Konu: | Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 105 |
Tarih: | 03.07.2025 |
MHP GRUBU ADINA ABDURRAHMAN BAŞKAN (Antalya) - Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; Genel Kurulumuzu ve bizleri izleyen aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.
Görüşmekte olduğumuz Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi sadece bir mevzuat güncellemesi değildir, ülkemizin enerji güvenliği, doğal kaynak yönetimi, çevreye duyarlılık, yatırım ikliminin iyileştirilmesi ve kalkınma hedefleri açısından önemli bir adımdır. Türkiye'nin bu yarışta geri kalmaması, yer altı kaynaklarını akılcı, sürdürülebilir ve çevreye uyumlu bir şekilde değerlendirmesi bir zorunluluktur. İşte bu kanun teklifi böylesi bir ihtiyaca cevap vermekte, üretim, çevre ve stratejik menfaat dengesini gözeten bir düzenleme olarak öne çıkmaktadır; aynı zamanda, stratejik maden yönetimi, rehabilitasyon yükümlülükleri, çevresel denge, tarım alanlarının korunması ve yerli üretim dengesinin sağlanması gibi birçok başlıkta yeni bir anlayışın yansımasıdır. Kanun teklifinde yapılan değişiklikler Türkiye'nin doğal kaynaklarını yerli ve millî bir bakış açısıyla değerlendirerek bu kaynaklardan en yüksek faydayı sağlayacak üretim modellerini oluşturma gayesi taşımaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu yaklaşımı destekliyor, teklifin yasalaşmasını ülkemiz adına yerli üretimi, çevre hassasiyetini ve stratejik planlamayı esas alan bir kazanım olarak değerlendiriyoruz.
Saygıdeğer Başkanım, değerli milletvekilleri; 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun 10'uncu maddesinde yapılan düzenlemeyle ÇED sürecinin etkinliğini zedeleyen "ÇED Gerekli Değildir" kararı artık kaldırılmakta ve herkes ÇED'e tabi olmaktadır. Kanunla birlikte, ÇED süreçlerinde kamu kurumlarının görüşlerini en geç üç ay içerisinde bildirmesi zorunlu kılınmış, cevap verilmemesi durumunda görüşün olumlu sayılacağı hükmü getirilmiştir. Bürokrasiyi değil, üretimi ve çevresel dengeyi esas alan bu anlayışla birlikte artık "Bir yatırımcı üç ayda bir yanıt bekleyecek mi; dosyası rafta mı bekletilecek?" böyle sorular geride kalacaktır. Bu adım çevreyi korurken yatırımcının önünü açma kararlılığını da ifade etmektedir.
Kıymetli milletvekili arkadaşlarım, Türkiye dünyanın en zengin yer altı kaynaklarına sahip ülkelerinden biridir ancak yıllarca bu potansiyeli yeterince değerlendirilememiş, stratejik madenlerimiz ya atıl bırakılmış ya da yabancı şirketlerin insafına terk edilmiştir. Bugün artık enerji ve maden politikalarımızda yerli üretimi esas alan, kendi kaynaklarımızla büyümeyi hedefleyen bir paradigma değişikliği yaşanmaktadır. Millî menfaatlerimizi önceleyen bu yeni bakış açısıyla madenlerimizi sadece ekonomik değil, aynı zamanda jeopolitik ve güvenlik perspektifinden değerlendirmek zorundayız. Nitekim dünyada stratejik madenlere yönelik rekabet de her geçen gün sertleşmekte birçok ülke bu alanda korumacı politikaları ön plana çıkarmaktadır. 3213 sayılı Maden Kanunu'nda yapılan değişiklikler, madencilik faaliyetlerini yalnızca yer altı kaynaklarının çıkarılması olarak değil, ülkenin stratejik geleceğini ilgilendiren bir beka meselesi olarak görülmesini sağlamaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak Türk milletinin menfaatine olan her madenin devlet eliyle güvence altına alınmasını ve bu kaynakların yerli firmalarla ekonomiye kazandırılmasını savunuyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; madencilik faaliyetleri kadar bu faaliyetlerin doğaya verdiği zararın telafisi de önemlidir. Yeni düzenlemelerle rehabilitasyon bedeli ruhsat bedeline eşit hâle getirilmiş, bu bedeller kamu bankalarında tutulacak özel fonlara