GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Bazı Kanunlarda ve 660 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:91
Tarih:27.05.2025

DEM PARTİ GRUBU ADINA DİLAN KUNT AYAN (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama Latin Amerikalı yazar Galeano'nun bir sözüyle başlamak istiyorum. Ne diyordu: "Mutlu azınlığın doyması için yığınların açlıktan ölmesi gerekir." Galeano'yu dünyanın dört bir yanında okuyanlar aynı duyguya kapılır çünkü yoksulluk, yoksunluk ve sömürü düzeni her yerde aynı şekilde işliyor. Keşke bu düzenin yükü bize bu kadar ağır gelmeseydi, keşke hurda toplamaya çıktığı sırada evinde yangın çıkan Melisa Sinem Akcan'ın en büyüğü 5 yaşındaki 5 çocuğunun adlarını hiç duymasaydık, keşke pazardan artık toplayan emeklileri, yine yakın tarihte İskenderun'da daha 20'li yaşlarındayken iş cinayetlerinde hayatını kaybeden Ahmet Güler'i tanımamış olsaydık ama biliyoruz sevgili arkadaşlar, bu ülkede milyonlarca insan yatağa aç gidiyor. Bakın, bayram arifesindeyiz, Plan ve Bütçe Komisyonu tarihî bir karar alıp aslında bu yoksulluğu giderecek milyonlarca insana bir umut verebilirdi ama ne yaptı? Anayasa'yı ayaklar altına alarak halkın temel sorunlarına sırt çevirmeyle, skandallarıyla, ayrımcılığıyla nam salmış kurumların yetkilerini artırmayı tercih etti.

Değerli arkadaşlar, bu kanun teklifi Anayasa Mahkemesinin iptal kararının dışında 28 maddeden oluşuyor, bunların 9'u doğrudan Diyanet İşleri Başkanlığıyla ilgili. Bakın, arkadaşlar, Komisyon, teklif sahipleri, İçişleri, Dışişleri, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığını geride bırakan, tamı tamına 130 milyar 119 milyon TL bütçeye sahip Diyanetin yetkilerini daha da artırmakla meşgul. Bu ne demek? İşte, tam da Galeano'nun onun dediği gibi mutlu azınlığın doyması için yığınların açlıktan ölmesi gerek demek. Ülkenin en büyük bütçelerinden birine sahip Diyanetin yoksullara verdiği vaazlar bu tabloyu zaten gözler önüne seriyor. Hatırlayalım hep birlikte, tripleks villasından, Audi A8 aracından vaaz veren Diyanet İşleri Başkanı halka "Ekonomik krizden Allah'a sığının, dengeli beslenin, tıka basa yemeyin." diyordu ama aynı Diyanet, Elâzığ Harput'taki İhtisas Merkezinde, aday din görevlileri için açtığı yemek ihalesinde 2 milyon 654 bin TL harcadı. İhale şartnamesinde ne yazıyordu peki? Haftada dört öğün et, A sınıfı yemek, kaliteli sebze, kavurma, fajita, aklınıza ne gelirse bu liste uzayıp gidiyordu. Ama mesele sadece yemek değildi, Ali Erbaş çalışma arkadaşlarını düşündüğü kadar memleketini de düşünüyordu ama nasıl düşünüyordu biliyor musunuz? Memleketi Ordu'da 1 milyon TL bütçeli yüksek İhtisas Merkezi yaptırdılar, öyle Ordulunun kaşına gözüne de değil. Bakın, Ordu 775 bin nüfuslu, Ordu'da yoksulluk sınırının altında yaşayan en az 63 bin kişiye dair tek bir politikası yok. 20 yaşındaki Arzu 11 Mayıs Anneler Günü'nde Ordu'da intihar etti. Şiddet gördüğü eşi ise ancak Arzu'nun ölümünden sonra tutuklandı. Kendi memleketinde ekonomik, sosyal ve toplumsal krizler yaşanırken Diyanet İşleri Başkanı ihtisas merkezi kurmakla meşgul. Tabii, Ordu sadece bir örnek, tüm Türkiye de bu kıskaca alınmış durumda ve şimdi "Kadın-erkek arkadaşlıklarınız zinaya götürür." diyebilen bir kuruma daha fazla yetki verilmek isteniyor. İktidarın Aile Yılı ilanı kapsamında Diyanetin kadını sadece ev ve annelik rolüne hapseden politikaları üretmek istiyor. Soruyoruz o zaman: Milyonlarca yurttaş, Diyanet lüks ve şatafat yaşarken yoksullara ahlak dışı vaazlar versin, kadınlar hayatlarını erkeklere feda etsin diye mi vergilerini ödüyor? Soruyoruz o zaman: Her gün Alevi ve gayrimüslim yurttaşlar ayrımcılığa uğrarken sesini çıkaramayan bir kuruma Alevi köylerine zorla cami yaptırsın diye mi vergi ödüyor?

