Konu: | Bazı Kanunlarda ve 660 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 93 |
Tarih: | 29.05.2025 |
YILMAZ HUN (Iğdır) - Teşekkürler.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Anayasası'nda açıkça tanımlanmış olan laiklik ilkesine rağmen özellikle son yıllarda kamu kurumlarında artan dinî temsiliyet tek bir mezhep anlayışı çerçevesinde şekillenmiştir. Bu durum, toplumsal sonuçlar doğurmakta ve devletin bütün inanç gruplarına eşit mesafede durma yükümlülüğünü ortadan kaldırmaktadır.
Anayasa’nın 2'nci maddesi çok net bir şekilde der ki: "İnsan haklarına saygılı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir." Bu hüküm sadece bir temenni değildir; bu, devletin tüm kurumlarıyla birlikte bağlı kalması gereken anayasal ilkelerden biridir ancak geldiğimiz noktada bu maddenin özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden nasıl sistematik bir şekilde ihlal edildiğini hep birlikte görüyoruz.
Öğrenci yurtlarında, eğitim kurumlarında, gençlik merkezlerinde, kamplarda, ceza infaz kurumlarında, sağlık kuruluşlarında ve sosyal hizmet merkezlerinde "manevi danışmanlık" adı altında yürütülen din hizmetleri yalnızca Sünni Hanefi mezhebinin yorumlarına göre şekillenmektedir. Oysa bu ülkenin mezhebi, meşrebi, inancı birbirinden farklı milyonlarca yurttaşı vardır. Aleviler, Caferiler, Şiiler, Şafiiler, Ezidiler, Hristiyanlar, Yahudiler, deistler, ateist olanlar; hepsi bu ülkenin eşit yurttaşlarıdır. Bu ülkede herkesin ödediği vergilerle finanse edilen bir kurumun yalnızca bir mezhebi temsil etmesi kabul edilemez; bu, Anayasa’nın açık ihlalidir.
Diyanet İşleri Başkanlığı, bugün artık sadece bir din işleri kurumu değil iktidarın ideolojik aygıtlarından biri hâline gelmiştir. 150 bine yaklaşan personeliyle, devasa bütçesiyle, harcamalarıyla birçok bakanlığı geride bırakmaktadır. Ne yazık ki bu yapı, farklı inançların varlığını yok sayarak Türkiye toplumunun çok sesli, çok kimlikli, çok inançlı doğasına aykırı bir tek tipleştirme çabasının taşıyıcısı hâline gelmiştir.
Laiklik sadece din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması değildir; aynı zamanda, devletin bütün inanç gruplarına eşit mesafede durması, kimseyi inancından ötürü dışlamaması demektir. Bugün ise karşımızda devletin özellikle gençlere, mahkûmlara, hastalara ve yardıma muhtaç bireylere kendi onayladığı bir dinî anlayışı, mezhebi sistematik bir şekilde dayattığını görüyoruz. Örneğin cezaevinde görev yapan manevi danışmanların yalnızca Diyanet İşleri kadrolarından seçilmesi, Alevi ya da Şii mahpusların kendi inançlarına göre ibadet ve danışmanlık haklarını kullanmalarına engel teşkil etmektedir. Gençlik kamplarında yapılan dinî sohbetlerde yalnızca Sünni Hanefi mezhebine uygun içeriklerin yer alması, diğer inançlara sahip gençlerin kendilerini dışlanmış hissetmelerine neden olmaktadır. Bu anlayışın sonucu olarak özellikle Alevi yurttaşlarımızın yıllardır talep ettiği cemevlerine yasal statü tanınması hâlen gerçekleşmemiştir. Alevi çocukların kendi inançlarına göre din dersi alma hakkı yok sayılmakta, zorunlu din dersi uygulamasıyla baskılanmaktadır. Bu durum, seçim bölgem Iğdır'da da Caferi inancında olan Azeri yurttaşlarımız için de geçerli bir durumdur. Devletin zorunlu din derslerinden kaynaklı olarak Caferi inancı yok sayıldığı için binlerce çocuk dışlanmakta, inancını yaşayamamaktadır. Caferi mezhebi üzerine kurulu camiler ve imamları Diyanet İşleri Başkanlığının devasa bütçesinden faydalanmamaktadır. Bugün Caferi inancının temsil edildiği bütün ibadethaneler, bu inanca mensup insanların kendi imkânlarıyla yaptıkları harcamalarla ayakta kalmaktadır. Caferi camilerindeki başlıca giderler olan yakıt, enerji, temizlik ve personel masrafları yine bu halkın kendi imkânıyla yapılmaktadır. Oysaki bu insanlar da herkes gibi vergilerini vermekte, devlete olan hizmetlerini yerine getirmektedir.
Yapılması gereken, tüm inanç mensuplarına ait ibadethanelerin harcama kalemlerinin Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesinden karşılanmasıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de bu konuda Türkiye aleyhine kararlar vermiştir. Vergisini veren ama inancı farklı olan yurttaşlarımızın kamusal hizmetlerden eşit şekilde yararlanma hakkı göz ardı edilmemelidir. Devletin tüm inanç gruplarına eşit yaklaşması, toplumun birlikte barış içinde yaşamasının temel güvencesidir.
Biz, halkların ve inançların eşitliğini savunan bir parti olarak devletin tüm inançlara eşit yaklaşmasını talep ediyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığı mevcut hâliyle yalnızca bir mezhebi temsil eden yapısından vazgeçmelidir. Ya tüm inançları temsil eden demokratik bir kuruma dönüştürülmeli ya da bütçesi doğrudan o inancı benimseyen yurttaşlar tarafından finanse edilmelidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın lütfen.
Buyurun.
YILMAZ HUN (Devamla) - Teşekkürler.
Değerli milletvekilleri, eşit yurttaşlık ancak her yurttaşın kimliği, inancı, dili ve kültürüyle tanındığı bir sistemde mümkündür. Hiçbir inanç grubu diğerinden üstün değildir. Devletin görevi tarafsız ve kapsayıcı olmasıdır. Bu çatı altında hep birlikte, Türkiye'deki bütün inanç gruplarına eşit mesafede, hiçbir inancı dışlamadan sahip çıkılmalıdır çünkü bütün farklılıklarımız zenginliklerimizdir, zenginliğimizdir. Dinî özgürlüklerin, demokrasinin, insan haklarının ve barış içinde bir arada yaşamanın mümkün olduğu bir Türkiye hayali mümkündür.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)