| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu Arasında Ev Sahibi Ülke Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 113 |
| Tarih: | 20.07.2025 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA METİN ERGUN (Muğla) - Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Bugün, daha doğrusu dün Kıbrıs Barış Harekâtı'nın yıl dönümüydü. 51'inci yıl dönümünde Kıbrıs Türklüğü için can veren kahraman Mehmetçiklerimiz ile Kıbrıs Türklüğünün hakları için hayatları boyunca mücadele eden Rauf Denktaş ve Fazıl Küçük gibi büyük devlet adamlarını saygı ve rahmetle anıyorum.
Muhterem milletvekilleri, öncelikle yürürlükte olan veya onaylanmak üzere Meclise gönderilen uluslararası anlaşmalarla ilgili bazı düşüncelerimizi ifade etmek istiyorum. Özellikle serbest ticaret anlaşmaları konusunda bazı sıkıntıların olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu noktada, rekabet üstünlüğümüzün olmadığı ülkelerle yapılan serbest ticaret anlaşmaları sürekli ülkemizin aleyhine neticeler vermektedir. Örneğin, bugün görüşülmekte olan anlaşmalardan biriyle ilgili ülke olan Malezya'yla yapılan serbest ticaret anlaşmasının neticeleri ortadadır. Türkiye Malezya'ya karşı sürekli ticaret açığı vermekte ve bu açık giderek büyümektedir. Malezya'nın en fazla ihracat yaptığı ülkeler arasında Türkiye 17'nci sıradayken en fazla ithalat yaptığı ülkeler arasında ise 37'nci sıradadır. 2024 yılında Malezya'dan 4,7 milyar dolarlık ithalat yaparken sadece 449 milyon dolarlık ihracat yapabilmişiz yani ithalat-ihracat dengesizliği ülkemiz aleyhine 10 kat geçmiştir. Bu rakamlarla, Malezya en çok ihracat yaptığımız 76'ncı ülkeyken en çok ithalat yaptığımız 17'nci ülke hâline gelmiştir.
Uzun vadeli bir etki analizi yapılmadan imzalanan ve yürürlüğe giren anlaşmalar fayda değil zarar getirmektedir. Dolayısıyla, serbest ticaret anlaşmaları imzalanırken uzun vadeli analizlere dayanan ve aleyhimize rekabet dengesizliği yaratmayacak şekilde hareket edilmesi ülkemizin çıkarları açısından önemlidir fakat iktidar tıpkı yasama sürecinde yaptığı gibi serbest ticaret anlaşmalarının da önünü arkasını iyice hesaplamadan alelacele imzalama ve yürürlüğe koyma telaşındadır. Tüm bu anlaşmalar imzalanmadan önce detaylı bir etki analiziyle değerlendirilmeli ve ilgili kurumların görüşlerine başvurulmalıdır. Zira birçok serbest ticaret antlaşmasında etki analizlerinin yapılmadığını görüyoruz. Etki analizi yapılmadan imzalanan anlaşmalar, sadece ekonomide değil, dış politikada da ülkemizin elini zayıflatmaktadır.
Muhterem milletvekilleri, ekonomik anlaşmalar kadar iktidarın dış politika anlayışı da Türkiye'nin uluslararası konumunu doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle dış politikada daha tutarlı ve stratejik bir yaklaşım benimsememiz şarttır. Malumunuz olduğu üzere, dış politika, güçlü bir ekonomi, istikrarlı bir iç siyaset ve sağlam bir demokrasiyle bütünlük kazanır. Osmanlı'dan cumhuriyete uzanan dış politika geleneğimiz denge, ihtiyat ve bağımsızlık temellerine dayanmaktadır. Cumhuriyetimizin kurucu ilkeleri, özellikle "Yurtta sulh, cihanda sulh." anlayışı coğrafyamızda barışçıl ve dengeli bir duruşu temsil etmektedir. Bugün ise Türkiye bu dengeden uzaklaşmış, bölgesinde yalnız ve öngörülemez bir aktöre dönüşmüş durumdadır. Oysa tutarlılık dış politikada güvenilirliğin temelidir ancak mevcut iktidarın dış politikayı iç politika malzemesi hâline getirme konusundaki ısrarı Türk dış politikasının etkinliğini azaltmaktadır.