aktarılmış ve bu, sadece doğayı iyileştirme çalışmaları için kullanılacaktır. Artık ruhsat alan her kişi ya da kurum faaliyet sonunda o sahayı doğaya uygun şekilde eski hâline getirmekle yükümlüdür. Bu uygulama çevresel sorumluluğun mali karşılıkla garanti altına alınmasıdır; aynı zamanda, milletimizin emaneti olan dağların, vadilerin ve ormanların gelecek nesillere sağlıklı şekilde devredilmesidir. Bizler doğayla uyumlu üretimin sadece ekonomik değil, aynı zamanda ahlaki bir görev olduğuna inanmaktayız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamuoyunda çokça tartışma konusu olan zeytinlik alanlarda madencilik faaliyetleri meselesi bu teklifin geçici 45'inci maddesiyle kapsamlı bir biçimde düzenlenmiştir. Türkiye'nin enerjide dışa bağımlılığını azaltmak adına yenilenebilir enerji yatırımları hayati öneme sahiptir. Yeni kanunla birlikte rüzgâr ve güneş enerjisine dayalı projelerin imar planı, ruhsat ve yapı izinleri Bakanlık tarafından doğrudan yürütülebilecektir. Orman vasfını yitirmiş alanlarda belirli koşullarda izin verilerek temiz enerji yatırımlarına kapı aralanmıştır. Ayrıca, lisanssız kurulan ama işletmeye alınmış tesislere "Geçici Uygunluk Belgesi" verilerek idari para cezalarının önü kesilmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak temiz enerji yatırımlarını destekliyoruz ama bu yatırımların yerli mühendislerle, millî teknolojiyle yapılmasından yanayız.
Kanun teklifinde madenlerden alınacak devlet hakkı oranları da güncellenmiştir. Uluslararası borsa değerleri esas alınarak kademeli bir vergi yapısı getirilmiş, böylece yüksek kârlı dönemlerde kamu payı artacak, düşük gelir dönemlerde ise üretici daha az yükün altına girecektir. Devlet-millet, iş birliğini esas alan bu yapı hem yatırımcıyı korur hem kamu payını güvence altına alır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu teklif yer altı ve yer üstü kaynaklarımızı millî menfaat, çevresel denge ve sürdürülebilir kalkınma temelinde yönetme iradesinin ürünüdür. Türkiye, artık, kaynaklarını atıl bırakmayacak, yatırıma dönüştürecek, üretimi teşvik edecek, çevresine sahip çıkacak, enerjisini çeşitlendirecek, zeytinine de sahip çıkacaktır. Grubumuz olarak bu teklifin hem kalkınma politikaları hem çevresel hassasiyet hem de millî duruş açısından önemli bir adım olduğuna inanıyoruz. Bu bağlamda teklifin içeriğinde yer alan düzenlemeler yalnızca genel kalkınma hedeflerine değil, aynı zamanda şehirlerimizin özel ihtiyaçlarına da katkı sağlayacaktır. Belki elektriği yiyemeyeceğiz ama yiyeceklerimizi elektrikle koruyacağımızı da unutmamamız gerektiğini ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; bu kürsüde Gazi Meclisin onurlu çatısı altında bugün sizlerle hem Antalya'mızın sorunlarına dikkat çekmek hem de tarımsal üretimde yaşanan ciddi bir meseleyi paylaşmak istiyorum. Milliyetçi Hareket Partisi olarak bizler, milletimizin her alandaki sorununa çözüm odaklı yaklaşmayı, laf değil iş üretmeyi temel şiar ediniyoruz. Antalya'mız ise sadece turizmin değil, tarımın, emeğin, üretimin ve alın terinin de başkentidir. Bu yönüyle Antalya ülkemiz için stratejik bir öneme sahiptir ancak bugün gelinen noktada Antalya'mızda özellikle kırsal bölgelerde çözüm bekleyen ciddi sorunlar bulunmaktadır. Vatandaşlarımızın bizlere ilettiği talepler yerel hizmetlerin eksikliğini, ulaşım ve altyapı konularında yaşanan sıkıntıları açıkça dile getirmektedir. Kırsal mahallelerde hâlen kanalizasyon altyapısı bulunmayan yerler mevcuttur. Bazı bölgelerde foseptik sistemiyle yaşam sürdürülmektedir. Bu durum 2025 yılında Antalya gibi büyük ve gelişmiş bir şehir için kabul edilebilir bir şey değildir. Bu konularda hızlı harekete geçilmesi gerekmektedir.
