GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:94
Tarih:03.06.2025

İYİ PARTİ GRUBU ADINA HAKAN ŞEREF OLGUN (Afyonkarahisar) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi görüşmelerine başladık. Biliyoruz, gene oy çokluğunuzla bu teklifi geçireceksiniz ama biz bu teklifin gerisindeki zihniyetinizi, bu teklifin temsil ettiği kırık düzeninizi, adaleti torbalara sıkıştıran anlayışınızı herkese duyuracağız, siz de duymak istemediğiniz gerçekleri duymaya katlanmak zorunda kalacaksınız. Bu anlayışı tartışırken önce bir hafıza tazelemesi yapalım çünkü biz burada ilk defa yargı reformu masalı dinlemiyoruz, bu kürsüde yıllardır aynı vaatleri, aynı süslü sözleri, aynı oyalama politikalarını dinliyoruz. Ne zaman bir seçim yaklaşsa, ne zaman toplumsal bir sıkışma yaşansa Adalet Bakanı kürsüye çıkıyor elinde bir strateji belgesiyle, bir yargı paketiyle umut pompalıyor. 2009'da Birinci Yargı Reformu Strateji Belgesi'ni açıkladınız, dediniz ki: "Hukukun üstünlüğünü esas alan bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemi kuracağız." Ne oldu? O dönemde OHAL bahanesiyle ardı ardına çıkarılan kanunlar hukuk devletini zayıflatmak bir yana, adaleti daha da çürüttü. 2010 referandumuyla yargının kapısını siyasete açtınız, "Yetmez ama evet." diyenleri alkışlarken o kapıdan girenler yargıyı siyasi hesaplarının bir aparatına dönüştürdü. Yargı o gün bugündür iktidarın sopası, muhalefetin kâbusu hâline geldi. 2015'te İkinci Yargı Paketi Strateji Belgesi'ni getirdiniz, "Yargı bağımsızlığı güçlenecek." dediniz ama ne yaptınız? Sulh ceza hâkimliklerini kurarak yargının üzerine bir vesayet daha koydunuz. Bu sulh ceza hâkimlikleri özellikle basın ve ifade özgürlüğüne yönelik davalarda verdikleri tutuklama kararlarıyla anıldı. Gazetecilere, siyasetçilere, aktivistlere yönelik tutuklamalar bu mahkemelerden çıktı; kararların önceden yazıldığı, dosyaların talimatla yürütüldüğü bir düzen kurdunuz. 17-25 Aralık dosyalarına bakan savcıları görevden aldınız. Soru soranları sürgüne gönderdiniz. İktidara yakın olanları terfi ettirdiniz. O dönemde birçok kritik dosya sulh ceza hâkimliklerine yönlendirildi. İfade özgürlüğünü kısıtlayan kararlar âdeta bir siyaset mühendisliği aracı olarak kullanıldı. 2019'da Üçüncü Yargı Reformu Strateji Belgesi'ni getirdiniz. O dönem Adalet Bakanı kürsüde "Gecikmeyen ve öngörülebilir bir adalet sistemi kuracağız." dedi. Peki, ne oldu? Mahkemeler hızlanmadı, adalet gecikti, insanlar hayatlarının en değerli yıllarını cezaevlerinde geçirdi, davalar yıllarca sürdü, iddianameler yıllarca yazılmadı, neyle suçlandığını dahi bilmeden içeride tutulan insanlar oldu, tutukluluk süresi fiilen bir cezaya dönüştü, dosyalar raflarda bekletildi, bir dosya yıllarca dururken bir başkası jet hızıyla karara bağlandı. Kararların nasıl ve nerede yazıldığı herkesin malumu, hâlâ çıkıp "Bağımsız yargı, tarafsız yargı." diyorsunuz. Peki, bağımsız bir yargı varsa neden bir sosyal medya paylaşımı yüzünden insanlar aylarca tutuklu kalıyor; neden hukuk değil talimat işliyor? Bu sistem neyi çözüyor, neyi düzeltiyor? Bu sorulara cevabınız yoksa, o süslü ifadeleri tekrar etmek yerine gerçekleri konuşalım.

