| Konu: | SPORDA ŞİDDET VE DÜZENSİZLİĞİN ÖNLENMESİNE DAİR KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN VE ANAYASANIN 89 UNCU VE 104 ÜNCÜ MADDELERİ GEREĞİNCE CUMHURBAŞKANINCA BİR DAHA GÖRÜŞÜLMEK ÜZERE GERİ GÖNDERME TEZKERESİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 32 |
| Tarih: | 09.12.2011 |
AK PARTİ GRUBU ADINA HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanunla ilgili olarak görüşlerimi açıklamadan önce yüce Meclisi ve Sayın Başkanı saygıyla selamlıyorum.
Gecenin bu saatinde çok fazla konuşmak istemiyorum, çok fazla detaya da girmeyeceğim ancak görüşülen birkaç husustan bahsetmem gerekiyor.
Öncelikle, 6222 sayılı Kanun'un çıkış süreciyle ilgili söylenen bazı şeyler var, "Neden o araya getirildi? Seçim öncesine mi getirildi? Sebep neydi?" gibi. Şimdi, bu kanunun çıkması öyle on beş gün, yirmi gün veya bir ay, iki ay gibi bir süreye tekabül etmiyor. 6222 sayılı Kanun çıkmadan önce, tasarının hazırlanması asgari bir buçuk yıllık bir süreyi kapsamaktadır. 2011 yılının ilk aylarında, Türkiye'de, maçlarda, hepinizin de bildiği gibi, çok ciddi olaylar oldu. Artık öyle bir hâle geldi ki bunların bir an önce önlenmesi gerekir, bunun için de yeni bir kanuna ihtiyaç var ve bu kanunun da o dönem içerisinde mutlaka çıkarılması gerekir zira ondan sonraki, yani bir sonraki dönemdeki maçlar başlamadan önce kanunun yürürlükte olması gerekir düşüncesi hâkim oldu ve ondan dolayı da, ayrıca Meclisin de tatile gireceği hesap edilerek kanunun çıkarılması biraz daha hızlandırıldı. Sonuç itibarıyla, nisan ayında bu kanun yürürlüğe girdi. Zaten çok kısa bir süre sonra da Meclis seçimler için tatile girdi, daha da uzatılması mümkün değildi. Yoksa bunun arkasında da daha önceden başlamış olan soruşturmalarla ilgili bir düşünce yok. O soruşturmalardan bizim haberimiz de yok, bu Meclisin de haberi yok zira o soruşturmalar zaten gizli olarak yapılıyordu. Kaldı ki o soruşturmaların sonucunda, bugün gördüğümüz şey, her ne kadar şike o zaman şike olarak ayrı bir suç değilse de cumhuriyet savcısının iddianamesine baktığımız zaman bugün şike olarak adlandırdığımız bazı eylemlerin o zaman dolandırıcılık olarak değerlendirildiği görüyoruz.
Şimdi, bir şeyi daha burada belirtmek istiyorum: Sayın Cumhurbaşkanı buradan giden Kanun'u veto etmiştir. Muhalefet şunu ister: Genel Kurulda çıkmasını istemediği, itiraz ettiği bir kanunun hiç değilse Cumhurbaşkanından geri dönmesini ister, bekler. Bu, onun en tabii hakkıdır. Geri dönmediği takdirde hayıflanır, eleştirir Cumhurbaşkanını "Niye geri dönmedi?" diye, bugün yapılan gibi.
İktidar partisi de: "Biz bu kanunu çıkardık, mutlaka Cumhurbaşkanının da onaylaması bizim açımızdan daha doğrudur." diye düşünür çünkü "Doğru yaptık." diye düşünür ama biz şunu da kabul ediyoruz ve şunu söylüyoruz ki Cumhurbaşkanından vetoyla geri döndüğü zaman biz muhalefet partisi kadar bu konuda hayıflanmıyoruz. Cumhurbaşkanının böyle bir yetkisi vardır, veto edebilir, yeniden incelenmesini isteyebilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi de, komisyonları da bunu yeniden inceler, tekrar bir sonuca varır. İster Cumhurbaşkanının talebi doğrultusunda, isteği doğrultusunda değişiklik yapar isterse kendi çıkardığı kanunun doğru olduğuna karar verir ve aynı kararı yeniden verir, kanunu yeniden çıkarır. Cumhurbaşkanının da böyle bir hakkı ve yetkisi vardır, eleştirilemez. Meclisin de böyle bir hakkı ve yetkisi vardır, bu da eleştirilemez.