Bakın, depremin yıl dönümünde Pazarcık'taydık, aradan iki yıla yakın süre geçmiş, insanlar ibadethanelerini kullanamıyorlar ve bununla da kalmıyorlar, kendilerince cem tutmaya çalışıyorlar ve yüzyıllardır ayrımcılığa maruz kalmalarına rağmen "Akıllı olan kemal, cahil olan mal ister." demekten de geri durmuyorlar.

Sözün özü, bu ülkede derinleşen ekonomik, inançsal, sınıfsal ve toplumsal sorunlar dururken iktidar Diyaneti büyütmeye, daha da ayrıcalıklı kılmaya devam etmek istiyor. Biz bu ayrımcılığın karşısında olduğumuzu, bu paketi bu hâliyle kabul etmediğimizi, en keskin muhalefetimizi de yapmaya devam edeceğimizi buradan ifade ediyoruz.

Evet, değerli arkadaşlar, ülkemiz için önemli ve tarihî bir dönemeçten geçtiğimizi her defasında yineliyoruz. Yüz yıldır bu ülkede derinleşen, canları, evlatları alan, milyonların hayatını etkileyen bir meseleyi konuşuyoruz. Sadece inançsal değil, kimlikler arası, cinsiyetler arası, sınıflar arası keskinleşen ayrımcılıkların bir sonucudur bugün yaşadıklarımız. Sayın Abdullah Öcalan bütün bunları "Toplumsal çözüme nasıl kavuştururuz?" kaygısıyla tarihî bir çağrı yaptı "Çözüm gücü Meclistir." dedi "Öznesi ise bütün toplumdur." dedi. "Demokrasiyle cumhuriyetin 2'nci yüzyılını özgürleştirebilir, bu halkı üstüne atılan zincirlerden kurtarabiliriz." dedi. Bir taraftan böylesi yapıcı, kucaklayıcı bir dil varken bir taraftan maalesef hâlâ aynı zihniyetle toplumu zehirlemeye çalışan bir dil olduğunu görebiliyoruz.

Barış sadece mevzuatlar ve yasalarla olmaz arkadaşlar. Bunun adı "toplum mühendisliği"dir. İşe yaramaz, kalıcı da olmaz. Toplumun hiçbir kesimini incitmeden gerçekten bir kardeşlik ve barış dili kullanmak başta biz siyasetçilerden başlar.