Ve geldik 2025-2029 Yargı Reformu Strateji Belgesi'ne. Sayın Cumhurbaşkanı kameraların karşısına geçti, "Türkiye Yüzyılı adaletin yüzyılı olacak." dedi. Aynı gün Adalet Bakanı "Gecikmeyen, öngörülebilir bir adalet sistemi kuruyoruz." diye konuştu. Soruyorum: Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımayan hâkimlere ne yaptınız? Anayasa Mahkemesi kararlarına uymayanlara hesap sordunuz mu? Tutuklamayı cezaya çeviren anlayışı kaldırdınız mı? 31 Temmuz mağdurlarına verdiğiniz sözleri tuttunuz mu? Yıllardır "Çalışıyoruz. Geliyor. Kapsayacağız." dediniz, sonra sırtınızı döndünüz. Kadına karşı şiddette caydırıcı bir sistem kurdunuz mu? Hayır.

Sayın Bakan her fırsatta çıkıp diyor ki: "Türkiye bir hukuk devletidir." Evet ama sadece Anayasa kitapçıklarında, sadece o süslü strateji belgelerinizde, sadece basın toplantılarınızda; sokakta, mahkeme salonlarında, cezaevlerinde, avukat ofisinde, vatandaşın sofrasında "hukuk devleti" diye bir şey kalmadı. Siz "hukuk devleti" lafını slogan gibi kullanırken vatandaş korkuya kapılıyor, "Acaba bu sefer altından hangi hukuksuzluk çıkacak?" diye bekliyor. Ama ne diyelim, siz de haklısınız, neticede siz de bu sistemin bir dişlisisiniz Sayın Bakan ve bu sistemin en büyük mağdurlarından biri de bizzat sizsiniz. Cenab-ı Allah kimseyi sizin durumunuza düşürmesin. "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" diye adlandırılan bu ucube düzenin bir memurusunuz çünkü siz de biliyorsunuz, atamaları yapan Cumhurbaşkanı, Hâkimler ve Savcılar Kurulu üyelerinin çoğunu belirleyen Cumhurbaşkanı, yargının rotasını çizen sarayın iradesi. Yani ne yapsanız, nereye dönseniz önünüzde bir duvar var, o da sarayın duvarı. Sayın Bakan, siz bir reformcu değil bir dekorcusunuz ama sizi suçlamıyorum, ne yapabilirsiniz ki? Bu sistemde Adalet Bakanı olmak yangın yerine kovayla su taşımaya çalışmak gibidir. Sistemin izin verdiği kadar konuşabiliyorsunuz, sarayın müsaade ettiği kadar reform yapabiliyorsunuz; eliniz kolunuz bağlı. İşte, zaten sorun da burada. Türkiye parlamenter sisteme dönmeden adalet de düzelmez, yargı da düzelmez, hâkimler bağımsız kalamaz çünkü atama yetkisi bir kişide toplandığı sürece kimse bağımsız karar veremez, savcılar tarafsız olamaz çünkü onların kaderi saraya bağlı olduğu sürece hiçbir savcı dosyasına hür vicdanıyla imza atamaz, tutuklamalar keyfî olmaya devam eder çünkü "Bir gecede tutukla, bir 'tweet' yüzünden içeri at." alışkanlığı bu sistemin doğasında var. Kadrolar liyakatle değil sadakatle belirlenir çünkü yargının patronu, tek bir imzayla her şeyi değiştiren Sayın Cumhurbaşkanıdır. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi yargıyı felç etmiştir.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'de yargının hâli bir zamanlar umut veren bir hikâyeydi. Üçlü koalisyon döneminde başlayan, AK PARTİ'nin ilk yıllarında reformlarla hız kazanan Avrupa Birliği süreciyle birlikte temel kanunlarımızda Avrupa standartlarına uyum sağlama çabaları vardı. O dönemde, bağımsız ve tarafsız yargı kavramı sadece kâğıt üzerinde kalmasın diye uğraşan bir irade vardı. Ceza Kanunu'ndan Medeni Kanun'a, temel kanunlarımızda önemli değişiklikler yapılmıştı ama son on yılda, özellikle bu Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi diye önümüze konulan ucube modelle birlikte o umut yerle bir oldu. Öyle ki 3 kanun, 1 kanun hükmünde kararnameyle yüksek yargı kadrosunun yarısı bir gecede değiştirildi. "Mülakat" adı altında 10 binden fazla hâkimi ve savcıyı sınavı kazananları eleyerek aldınız. O mülakat odalarında sorulan soruların cevabını herkes biliyor: "Kimin adamısın?" Ve bu tabloyu yaratan sistemin adı Hâkimler ve Savcılar Kurulu, hani sizin "Hakimler ve Savcılar Kurulu" dediğiniz ama bizim "siyasi talimatları yargıya taşıyan kurul" dediğimiz yapı.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Venedik Komisyonu 9 Aralık 2024 tarihinde Türkiye'deki Hâkimler ve Savcılar Kuruluyla ilgili bir rapor yayınladı. Venedik Komisyonu, Avrupa Konseyinin önemli bir organıdır. Avrupa'nın önde gelen hukukçuları hazırladıkları raporlarda üye devletlerdeki demokrasi, hukuk devleti alanlarındaki eksikliklere dikkat çekiyor ve bunların düzeltilmesi için önerilerde bulunuyor. Raporda diyor ki: "Hâkimler ve Savcılar Kurulunda Cumhurbaşkanı tarafından atanan 4 üye siyasi atamadır. Bu atamalar, uluslararası standartlara göre yargı üyesi sayılamaz. Türkiye Büyük Millet Meclisinin seçtiği 7 üyenin çoğunun da Cumhurbaşkanıyla aynı siyasi çizgide olması muhtemeldir. Dahası, Cumhurbaşkanı 2 doğal üye daha atadığı için Hâkimler ve Savcılar Kurulunun 13 üyesinden en az 10'unu yürütme belirliyor." Yani "Yargının tepesine fiilen yürütmenin ipini geçiriyorsunuz." diyor.

