| Konu: | Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 96 |
| Tarih: | 12.06.2025 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, düşüncelerinden dolayı cezaevlerinde rehin tutulan tüm yoldaşlarımı, buradan saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Yine, evinde geçirdiği talihsiz bir kaza sonucu hayatını kaybeden Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek'e Allah'tan rahmet; ailesine, CHP camiasına, sevenlerine de başsağlığı dileklerimi iletiyor, sabır diliyorum.
Birkaç haftadır, bildiğiniz gibi, Plan ve Bütçe Komisyonu ile Genel Kurul, Anayasa Mahkemesinin hakkında iptal kararı verdiği KHK'nin maddeleriyle maalesef meşgul durumda. Söz konusu KHK'nin üzerinden altı yedi yıl geçmiş, siyasi iktidar bu hâliyle bayağı bir yol almış ama AYM'nin iptal kararından bir buçuk yıl sonra önümüze getirilen torba teklifler serisinden bahsediyorum burada. Hâlbuki bütün enerji ve zamanımızı ülkenin yakıcı sorunlarına ayırabilirdik, emeklinin ve işçinin zorlu ekonomik koşullarına bir çözüm bulmaya çalışabilirdik, barış ve demokratik toplum çağrısı etrafında kalıcı ve onurlu bir barışın inşası için odaklanabilirdik. Bunun yerine yıllar önceki KHK ve CMK gibi Anayasa'yla örtüşmeyen düzenlemelerin kanuna uydurulmasıyla meşgulüz, meşgul ediliyoruz. Bunların bugün değil Anayasa değişikliğinin olduğu gün Meclis eliyle halledilmesi gerekiyordu.
Bugün üzerinde konuştuğumuz torba teklife baktığımızda birçok düzenlemenin yine bir arada olduğunu görüyoruz çünkü teklifte üniversitelerden belediyelere, Ekonomik Konseyden sendikal haklara uzanan kritik maddeler yer alıyor. Bunların her biri Türkiye'de çözüm bekleyen büyük sorunlar olarak da güncelliğini koruyor. Ekonomik koşullar yurttaşı zorlamaya devam ediyor, belediyelerde kayyum zulmü devam ediyor, üniversitelerde akademik özerklik ve özgürlük bitirilmiş durumda, sendikal haklar ciddi anlamda tırpanlanmış. Dolayısıyla her bir konu üzerine günlerce konuşulabilir, günlerce bunları tartışabiliriz çünkü bu, yurttaşların, gençlerin, kadınların, çocukların ve emekçilerin üstün yararını gözetmenin vazgeçilmez ve ötelenemez bir gerçekliği ve gerekliliği olarak karşımızda durmakta.
Sayın milletvekilleri, kanun teklifinin önemli maddeleri arasında yerel yönetimlere ilişkin düzenlemeler de bulunmakta. Hangi şartlarda belediyelerin kurulacağı ile belediyelerin ve köylerin tüzel kişiliğinin hangi durumda kaldırılabileceğine ilişkin maddeler yer almakta. Tabii, Anayasa’nın 127'nci maddesi bunun kanunla yapılabileceğini belirtse de siyasi iktidarın bunu Cumhurbaşkanı kararıyla yapmayı tercih ettiğini de görüyoruz. Bunun en doğal sonucu olarak toplumun kritik karar alma süreçlerine dâhil edilmediğini de maalesef hep birlikte görüyoruz, buna şahit oluyoruz. Oysa yaşayıp görerek çok net anladık ki devlet içinde toplumu küçültmek demek, demokrasiyi ve özgürlükleri de ortadan kaldırmak demektir. Anayasa'ya baktığımızda, idari yapılanmanın, merkezî ve yerel olacak şekilde düzenlendiğini görüyoruz. Aslında ilk bakışta topluma ilişkin eşitler hukukunu çağrıştıran bir ayrım mevcut ama yıllar içerisinde yerelin daraldığı, merkezin genişlediği bir mekanizma geliştirildi. Oysaki AKP iktidarının geçmişine biraz gittiğimizde, 2005 yılında Meclise getirilen Belediyeler Kanunu tasarısında birçok mahallî nitelikli görev ve hizmetin merkezî idare kuruluşlarına aktarılmasından şikâyet edilirken merkezin belediyeler üzerindeki aşırı kontrol ve vesayeti eleştirilmekteydi. Aradan geçen yirmi yılda ise 2005 yılı öncesinin de gerisine düşüldü. Merkezî yönetimin yerel yönetimler üzerinde vesayet denetiminin de ötesine geçerek katı hiyerarşik ilişki kurmaya çalıştığı ve özellikle 2016 yılı itibarıyla yerel yönetimlerin neredeyse tasfiye edildiği bir döneme geçilmiştir. Bugün, yurttaşın doğrudan demokratik süreçlere katılımına olanak tanıyan yerel yönetimler ciddi bir statükonun, siyasi bir vesayetin altındadır çünkü 2016'dan itibaren İçişleri Bakanlığı tarafından belediyelere kayyum görevlendirmeleri uygulaması başlatılmış, 674 sayılı KHK'yle idari yapıdaki olağanüstü bir tedbir kalıcı bir mekanizmaya dönüştürülerek kayyum uygulaması da teamül hâline getirilmiştir. Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi ile Venedik Komisyonu gibi uluslararası kuruluşların da sert bir şekilde eleştirdiği kayyum görevlendirmeleri Türkiye'de yerel yönetimlerin merkezî idareye bağlanması sürecindeki en antidemokratik adım ve yerel demokrasiye vurulan dokuz yıllık kayyumlar rejimi dönemi olarak da tarihte yerini almıştır. 2016-2019 yılları arasında 95 DBP'li belediyeye, 2019-2024 yılları arasında 48 HDP'li belediyeye hiçbir yargı kararı olmadan kayyum atanmış, birçok kentte belediye meclisleri tamamen iktidar tarafından işlevsiz hâle getirilmiştir.