Peki, barış dilinin referansı ne mi olmalı? Size bir örnek vereyim: Hatırlayalım hep birlikte Ayşe Bülbül'ü. Kimdi Ayşe Bülbül? Eren Bülbül'ün annesiydi. Yakın tarihte bir demeç verdi, dedi ki: "Eğer şehit gelmeyecekse, silahlar susarsa ben de bir şehit annesi olarak buna onay veririm. Neden vermeyeyim ki?" Böyle bir açıklama yaptı. Aslında tam da bir referans açıklamasıydı bu, barış dilinin referans açıklamasıydı. Yine "Annemin cenazesi yedi gün yerde kaldı ama biz 'barış' demekten vazgeçmeyeceğiz ve bu barışı destekliyoruz." dedi. Kimdi bu? Taybet ananın oğlu Mehmet İnan'ın sözleriydi. İşte bu tam da referans almamız gereken bir barış dilidir. Çocuklarını kaybeden analar, analarını kaybeden çocuklar "Biz bu sürecin arkasındayız." diyor, aynı dilde buluşuyor. Kıymetli olan, referans olan, değerli olan tam da bu dildir fakat buna rağmen ne yazık ki hâlâ anneleri inciten, toplumu ötekileştiren, yaraları kaşıyan bir dilin siyaset sahnesinde yer aldığını görüyoruz. Nedir bu? Örneğini vereyim: Siyaset sahnesine 2015'te giren -hatırlayacaksınız- önceki dönem akil insanlar içerisinde yer alan ve yine bir demecinde "Çocuktan terörist olmaz." diyen ve bunun üzerine Meclis İnsan Hakları Komisyonunda defalarca konuşmalar yapan, şu an hukuk daire başkanı olan yani hukuk işlerinden sorumlu olan Uçum'a sesleniyorum: Tekrardan bir fabrika ayarlarına dönmek gerekiyor, tekrardan bir revizasyona ihtiyaç var. Siz akil insanlarda yer aldınız, yaralayıcı dilden vazgeçin. Bakın, ben az önce size Eren'in annesinin sözlerinden bahsettim, Taybet ananın oğlunun sözlerinden bahsettim, referans bu olmalı ama kalkıp "Siyasi tutsak diye bir şey yoktur." derseniz toplumun adına ben size buradan sorarım: O zaman siz Leyla Güven'i nereye koyacaksınız? Günay Kubilay'ı nereye koyacaksınız? Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş, Kavala, Can Atalay; bunları nereye koyacaksınız? Düşüncelerinden dolayı yıllardır özgürlüklerinden mahrum kalmalarını neyle açıklayacaksınız? Milyonlarca insan, bu insanların sadece siyaset yaptıkları için aslında hapsedildiklerini çok iyi biliyor. Onlarla ve aileleriyle barışmayacak mısınız bu süreçte?

İktidarın sözcüleri çıkıp açıklamalar yapıyor, "tekçi zihniyet" "inkârcı söylem" diyorlar ve aynı dayatmacı üslubu devam ettiriyorlar. Yine, tek dil dayatmasını her yerde en üst perdeden sürdürüyorlar. O zaman soruyoruz biz size: Kürtçe konuştuğu için memleketinde ırkçı saldırıya uğrayan yurttaşlarla barışmayacak mısınız siz? Dil bilmediği için hastaneye gidemeyen kadınlarla barışmayacak mısınız siz? Konserleri yasaklanan Kürt sanatçılarla barışmayacak mısınız siz?

Ezcümle, demokratik toplum ve barış çağrısı yapıldığı o günden bugüne ısrarla dedik ki: "Savaşın kazananı, barışın kaybedeni olmaz." Bu süreçten ancak silah tüccarları, savaşı kendisine çıkar kapısı yapanlar, kandan beslenenler rahatsız olur ama doğru yol, anaların şefkati, gençlerin umutlu yoludur. Acılarımızla beraber bu süreci omuzlamak, birbirine yoldaş olmak ancak böyle olabilecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın lütfen.

Buyurun.

DİLAN KUNT AYAN (Devamla) - Bir kez daha, buradan, süreci zehirleyen bütün dilleri reddettiğimizi; kadınlar, gençler, analar, ezilen bütün kesimlerle beraber kardeşliğin dilini büyüteceğimizi ifade ediyor ve bütün sorumlu kesimleri de bir kez daha bu yaklaşımdan vazgeçmeye davet ediyoruz. Barışın kazananı da Türkiye olacaktır.

Teşekkürler. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)