GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Bazı Kanunlar ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:81
Tarih:29.04.2025

DEM PARTİ GRUBU ADINA HEVAL BOZDAĞ (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, bizleri izleyen çok değerli halklarımız ve hukuksuz yere cezaevlerinde rehin tutulan yoldaşlarımız; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, bu sabah yine bir gözaltı operasyonuyla güne başladık. İşçilerin, emekçilerin birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs öncesi Taksim'e çağrı yaptıkları için korsan gösteri yapacakları iddiasıyla 92 arkadaşımız ev baskınlarıyla gözaltına alındı. Daha önceki yıllarda olduğu gibi bu 1 Mayıs öncesinde de işçi ve emekçilere keyfî ve hukuk dışı gerekçelerle bir operasyon düzenlendi.

Sefalet ücretlerine mahkûm edilen işçilere, emekçilere grevler yasaklanıyor, meydanlar yasaklanıyor. Öncelikle, meydanlar ne sermayenin ne de sermaye iktidarının malıdır. Meydanlar halkındır, işçinindir, emekçinindir; emeğin sömürüsüne, yasaklara, baskıya, otoriteye karşı sesini yükselten herkesindir. Bu hukuksuz gözaltılarla emek mücadelesini susturamazsınız. Arkadaşlarımızı serbest bırakın. Emek sömürüsüne, baskılara, iş cinayetlerine karşı meydanlara çıkan "Demokrasi, barış, özgürlük!" diye haykıran tüm işçi ve emekçilerin 1 Mayısını kutluyorum. "..."(*)

Sayın vekiller, yine bir torba yasa teklifiyle karşı karşıyayız. Bu torbada da onlarca farklı yasada ve farklı konuda düzenlemeye gidilmekte. Maalesef, bu, iktidar tarafından gelenek hâline getirilmiş durumda ve bu yolla, toplumun ihtiyacı değil yürütmenin ihtiyacı olan düzenlemeler sistematik ve düzenli bir şekilde komisyonlardan hızla geçirilerek Genel Kurulda da kanunlaştırılıyor. Yasa yapım sürecinde ne sivil toplum var ne meslek örgütleri; konunun tarafları ya da uzmanlar, hiç kimse hiçbir şekilde dâhil edilmiyor. İhtisas komisyonları dâhil edilmiyor. Bu teklifte mesela, Adalet ve Anayasa Komisyonu tali komisyon; buralarda görüşüldü mü bu teklif? Tabii ki hayır. İç Tüzük de hiç olmuş durumda. Dediğimiz gibi, komisyonlar ve Parlamento bile işlevsiz durumda. Her şey usule aykırı yürüyor.

Bu teklifle de daha öncekilerde olduğu gibi yine Cumhurbaşkanlığı sistemi ile Parlamento işleyişinin çakıştığını görüyoruz. Nitelikli ve demokratik olmayan bir yasa yapım sürecinin Mecliste dayatılmasını yeniden deneyimliyoruz. Her zamanki gibi saraya bağlı bir avuç bürokrat ve teknokrat tarafından yasalar kotarılmaya çalışılıyor. Zaten kanunla düzenlenmesi gereken birçok husus kanun hükmünde kararname veya Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle düzenleniyor, yasaya bile ihtiyaç duyulmuyor. "AYM tarafından iptal edilinceye kadar bu kararnamelerle ne kadar yol alsak mübahtır." denilip her defasında tercih öncelikle bu yaklaşım oluyor. Böylece bir süreliğine aslında yargı da saf dışı bırakılmış oluyor. Sonra da işte çoğunlukla -bu torba yasada olduğu gibi- AYM'den dönen Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, kanun hükmünde kararnameler kanunlaştırılmaya çalışılıyor.

Öncekiler gibi bu yasa teklifinin de birçok maddesinde Cumhurbaşkanlığı sistemi tahkim edilmeye çalışılmış ve idari yapı merkezîleştirilmiştir. Komisyon aşamasında olduğu gibi Genel Kurul aşamasında da iktidarın çoğunlukçu tahakkümünde, demokratik olmayan bir biçimde bu teklif de kabul edilecektir. Tabii ki toplumun güncel sorunlarına cevap olmaktan çok uzaktadır ve halkın sorunları, toplum bu yasada da öncekiler gibi tali kalmıştır. Emekçinin, işçinin, işsizin, emeklinin, çiftçinin, esnafın, gençlerin, engellilerin, kadınların ve birçok ülke yurttaşının faydasına bu yasada tek bir düzenleme yoktur. Yine, hak aramanın önünde yasak vardır, toplumun sorunlarını anlamaktan uzak ceza vardır, sömürü vardır, otorite vardır. Bu ülkenin gerçek gündemleri olan sağlıktan ekonomik politikalarına, hukuk sistemine kadar yaşanan çöküş, asgari ücretle geçinemeyen emekçiden açlık sınırı altında ücretlerle geçinmeye çalışan emekliye kadar milyonlar da adalet arayanlar da görmezden gelinmeye devam edilmektedir. Bakınız, siyasette ve karar alma süreçlerinde ortaya çıkan antidemokratik uygulamalar bugün siyasal, sosyal ve özellikle de ekonomik alanda riskleri artırmış durumdadır.