Toplu ulaşımda da benzer sıkıntılar yaşanmaktadır. Kırsalda yaşayan yaşlılarımız, öğrencilerimiz ve üreticilerimiz şehir merkezine ulaşmakta zorluk çekmektedir. Bu temel bir ihtiyaçtır ve karşılanması ise ertelenemez.
Kırsal kalkınma projeleri sadece görsellerde ve afişlerde değil, sahada, tarlada, üreticinin yanında hayata geçirilmelidir. Antalya'da üreticiye verilecek her destek aslında Türkiye'nin gıda güvenliğine ve ekonomisine yapılmış da bir yatırımdır. Yol, kavşak ve bakım hizmetleri birçok bölgede ya tamamlanamamış ya da beklemektedir. Vatandaşlarımız kimi zaman toza, kimi zaman çamura mahkûm olmaktadır. Bu tabloyu hep birlikte düzeltmek mümkündür.
Sosyal yardımlar konusunda da daha kapsayıcı, adil ve şeffaf bir yaklaşım beklenmektedir. Belediyecilik vicdanla, adaletle ve partizanlıktan uzak bir anlayışla yapılmalıdır. Hiçbir vatandaşımız siyasi görüşü nedeniyle ayırımcılığa uğramamalıdır. Bizler yapıcı muhalefet anlayışımız gereği yanlışlara dikkat çekmek kadar çözüm önerilerimizi sunmayı da görev biliyoruz. Antalya'nın her karışında yaşayan vatandaşımız hak ettiği hizmete bir an önce ulaşmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın bu kısmında Antalya'mızla doğrudan ilgili olan ama tüm Türkiye'yi de ilgilendiren bir konuya değinmek istiyorum. Antalya'mız Türkiye'de örtü altı sebze üretiminin âdeta kalbidir. Kumluca'dan Serik'e, Aksu'dan Finike'ye, Demre'ye kadar on binlerce çiftçimizin, yılın on iki ayı boyunca alın teri döktüğünü görmekteyiz ancak bu üretim modeli iklim değişikliği, doğal afetler, dolu, sel, fırtına ve hortum gibi risklere de son derece açıktır. Bunlar arasında en büyük yıkımı geçtiğimiz yıllarda defalarca şahit olduğumuz seraları yıkan hortumlar ve dolu yağışları oluşturmaktadır. Bu afetler sadece fiziksel hasar bırakmaz; çiftçinin yıl boyu beklediği kazancı, çoluk çocuğunun rızkını, borcunu, güvencesini de alıp götürür. Tam da bu nedenle üreticinin alın terini koruma noktasında Tarım Sigortaları Havuzu (TARSİM) büyük bir önem taşımaktadır. 2005 yılında çıkarılan kanunla Tarım Sigortaları 2006'dan bu yana faaliyet göstermektedir. Üreticilerimize yüzde 50 ile yüzde 70 arasında değişen oranlarda devlet prim desteği sağlamakta, bitkisel ürünlerden seralara, büyükbaş ve küçükbaş hayvanlardan su ürünlerine kadar geniş bir yelpazede sigorta kapsamı sunulmaktadır. Özellikle don riskinin yüksek olduğu meyve üretiminde don teminatlı poliçelerde devlet desteği yüzde 67'ye kadar çıkmaktadır; 2025 yılından itibaren köy bazlı verim sigortasında devlet desteği yüzde 70'e, gelir koruma sigortasında ise yüzde 60'a ulaşmıştır. Kuruluşundan bu yana TARSİM 29 milyon poliçe düzenlemiş ve 36,4 milyar TL ödeme yapmıştır. O yüzden, çiftçilerimizin sigorta konusunda hassas davranmalarını buradan rica etmekteyim. Bu rakamlar TARSİM'in sadece bir sigorta mekanizması değil aynı zamanda tarımsal üretimimizi koruyan, çiftçimize güvence sağlayan millî bir koruma kalkanı olduğunu da göstermektedir.