Gelelim Cumhurbaşkanının gerekçesine. Şimdi kanun tarafına geliyoruz, öbür tarafını bıraktık. Sayın Cumhurbaşkanı geri gönderme gerekçesinde şunu söylüyor: "Kanun koyucunun kanun yaparken suç ve ceza dengesini gözetmesi gerekir. Adil olması, adalete uygun bulunması çıkan kanunun, bunun için de bazı tespitlerin olması gerekir. Bunlar arasında da toplumdaki infial ve etkinin kişiler üzerindeki tehlike ve zararın ve bunların ağırlığının dikkate alınması gerekir." diyor. Buraya hiç itirazımız yok, aynen katılıyorum, doğrudur. Evet, kanunlarda bunu görmeliyiz.
Peki, neye itiraz ediyoruz? Cumhurbaşkanının eleştirisi, bu tespitleri doğrudur da bu Kanun'da bunların "Yok." dendiği hususu doğru değildir. Biz, bu kanunu yaparken bunlara dikkat etmişizdir. Öncelikle şuradan başlayalım işe: Gerçekten ceza adaleti burada var mı yani işlenen fiille müeyyide arasında bir oran var mı, bir orantılılık var mı? Yoksa zaten o kanun kendiliğinden adil olmaz. Hepimiz kabul ettik burada, iktidarıyla muhalefetiyle, 6222 sayılı Kanun'daki özellikle de 13'üncü maddedeki, 11'inci maddedeki ceza hükmü adil değildi. Bu karara vardık, bütün Meclis bu karara vardık, gerçekten de adil değil. Bir kişi gider bir bankayı soyar, oradan 10 trilyon lira para alır, onun cezası iki yıldan başlar. En basitinden bir şike olayı olduğu takdirde bunun cezası beş yıldan başlar.
HASİP KAPLAN (Şırnak) - Banka soymak yirmi yıldan başlar Sayın Köylü, gasp, soygun.
HAKKI KÖYLÜ (Devamla) - Bankadan para çaldı diyorum.
HASİP KAPLAN (Şırnak) - O kadar, iki yıl değil.
HAKKI KÖYLÜ (Devamla) - Bankadan para çaldığını söylüyorum.
HASİP KAPLAN (Şırnak) - Hukukçusunuz, doğru konuşun.
HAKKI KÖYLÜ (Devamla) - Bankadan para çaldığını söylüyorum.
HASİP KAPLAN (Şırnak) - O kadar da değil!
HAKKI KÖYLÜ (Devamla) - Ben, neyin ne olduğunu biliyorum, gasp suçundan bahsetmedim burada, hırsızlıktan bahsettim. Gece bankayı soydu, kimsenin haberi yok. Hırsızlıktan bahsediyorum.
HASİP KAPLAN (Şırnak) - Allah Allah, bizi uyutuyorsunuz ayakta, Genel Kurulu. Yapmayın ya! Komisyon Başkan Vekilisiniz.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Tamam, kes, kes!
HAKKI KÖYLÜ (Devamla) - Cezanın ne olduğunu, hangi suçun ne cezası olduğunu da bilen birisiyim.
HASİP KAPLAN (Şırnak) - 100 tane hukukçu var yani bizim gözümüze bakarak da bunu yapmayın ya!
İDRİS ŞAHİN (Çankırı) - Gaspla hırsızlığı ayıramıyorsanız bu saatte biz sana ne diyelim?
BAŞKAN - Arkadaşlar, dinleyelim.
HAKKI KÖYLÜ (Devamla) - Şimdi, değerli arkadaşlar, bu suçun cezasının gerçekten fazla olduğu bütün Meclis tarafından kabul edildi. Kabul etmeyen de vardır belki, ona bir şey demiyorum ama bu Meclisin kahir ekseriyeti bunu kabul etti. O hâlde bu cezanın aşağıya çekilmesi gerekirdi. Karar bir ile üç yıl arasında bir orandı.