Diğer bir sorun da Dışişlerindeki partizanca kadrolaşmadır. İYİ Parti olarak bu anlayışı kabul etmemiz mümkün değildir. Bizim için dış politikada uzmanlık, kurumsallık ve liyakat esastır. Bu sebeple, Dışişleri Bakanlığımızın kurumsal kapasitesinin yeniden güçlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Muhterem milletvekilleri, Türkiye'nin dış politikada karşı karşıya olduğu en önemli sorunlarından biri yalnızlaşmadır. Bölgesel ve küresel meselelerde etkinlik için güçlü ittifaklar ve güvenilir ortaklıklar şarttır ancak iktidar, komşu ülkelerden uluslararası kuruluşlara kadar pek çok alanda çatışmacı ve ideolojik üslup benimsemiştir. Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz yıllardır bir ileri iki geri giden bir süreçte tıkanmış durumdadır. AB üyelik süreci sadece ekonomik entegrasyon meselesi değil aynı zamanda demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları standartlarının yükseltilmesi için bir fırsattır. Komşularımızla ilişkilerimize baktığımızda, maalesef, benzer bir tablo görüyoruz. Yunanistan'la Ege ve Akdeniz'deki sorunlar etkin bir diplomasi yerine etkisiz hamasi söylemlerle yönetilmeye çalışılmaktadır. Bu da Yunanistan'ın giderek mevzi kazanmasına neden olmaktadır.
Diğer taraftan, Suriye meselesi hem insani hem de güvenlik boyutuyla Türkiye'yi derinden etkilemektedir. Yanlış Suriye politikasıyla, Türkiye, sadece milyonlarca sığınmacının yükünü taşıyan bir ülke olmamış, an itibarıyla istikbali belirsiz, riskli bir Suriye rejimiyle karşı karşıya kalmış durumdadır. Suriye politikasında sergilenen vizyonsuzluk ne yazık ki devam etmektedir. Suriye'de Türkmenlerin dışlanması ve iktidarın bu meseleye kayıtsızlığı bunun en son örneği durumundadır. Bilindiği gibi Türkmenler Suriye'nin asli unsurudur ve tarihsel bağlarımız nedeniyle Türkiye için stratejik önemdedir ancak Esad rejiminin devrilmesinden sonra oluşturulan geçiş hükûmetinde Türkmenlerin dışlanması sadece insan hakları meselesi değil millî güvenliğimiz açısından da ciddi bir sorundur. İktidar, Suriye Türkmenlerine yönelik bu ayrımcılığa karşı ne yazık ki sessiz kalmıştır. Bu sessizlik sona ermeli, Türkmenler desteklenerek Suriye'nin geleceğinde söz sahibi yapılmalıdır.
Muhterem milletvekilleri, iktidarın sessiz kaldığı bir diğer mesele de bazı Türk devletlerinin Güney Kıbrıs Rum kesimine büyükelçi atama kararlarıdır. Bu sessizlik Türk dünyasıyla ilişkilerimizin zayıfladığına işaret etmektedir.
Diğer yandan, Dışişleri Bakanı Sayın Fidan New York'ta Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin ev sahipliğinde Kıbrıs toplantısı yapmış ve Rum liderle baş başa görüşmüştür. Üstelik, bu görüşme yapılırken Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar bu görüşmede yer almamıştır. İYİ Parti olarak soruyoruz: Bu nasıl bir diplomasidir? Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar neden toplantıda yer almamıştır? Bu görüşmede hangi konular görüşülmüş, âdeta neyin pazarlığı yapılmıştır? Böylesine skandal bir görüşme Türkiye'nin iki devletli çözüm yaklaşımına zarar vermeyecek midir? İktidarın bu konudaki bakış açısını kamuoyuna açıklaması zarurettir.
Muhterem milletvekilleri, dış politikamızdaki bir diğer zaaf da Uygur Türklerinin yaşadıkları zulme karşı sessizliktir. Uygurlar sistematik şekilde asimilasyona, baskıya ve insanlık dışı muamelelere maruz kalmaktadır fakat iktidar bu konuda uluslararası platformlarda sesini yükseltmek yerine ekonomik çıkarlar uğruna sessiz kalmayı tercih etmektedir. İYİ Parti olarak, Uygur Türklerinin haklarını savunmak için Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kuruluşlarda daha aktif rol üstlenilmesi gerektiğini vurguluyoruz. Çin'le ekonomik ilişkiler Uygur meselesini görmezden gelmenin bahanesi olmamalıdır diye düşünüyoruz.
Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (İYİ Parti ve YENİ YOL sıralarından alkışlar)