Sayın vekiller, iktidara soruyoruz: Bugün toplumun acil ihtiyacı olan şeyler bu yasa teklifinin içindekiler mi? KHK zulmüyle işinden ettiğiniz 10 binlerce insan ve aileleri, yaşadıkları tarif edilemez bu zulme karşı direniyor ve bu hukuksuzluğun ortadan kalkması için çözüm bekliyor. Ülkenin bu KHK utancından, hukuksuzluğundan kurtulması gerekmiyor mu? Bu adaletsizliğe ne zaman son vereceksiniz?

Adalet Bakanı "2024 yılının ilk on bir ayında 709 hasta mahpus yaşamını yitirdi." dedi. Peki, geçen bu zaman diliminde beş aydır kaç hasta mahpus daha yaşamını yitirdi? İnsan Hakları Derneği 2025 Yılı Hasta Mahpuslar Raporu'nu yeni açıkladı. Bu rapora göre Türkiye hapishanelerinde en az 1.412 hasta mahpus bulunmakta, bu mahpusların 335'i ağır hasta, 230'u tek başına yaşamını devam ettiremiyor, 105'inin ise desteğe ihtiyacı var. Cezaevlerindeki mahpus sayısı ise 403 bine dayanmış durumda. İdari gözlem kurullarının hukuksuzluklarından cezaevi koşullarına, birçok hak ihlali ve çözülmesi gereken onlarca sorun bulunmakta.

Özgürlük İçin Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi, Bolu F Tipi Cezaevinde tahliyesi engellenen mahpuslarla ilgili bir raporu daha yeni yayınladı. Bu raporda mahpusların iyi hâlli olmama ve tahliye edilmeme gerekçelerindeki keyfî ve hukuksuz tutum açıkça ortaya konulmuş. Tahliyesi engellenen 33 mahpusun iyi olmama gerekçeleri arasında suyu tasarruflu kullanmamak da var, radyo dinlemek de var, Kürtçe konuşmak da var. Bu durumlara ne zaman çözüm üretecek, bu adaletsizliklere ne zaman son vereceksiniz?

Başta Kürt sorunu olmak üzere yapısal demokrasi sorunları ülke ekonomisine büyük yük getirmekte. Sadece Kürt sorununun çözümsüz bırakılmasının, kırk yılı aşkın süredir devam eden çatışma ortamının ülke ekonomisine maliyeti yaklaşık 3 trilyon dolar olarak hesaplanmış ve bu maliyet doğrudan işçinin, emekçinin sırtında. Halkın iradesini ve demokratik taleplerini yok saymanın ekonomiye bir maliyeti olduğunun en yakın örneklerinden biri de İstanbul Büyükşehir Belediyesine dönük 19 Mart darbesiyle ortaya çıkmıştır. Hâlihazırda kırılgan olan ekonomi büyük bir maliyetin altına sokulmuştur. Sabahın ilk saatlerinde dolar 41 TL'yi aşarak rekor kırmış; Merkez Bankası, rezervinin neredeyse yarısı olan 30 milyar doları eritmek zorunda kalmıştır. Borsadaki kayıp 2 trilyon liraya ulaşırken devre kesiciler devreye girmiş, iktidarınızın üzerine titrediği yabancı sermaye ülkeden çıkış yaparak Türkiye piyasasından çekilmiştir. Son veriler, döviz rezervlerindeki erimenin 50 milyar dolara ulaştığı ve erimenin devam edeceği yönündedir. Ekonomi politikalarınız ve hukuksuzluklarınız yüzünden işçinin, emekçinin açlık sınırının altında ücretlerle geçinmek zorunda kalmasını, yoksulluğu, sefaleti daha ne kadar görmezden geleceksiniz? Bu sorunlara ne zaman çözüm üretecek, bu adaletsizliklere ne zaman son vereceksiniz?

Gösteri, yürüyüş ve örgütlenme özgürlüğünün, muhalefet etmenin önündeki engeller, hukuksuzluklar da devam ediyor; hak talepleri susturuluyor. Neden toplumun kendisini özgürce ifade edebilme hakkını gasbediyorsunuz? Bu yasa teklifinde bile sendikal örgütlenmenin önüne geçecek düzenlemeler yer almakta. Bu düzenlemeler geri çekilmeli; grevli, toplu sözleşmeli sendikal hakların önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır. Bu teklifteki 10'uncu madde bunlardan biri. Sendikal hakların kısıtlandığını görüyoruz. Cumhurbaşkanlığı merkez teşkilatı bağlı kurullarında, Diyanet İşleri Başkanlığı, Savunma Sanayii Başkanlığı ile İletişim Başkanlığı hariç olmak üzere bağlı kuruluşlarında ve Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinde çalışan kamu görevlileri sendikaya üye olamayacak, sendika kuramayacaklar. Bu durum, anayasal bir hak olan örgütlenme özgürlüğünün açıkça ihlalidir. Nitekim, 4688 sayılı Kanun'un 15'inci maddesinin ilk hâlinde Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışanları da sendikaya üye olamayacaklar arasında sayılmaktaydı fakat Anayasa Mahkemesi TBMM çalışanları açısından sendika yasağıyla ilgili düzenlemeyi iptal etmiştir.