Özetle, Sayın Bakan ne kadar çıkıp "Bağımsız yargımız var." derse desin, gerçekler ortada, lafla peynir gemisi yürümüyor; bakın, 61 üye ülkeden oluşan Venedik Komisyonu bile bu masalı yemiyor.

Gelelim Avrupa Parlamentosunun 7 Mayıs 2025 tarihli Türkiye Raporu'na. Bu rapor da Türkiye'deki hukukun, yargının ve temel hakların içine düştüğü derin krizin uluslararası alandaki en net fotoğrafıdır. Rapor, Türkiye'de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmamasının bir hukuk ihlal zinciri yarattığını, Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde en fazla dava birikmiş ülke olduğunu ve bu dosyaların Avrupa Konseyinin toplam iş yükünün yüzde 36'sını oluşturduğunu belirtiyor. Raporda, Can Atalay davasında olduğu gibi Anayasa Mahkemesi kararlarının tanınmamasının ve Yargıtayın Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmasının, Türkiye'de yargının bir kriz noktasına sürüklendiği ve kuvvetler ayrılığı ilkesinin açıkça çiğnendiği anlamına geldiği ifade edilmektedir. Rapor, Türkiye'de hukukun sadece bir kitap süsü olduğunu, fiiliyatta ise yargının siyasi talimatlara göre hareket eden bir aygıt hâline geldiğini ifade ediyor. Türkiye'de yargının bağımsızlığını sağlayacak yapısal bir irade olmadığını, yargı reformu adı altında getirilen her düzenlemenin hukuku bir makyaj unsuru hâline getirdiğini, sistemin temel sorunlarına dokunulmadığını ve adaletin sadece iktidarın işine geldiği kadar uygulandığını ortaya koyuyor.

Özetle, bu rapor Türkiye'ye bir uyarı değil bir ayna tutuyor. Bugün Venedik Komisyonu ve Avrupa Parlamentosunun sayfalarına düşen bu eleştiriler, yarın Birleşmiş Milletler raporlarına, Avrupa Konseyi kararlarına ve uluslararası hukuk metinlerine kaynak olacaktır.

Hukuk devleti ilkesinin çiğnendiği bir ülkenin itibarı yalnızca kendi içinde değil dünyada da sorgulanır. Bu raporları "dış güçler" diyerek görmezden gelemezsiniz, bu ülkenin tek sahibi siz değilsiniz.