Yine, 31 Mart 2024 yerel seçimlerinden sonra da antidemokratik kayyum uygulaması devam ettirilmiş ve şu ana kadar 3'ü CHP belediyesi, 10'u DEM PARTİ belediyesi olmak üzere toplam 13 belediyeye kayyum atanmıştır. Şunu çok net bir şekilde ifade etmek gerekiyor: Kayyum bir siyasi darbe pratiğidir, bir kentte yaşayan tüm yurttaşlara yönelik de bir cezalandırma biçimidir. Özellikle Kürt coğrafyasında kayyum pratiklerine bakıldığında belediyelerin 3-4 bürokrat eliyle nasıl yağmalandığını, halkın doğrudan yararlandığı hizmetlerin nasıl sonlandırıldığını, kadın destek merkezlerinin ve Kürtçeye yönelik kurumların nasıl kapatıldığını, kentin kültürel dokusunun nasıl görmezden gelindiğini de çok açık bir şekilde görebiliyoruz. Dolayısıyla, seçim bölgem Van başta olmak üzere kayyum uygulamasına en kısa süre içerisinde derhâl son verilmelidir.
Sayın Başkan, değerli hazırun; sendikal mücadeleden gelen biri olarak kanun teklifinde kamu çalışanlarının sendikal haklarına ilişkin düzenlemeye de değinmeden geçmek istemiyorum çünkü sendikal mücadele, örgütlü toplumun inşasına da demokrasi kültürünün gelişmesine de katkı sunan önemli bir adım olarak karşımızda durmakta. Bu anlamda, kapitalist anlayışın sendikal örgütlenmeden korkması bir yere kadar anlaşılır bir durum ama asıl gücünü toplumdan alan devletin, emekçinin örgütlenerek hakkını aramasının karşısına dikilmesi bizler açısından anlaşılır bir durum kesinlikle değildir. Özellikle AKP döneminde artan grev yasakları, barajlar, yetki itirazları, baskılar ve işten atmalar sendikalaşmanın önüne çekilen güncel bariyerler olarak karşımızda durmakta.
Buna bağlı olarak bugün sendikalı işçilerin sayısı yüzde 14,97'ye kadar düştü. Tabii, sendikalı olmakla da bazı haklar elde edilemiyor çünkü 2 milyon 524 bin olan sendikalı işçinin ancak 1 milyon 350 bininin toplu sözleşmelerden yararlanabildiğini görüyoruz. Son bir yılda Polonezden FERNAS'a, As Plastike kadar pek çok iş yerinde yüzlerce emekçi sendikalaştığı için işten atılmış, polis şiddetine maruz bırakılmış ve gözaltına alınmıştır. Oysa Anayasa’nın 51'inci maddesi sendika üyeliğini hak, bunun engellenmesini ise suç olarak net bir şekilde tanımlamaktadır. Dolayısıyla iktidar, Anayasa'ya aykırı bir şekilde, sermayenin çıkarlarını gözetecek şekilde yasaklamaları arttırmaktadır. İşçiler özgürce sendikalarını seçemedikleri gibi sendikalaşma noktasında da türlü türlü engellerle karşı karşıya bırakılmaktadırlar. Birçok engele rağmen sendikalaşan işçiler ise toplu sözleşme imzalama hakkından mahrum bırakılmakta çünkü bu kez de siyasi iktidar grev yasaklarına başvurmaktadır.
Türkiye'de özellikle son üç dört yılda gelir adaletsizliği iyice artmıştır. Sendikal örgütlülük 12 Eylül 1980 darbesinden sonra neredeyse yok düzeyine gelirken bu durum AKP döneminde de maalesef devam etmiştir. Sermayeyi temsil eden iktidar, müsaade sınırları içerisinde sendikal temsili de bu şekilde yönetmeyi benimsemiştir. Durum o kadar vahim bir hâl almıştır ki birçok sendika, düzenlemelerden dolayı iş kolu, iş yeri ve işletmede baraj sınırından dolayı üyelerinin toplu sözleşmelerden yararlanabilme hakkını maalesef gerçekleştirememektedir. Zira, yasanın dayattığı yüzde 1'lik baraj kimi sendikalarda ve iş kolunda on binlerce işçi anlamına gelmekte, bunu sağlayamadığınızda işçiler toplu iş sözleşmesinden de maalesef yararlanamamakta.
Bu sebeple, DEM PARTİ olarak ısrarla sendikalaşmanın önündeki engellerin kaldırılarak toplu sözleşme temsiliyetinin çoğunluğun taleplerini yansıtacak şekilde demokratikleştirilmesi ve grevli, toplu sözleşmeli sendikal hakların önündeki tüm engellerin kaldırılması çağrısında bulunuyoruz. Her nerede olursa olsun işçinin ve emekçinin en temel hakları için, insanca bir yaşam için verdiği onurlu mücadeleye desteğimizi yineliyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, tamamlayın.
GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Devamla) - Teşekkür ederim.
Dolayısıyla, torba teklif içerisinde veya bağımsız olarak Meclise getirilen kanun tekliflerinin de işçiyi esas alması gerektiğinin altını defaatle çiziyoruz. Çünkü emek kutsaldır, sendika haktır; ancak örgütlü bir toplumla demokratik değerler de toplumsal barış da gelişebilir diyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)