Peki, şimdi, adaleti nasıl sağlayacağız, Sayın Cumhurbaşkanının gerekçesindeki diğer hususları nasıl sağlayacağız? Bunların hepsini buraya yazarsak bizim Ceza Kanunu'muzun 1.500 veya 2 bin madde olması gerekir. Burada belirtilenlerin hepsini tek tek kanunun maddelerine yazamayız, yazdığımız takdirde dahi mutlaka açıkta bir şeyler kalır. Bu sefer de onunla uğraşırız. Kanunu değerlendirirken elbette ki Ceza Kanunu'na gideceğiz, Ceza Kanunu'nun genel hükümlerine bakacağız. Ceza Kanunu'muzun genel hükümlerindeki 61'inci madde cezanın bireyselleştirilmesinden bahseder. Hâkim ceza verirken nelere dikkat eder, onu da hemen kısaca söyleyeyim: Suçun işleniş biçimine, -Sayın Cumhurbaşkanının söylediklerinin daha ötesindeki şeyler de var burada- işleniş biçimine, kullandığı araçlara, suçun işlendiği zaman ve yer, failin kastının veya kusurunun yoğunluğuna, failin suçu işlediği zaman vermiş olduğu zararın derecesine, ağırlığına, güttüğü amaç ve saik, vesaire gibi hususların hepsini değerlendirerek alt ve üst sınırlar arasında bir ceza tayin eder. Aklımızı takmışız "Alt sınır niye düştü bu kadar?" diye. Genel olarak bütün cezaların herkes alt sınırından bahseder. Esasında ceza siyaseti açısından alt sınırların daha düşük olması gerekir. Üst sınırı yükseltebilirsiniz çünkü hâkim artık adaleti sağlayabilmek için alt sınırla üst sınır arasında bu saydığım hususları nazara alarak bir karar verecektir; gerekirse iki sene verecektir, gerekirse üç sene verecektir. Bunun dışında başka artırma sebepleri de var. Bugün bunu bir olaya bağlayanlar var. Soruşturması devam eden veya davası açılan bazı kişilerin kurtulmasını sağlamaya yönelik düşünceler de var. Aslında öyle olmadığını size söylemek istiyorum. Hiç bununla alakası yoktur. Hâkim üç sene cezayı verebilir, aynı kişinin veya kişilerin -burada başka ağırlatıcı sebepler de var- kulüp yönetim kurulu olması hâlinde ceza yarı oranında artırılır, çıkar amaçlı bir suç örgütünün üyesi olması hâlinde ceza bir daha yarı oranında artırılır. Bu iki buçuk seneden dört buçuk, dokuz seneye kadar çıkan bir ceza çıkar karşımıza. İşte, oradaki adaleti artık olayın ağırlığına, durumuna göre hâkim sağlayacaktır. Burada başka bir şey daha yapılmıştır haddizatında. Esasında, belki de bu Kanun'un eleştirilecek tarafı orasıdır. Hukuk sistemine uymayan bir tarafı, sırf bir kişi veya bazı kişiler kurtulmasın diye, kurtuluyor diye yapılan baskıların, ağır eleştirilerin hedefi olmamak için, gerçekten onlara bu Kanun'un çok fazla fayda sağlamadığı, gerçekten kimseyi kurtarma amacı taşımadığını ispat etmek için konulmuş bir fıkra vardır ki o da "Cezalar paraya çevrilemez, cezalar ertelenemez. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez." İşte, bunlar eleştirilirse eğer, gerçek hukukçular bunu eleştirir. Bunun esas eleştirilecek tarafı budur ama bu Kanun'a bu da konulmuştur ki öbür tarafını kimsenin artık eleştirmeye hakkı yoktur. İlave bir müeyyide getirilmiştir ve eleştirilerin önünün kapanması lazım. Bu, doğru değildir. Çok az, çok hafif bir fiil işlemiş olan kişinin cezası da ertelenemeyecektir burada. Bunun sonuçlarını düşünmek lazım. Bu kişiler mutlaka hapiste yatacaklardır, şuna göre: Bir sporcu, bir futbolcu eğer şike suçunu, en basitini, işlemiş olsa fiilen sekiz sene cezaevinde yatacaktır. Eğer kulüp yöneticisiyse iki sene cezaevinde yatacaktır, vesaire. Yani diğerlerinin detaylarına girmek istemiyorum.
Değerli arkadaşlar, bu saatten sonra çok fazla konuşmak istemiyorum. Bu Kanun'un üzerinde tabii ki bazı arkadaşlar şunu söylediler: "Biz imzamızın arkasındayız. AK PARTİ'de çatlamalar neden oluyor?" diye söyleyenler oldu. Bu Kanun oylanırken AK PARTİ'de gerçekten bir çatlama var mı yok mu onu da herkes burada görecektir diyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Köylü.