Gelelim diğer konuya. Yargıdaki çürümenin en büyük sebeplerinden biri, bir zamanlar yargıdaki cemaate övgüler düzenlerin, "Ne istediniz de vermedik." diyenlerin FETÖ'yü yargının kalbine kadar sokmasıdır ve öyle bir soktular ki, öyle bir yerleştirdiler ki bir sabah uyandık, yargıda FETÖ'den temizlenecek adam ararken geriye dosyalara bakacak hâkim bile kalmadı, koskoca mahkemelerde duruşma yapacak heyet oluşturulamadı. Bir gün önce stajını tamamlamış tecrübesiz genç hukukçular hâkim diye kürsüye oturtuldu. Yargının içine bir ur gibi yerleşen FETÖ, kritik kadroları ele geçirmişti. Darbe girişimi sonrası bir panikle FETÖ temizliği başlattınız ama o kadar yanlış, o kadar aceleci, o kadar plansız bir süreçti ki bir baktık, Hâkimler Savcılar Kurulu üyeleri FETÖ'den alınıyor, yerine yandaşlar yerleştiriliyor. Bir baktık "Temizledik." dediğiniz kadroların yerini bu kez "Bizden." dedikleriniz dolduruyor. Yargının içine sızmış FETÖ sadece bir örgüt değil bir zihniyetti ve o zihniyet hâlâ yaşıyor çünkü siz sadece isimleri temizlediniz, sistemi temizlemediniz; FETÖ gitti, yerini başka tarikatlar, başka cemaatler, başka gruplar aldı. Bu millet FETÖ'nün yargıdaki tahribatının bedelini çok ağır ödedi. Bugün ise yargıda Hakyolcuların kritik davalarda, terfi ve tayin süreçlerinde etkin olduğu bilinen bir gerçek.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün Türkiye'de bir hukuk garabetiyle değil bir hukuk felaketiyle karşı karşıyayız. Uygulamada ise ne bir hukuki özen var ne de sürecin sağlıklı yürütüldüğüne dair bir emare. Soruşturmanın gizliliği ilkesi kâğıt üzerinde var ama sokakta herkes dosyanın detaylarını biliyor. Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs yasaktır diyoruz ama bunu uygulayan yok. Masumiyet karinesi sadece hukuk kitaplarında yazılı, pratikte daha iddianame bile okunmadan sosyal medya mahkemeleri çoktan hükmü veriyor. Gazeteciler delilleri yorumluyor, köşe yazarları savcılığa talimat verir gibi konuşuyor. Yargı süreci hukukçuların değil sosyal medya yorumcularının, köşe yazarlarının eline bırakılmış durumda. Herkes birer gönüllü savcı, birer gönüllü hâkim olmuş. Bu tablo sadece hukuka değil devlete de zarar veriyor. En vahimi, kararlar artık dosyaya değil merkeze bakarak veriliyor. Talimat Ankara'dan geliyor, karar İstanbul'dan çıkıyor. Adına "Türk tipi başkanlık sistemi" denilen model aslında bir kişi merkezli bir gösteri. Meclis devre dışı, denetim yok, yargı bağımsız değil. Freni olmayan bir araçla hızla yokuş aşağı gidiyoruz. Ne zaman, nerede duvara toslayacağımızı kimse bilmiyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gelelim kanun teklifine. Bakın, bu teklifin hazırlanış süreci başlı başına bir hukuk ve demokrasi trajedisidir. 29 Mayısta Meclise sunulan teklif, üzerinden kırk sekiz saat bile geçmeden Komisyona indirilmiş, sabaha karşı saat 07.17'de oylamaları tamamlanmıştır. Bu ülkenin yasalarının böylesine baştan savma, böylesine oldubitti yöntemleriyle yapılmaya çalışılmasını kabul edemiyoruz. Mesele sabaha kadar çalıştırmak değil, asıl mesele, milletvekillerinin; önüne indirilen bir teklifin ne olduğunu anlamadan, detaylarına hâkim olmadan, toplum üzerindeki etkilerini tartışmadan, araştırmadan "el kaldır, el indir" yöntemine mahkûm edilmesidir. Bir yasa teklifinin bu kadar hızlı hazırlanıp Meclise getirilip jet hızıyla Komisyondan geçirilmesi bırakın demokratik bir süreci, teknik olarak bile sağlıklı bir yasama faaliyeti değildir, bir formaliteyi tamamlama sürecidir. Bu hızla, bu anlayışla nasıl bir düzenleme yapılabilir? Bu hızla, bu anlayışla hangi yasa halkın derdine derman olabilir? Covid mağdurlarına dair umut pompalayanlar, bu ülkenin adalet sistemini sözde reformlarla makyajlamaya çalışan iktidarın ta kendisiydi. 2023 yılından itibaren Adalet Bakanlığı yetkilileri, iktidarın grup başkan vekilleri, sözcüleri ve bizzat Sayın Cumhurbaşkanı ekranlarda, basın toplantılarında kürsülerden "Yeni bir infaz paketi geliyor, mağduriyetler giderilecek, infazda eşitsizlik sorunu giderilecek." dedikçe cezaevindeki binlerce insan ve aileleri umutla bekledi. Her söz bir umut kırıntısı oldu, her açıklama bir hayale dönüştü. Bakanlık bürokratları "Eksik kalanları tamamlayacağız." dedikçe sokakta, mahkeme kapılarında, cezaevi önlerinde bekleyen insanlar "Belki bu kez sesimizi duyarlar." diye düşündü ama ne oldu? Koca bir hiç. Bakın, hukuk tektir, aynı suçu işleyene farklı muamele yapılamaz. Ama siz ne yaptınız? Bir kişi aynı suçu işlediğinde dosyası erken bitti mi "Çık dışarı." dediniz, "Geçti, bitti, bekle sıra sana da gelecek." dediniz.

