alternatif bir uygarlık modelidir; böyle tanımlayabiliriz. Merkezine devleti değil de toplumun varlığını koyan demokratik modernite ahlaki boyutuyla, doğaya olan uyumuyla yatay örgütlü bir yaşam biçimini savunur ve toplumun yeniden demokratikleşmesini hedefler. Bu bağlamda, sınırların içinde olduğu gibi sınırların ötesinde de kimlikler arasında çelişkilerin kalmayacağı eşitlikçi bir düzenin kurulması oldukça hayati bir önemdedir. Bu hedeflere ulaşabilmek için askerî müdahaleler yerine karşılıklı olarak refahın artırılmasını sağlayacak yapıcı ve sürdürülebilir bir barış koşulunun sağlanması oldukça önemlidir. Barışa esas olan ilkeli bir dış politika, halklar lehine gelişecek bir dünya barışının olmazsa olmaz koşuludur. Bunun yolu da Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünün gerçekleşmesinden geçmektedir. Barışın her anlamda sağlanması ve Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü, Orta Doğu'yu bir refah ve huzur mecrasına dönüştürmenin de önünü açacaktır.
Sevgili milletvekilleri, bu ülkede barış, demokrasi ve adalet umudunu güçlendirmek, barışın toplumsallaşmasını sağlamak istiyorsak demokratik siyasete inananları, bu ülkenin barışı, özgürlüğü ve eşitliği için söz kuranları cezaevine hapsetmekten vazgeçmemiz gerekiyor. Buradan sözü, kötü niyetli olduğu tartışma götürmez bir şekilde ortada olan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Demirtaş kararına son gün yapmış olduğu itiraz mevzusuna ve Kobani kumpas davası eliyle haksız ve hukuka aykırı olarak tutsak edilen bütün arkadaşlarıma getirmek istiyorum. Bu vesileyle, sevgili Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş, HDP MYK üyeleri Ali Ürküt, Nazmi Gür, Alp Altınörs, Günay Kubilay, Aynur Aşan, Bülent Parmaksız, Dilek Yağlı, İsmail Şengül, Pervin Oduncu, Zeynep Kahraman, Zeynep Ölbeci'yi selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Demirtaş'ın tutukluğunun haklı hak ihlali olduğuna yönelik bugüne kadar, 2018 yılından 2020 ve 2025 yıllarında 3 defa karar verdi; bunlardan 2 tanesi Daire, 1 tanesi Büyük Daire. Bu ülkenin dış politikasında bir prestij açısından da Büyük Daireden karar çıkarmak bir yüz karası olabilir ancak bu AK PARTİ iktidarında olabilecek bir şeyken... Üstelik 18'inci madde ihlali önümüzde duruyorken bu karara itiraz etmek, Büyük Daireye bu kararı tekrar taşımak ve Büyük Dairenin içtihadını tekrar etmekten başka hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Bu arada AKP iktidarı 2-3 aylık bir zaman kazanmış olacak. Bu ülkeye hiçbir faydası ve yararı olmayacak, anlamsız bir zaman olacak. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin vermiş olduğu bu 3 hak ihlali kararına rağmen Demirtaş'ın cezaevinde tutulması hukuk kurallarıyla açıklanamaz elbette. AİHM 8 Temmuz 2025 tarihinde vermiş olduğu son kararda "Herhangi bir tereddüde mahal vermeyecek." dendiği açıktır. Selahattin Demirtaş'ın derhâl tahliye edilmesi gerekmektedir. "Demirtaş derhâl tahliye edilmelidir." diyen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Adalet Bakanlığı eliyle yapılan bu itirazla siyasi iktidar hukuksuzluğu sürdürmekte ısrar ediyor.
Bakın, uluslararası hukuk kararlarını tanımamakta ısrar etmek, hukuksuzluğu itiraf etmekten başka bir anlam taşımıyor. Bir diğer hukuk tanımazlık örneğini de Sincan Kadın Cezaevinden vereceğim. Bilindiği üzere Avrupa Cezaevi Kurallarının ilk maddesi özgürlüğünden mahrum bırakılan herkese insan haklarının gerektirdiği gibi saygılı davranılması kuralıdır. 2021 yılından bu yana yaklaşık 10 bin mahpusun tahliyesi idare ve gözlem kurulları eliyle erteleniyor. 10 bin kişinin özgürlüğü ellerinden alınıyor bugüne kadar, 10 bin kişi. Bu durum uygulamanın sistematik hâle geldiğini ve bu uygulamanın bir cezalandırma aracı olarak kullanıldığını açıkça ortaya koymaktadır.