Özellikle, Tarım Bakanlığımıza çiftçilerimizden gelen şu önerilerimizi iletmek isterim: Ecrimisil ödenerek kiralanan hazine arazilerinin ve 2/B arazilerinin de TARSİM kapsamına alınması önerimizdir. Bu konuda düşük gelirli çiftçimiz afet esnasında maalesef telafi edilemez zararla karşı karşıya kalmakta, bu durum çiftçilerimiz nezdinde önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Antalya bir marka şehir olmak istiyorsa bu ancak köylüsüyle, üreticisiyle, çiftçisiyle mümkündür. Antalya'da belediyecilik, hizmet üretim ve çözüm belediyeciliği olmalıdır. Antalya üretirse Türkiye kazanır çünkü çiftçiye sahip çıkmak geleceğe sahip çıkmaktır. Antalya'yı büyütmek, sadece bir şehri değil Türk tarımını, Türk ekonomisini ve Türk milletini büyütmektir. Bu noktada üretim kadar önemli bir diğer husus doğal varlıklarımızı korumaktır. Zira, tarım topraklarımızı, ormanlarımızı ve ekosistemimizi tehdit eden her felaket ülke kalkınmasına vurulmuş bir darbedir.
Antalya'mız başta olmak üzere ülkemizin birçok noktasında çıkan orman yangınları yüreğimizi dağlamaktadır. İzmir'inden Hatay'ına, Manisa'sından Antalya'sına kadar binlerce hektarlık alan alevlere teslim olmuş, vatandaşlarımız tahliye edilmiş, doğamız büyük zarar görmüştür ancak unutulmamalıdır ki orman yangınlarımızın yüzde 90'ı insan kaynaklıdır. Bu noktada toplumsal farkındalığın artırılması ve caydırıcı yaptırımların kararlılıkla uygulanması elzemdir. 2021 yılında meydana gelen, Alanya, Manavgat, Gündoğmuş ve Akseki ilçelerimizi kapsayan tarihimizin en büyük orman yangınında 60 bin hektar etkilenerek zarar görmüş ve bugüne kadar zarar gören her bir metrekare de ağaçlandırılmıştır; dört yıl içerisinde 60 bin hektarlık alanımız ağaçlandırılmıştır.
Bir şehir efsanesi hâline gelen yanan orman yerlerine otel ve tesis yapımı tamamen gerçek dışıdır. Orman Kanunu gereği bu alanlarda ağaçlandırılma haricî hiçbir faaliyet yapılamaz. Antalya'mızın her ağacı, her canlısı bu milletin emanetidir. Doğamızı korumak, yalnızca kurumların değil 85 milyonun müşterek sorumluluğudur. Bizlerin yetiştiği Ülkü Ocakları, ülkemizin farklı noktalarında meydana gelen yangınlarda devletimizin ilgili kurumlarıyla tam koordinasyon içerisinde söndürme, soğutma ve yardım çalışmalarına katılmaktadır. Antalya'dan Hatay'a, Kütahya'dan İzmir'e, Manisa'ya kadar görev alan Ülkü Ocaklı dava arkadaşlarımız, millî sorumluluk şuuru ve gönüllülük esasına dayanan fedakârlıklarıyla bir kez daha milletimizin takdirini kazanmışlardır. Yangınlarla mücadelede gece gündüz çalışan Orman teşkilatımıza, itfaiyecilerimize, güvenlik güçlerimize ve bu süreçte taşın altına gövdesini koyan her Ülkü Ocaklı kardeşime şükranlarımı sunuyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak Sayın Genel Başkanımız Devlet Bahçeli Beyefendi'nin zikretmiş olduğu "Yeşil vatanımızı millî namusumuz olarak görüyoruz." parolasıyla yeşil vatanımızı korumak için her türlü desteği vermeye, gerekli tedbirlerin takipçisi olmaya devam edeceğiz.
Sözlerime son verirken Genel Kurulu ve sizleri saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)