Cezaevleri tıka basa dolu, kapasitesi çoktan aşıldı. Kısa süreli hapis cezaları ne suçun önüne geçiyor ne insanı ıslah ediyor. Bu teklif Birleşmiş Milletler Tokyo Kuralları'na da açıkça aykırıdır. Bu kurallar kısa süreli hapis cezalarından kaçınılmasını, mümkün olan her durumda özgürlüğünden yoksun bırakmak yerine alternatif tedbirlerin uygulanmasını şart koşar. Ama siz "Beş gün yatmadan çıkamazsın." diyerek hem insan haklarına hem uluslararası hukuk yükümlülüklerimize hem de adaletin özüne aykırı bir düzenleme getiriyorsunuz. Nedir bu beş gün, ne değiştirir? Hiçbir şey, sadece zaten tıkamış sistemi daha da tıkarsınız.

Ayrıca, teklifle bir yandan "Denetimli serbestliği genişletiyoruz." diyorsunuz, diğer yandan cezaları artırıyor, cezaevinde kalma süresini uzatıyorsunuz. Bu da dikkat çekmek istediğimiz bir diğer çelişkidir. Mademki İnfaz Yasası'nı düzenliyorsunuz, mademki cezaevlerindeki yükü azaltmak istiyorsunuz, gelin bu işi doğru dürüst yapalım, hâlâ geç değil. İnsanlar bu Meclisten bir umut bekliyor, bir adalet bekliyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Olgun, lütfen tamamlayın.

HAKAN ŞEREF OLGUN (Devamla) - Özellikle Covid infaz yasası mağdurlarının taleplerini karşılayacak, suç tarihini esas alan, kesinleşme tarihine göre keyfî uygulamalara son veren adil bir düzenlemeyi teklife ekleyelim. Bakın, Sayın Bakan Covid yasasındaki mağduriyeti giderecek düzenlemenin taslakta olacağını ve milletvekillerinin takdirlerine göndereceğini söyledi. Komisyonda teklifte ilk imza sahibi milletvekili arkadaşlarımız sorum üzerine kendilerine gelen taslakta böyle bir düzenlemenin bulunmadığını söylediler. Ben şimdi kimin doğru söylediğinin açıklığa kavuşturulmasını, kabahati olmayanın zan altında kalmaması için soruyor ve tüm kamuoyu önünde cevap bekliyorum. Şayet yüreğiniz varsa diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti ve YENİ YOL sıralarından alkışlar)