1215 Magna Carta'yla düzenlenen ve bugün de geçerliliğini koruyan "Mahkeme kararı olmaksızın hiç kimse keyfî olarak özgürlüğünden mahrum bırakılamaz." ilkesi ihlal edilmeye devam ediyor. Bu da şunu gösteriyor: AK PARTİ rejimi bu olağanüstü yargılamasıyla tam sekiz yüz on yıl geriden geliyor, bunu ancak böyle ifade edebiliriz.
Yine, 2021 yılından beri Sincan Kadın Cezaevinde hiçbir mahpus süresinde tahliye edilmemiştir. Keyfî ve soyut gerekçelerle mahpuslar özgürlüğünden mahrum bırakılmakta, kişi hürriyetinden mahrum bırakılmakta ve bu suç işlenmektedir. Yeni rejimin olağanüstü yargılamaları eliyle bu suç işlenmeye devam ediyor.
Sincan Kadın Cezaevinden Nedime Yaklav'ın 6 defa infazı ertelendi ve en son bir yıl ertelendi. Nuriye Adet'in 5 defa ertelendi, Gülşah Adet'in 5 defa ertelendi, Hicran Binici'nin 5 defa ertelendi. Zeliha Ustabaş'ın 3, Elif Çetinbaş'ın 2, Melike Göksu'nun 2, Emine Abiş, Fatma Aslan ve Süheyla Taş'ın infazları da üçer aylık ve birer yıllık sürelerle uzatıldı bu yeni rejimin olağanüstü yargılamalarıyla.
Bu uygulamaların hukuk devleti ve Anayasa'yla bağdaşır bir yönü olmadığı gibi, Türkiye aleyhine ilerleyen süreçlerde ciddi yaptırımlara neden olması kaçınılmazdır. Bu uygulamalar sebebiyle hukuka ve mahkemelere güven sarsıldığı gibi, temel insani değerlerin toplumsal anlamını hiçe saymak anlamına gelmektedir. Bu hukuk tanımazlıktan bir an önce vazgeçilmesi gerekmektedir.
Bu ülkenin hukuk sisteminin yüzleşmesi gereken gereken bir başka husus da adalete erişim, etkin soruşturma ve kovuşturmalarla faillerin ortaya çıkarılması meselesidir. Türkiye'de adil yargılamanın test alanlarından biri de Ankara Gar katliamı davası faillerinin arkasındaki karanlık güçlerin açığa çıkarılmasıdır. Yarın 10 Ekim Gar katliamının yıl dönümü, bu vesileyle bu katliamda yaşamını yitirenlere rahmet, yakınlarına ve sevdiklerine başsağlığı diliyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayalım lütfen.
KAMURAN TANHAN (Devamla) - Kanlı katliamlarla halkların barış, özgürlük ve kardeşlik özlemleri bitirilemez. Demokratikleşen Türkiye'de Türk, Kürt ve bütün halkların eşit, özgür ve birlikte yaşama idealin önüne geçilemeyecektir. Halkların eşit ve özgürlük yaşamı için barış ve kardeşlik türküleri haykıran, halaylar çekip horon tepenler daha baştan bu güçleri yenilgiye uğratmıştır, onların özlemleri mutlaka gerçekleştirecektir. Katliamın üzerinden on yıl geçmesine rağmen gerçek aydınlatılmış değildir. On yıl süren baskılar Kürt halkı ve Türkiye demokrasi güçlerini sindirememiştir, aksine bu politikalar Türkiye'yi siyasal, toplumsal, ekonomik ve diplomatik çıkmazlarla karşı karşıya getirmiştir. Halkımız bu on yılda ağır bedeller ödemiş ancak 10 Ekim şehitlerinin duygularına olan demokrasi, özgürlük ve barış mücadelesinden vazgeçmemiştir.
Bu duygularla Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)