Sayın vekiller, yine, düzenleme yapılırken kesinleşmiş yargı kararları dikkate alınmıyor. Oysaki ilgili düzenlemeler idari, hukuki gelişme ve kararlar göz önüne alınarak yapılmalıdır. Buna da duyarlı davranılmadığını burada açık ve net görüyoruz. Örnek olarak Millî Saraylar Başkanlığının Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinden Cumhurbaşkanlığına bağlanmasıyla sendika üyesi olan çalışanlarının sendika üyeliklerinin iptal edilmesine karşı konu yargıya taşınmıştır. Bunun üzerine, 12. İş Mahkemesi aldığı kararda Anayasa’nın 90'ıncı maddesi kapsamında değerlendirmiş, Millî Saraylar Başkanlığında çalışan kamu görevlilerinin sendikal haklarını iade etmiştir. Bu karar, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi tarafından da onanmıştır. Çok açık görülüyor ki bu yasa teklifiyle ilgili düzenleme yapılırken özensiz yaklaşılmıştır, kesinleşmiş yargı kararları bile dikkate alınmamıştır. Yargı kararının bir gereği olarak ilgili düzenlemede hariç olması gereken kurumlar içerisinde Millî Saraylar Başkanlığı olmasına rağmen sayılmamıştır. Bu durum, iktidarınızın kanun yapma pratiğinin açık bir örneğidir.

Teklifin 11'inci maddesinde ise Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu'nda Kamu İşveren Heyetinin Cumhurbaşkanı tarafından kararnameyle belirlenen yapısı kanunlaştırılmaktadır. Kamu emekçileri, bu Heyetten şu ana kadar hiçbir hayır görmemiştir. Yanlı ve biat eden bu Heyetin manipüle edilmiş ekonomik göstergelerle ve zam oranlarıyla emekçilerin mağduriyetini ve emek sömürüsünü devam ettireceği çok açıktır. Bu yapı ve işleyişin emek ve emekçiden yana hiçbir tasarrufta bulunmadığı ve bulunmayacağı da ortadadır. Kamu emekçilerinin ücret talepleri karşılığını bulmamakta ve görüşmeler her defasında iktidarın istediği şekilde sonlandırılmaktadır. Kamu İşveren Heyeti bu hâliyle lağvedilmelidir ve yeniden yapılandırılmalıdır. Kamu emekçilerinin talepleri olan grevli gerçek bir toplu pazarlık, toplu iş sözleşmesi, yoksulluk sınırının üzerinde ücret, güvenceli istihdam, güvenli bir gelecek, demokratik ve adil bir çalışma yaşamı karşılanmalıdır. Bu sorunlara ne zaman çözüm üretecek, bu adaletsizliklere ne zaman son vereceksiniz?

Biliyorsunuz, çağrı merkezleri "112 çağrı merkezleri" olarak tek çatı altında birleşti. Acil çağrı merkezlerinde artık sağlık, itfaiye, jandarma ve diğer bazı birimler de bulunmakta. Bu merkezlere gelen çağrıların yüzde 30'unun asılsız çağrılar olduğu söylenmekte, bunların yüzde 1'i ise asılsız ihbar. Bu yasa teklifindeki 13'üncü madde "Bu duruma karşı cezaları artıralım, böylece caydıralım." diyor. Bakınız, ceza, iktidar tesisi için bir yönetme biçimi olarak rutinleşmiş durumda oysaki zaten ceza var ve bu duruma çare olmamış. Bu durumda toplumsal bilginin ve farkındalığın artırılması ve hatta asılsız çağrı sahiplerinin sosyal ihtiyaçlarının ve bu davranışlarının kök nedenlerinin araştırılması doğru yöntem değil midir? Buradaki nedenselliğin doğru anlaşılmadan bir cezalandırma yöntemiyle çözüm arayışı, sorunun toplum yaşamında maalesef farklı bir tezahürünü ortaya çıkaracaktır. Öte yandan bu işin etkin ve kesintisiz yürütülmesi için çağrı merkezi çalışanlarının haklarının ve sorunlarının çözümü de önemlidir. Büro Emekçileri Sendikası, Çağrı Merkezi Daire Başkanlığına 13 Mart 2025 tarihinde bir rapor sundu. Bu raporda, çağrı karşılama personelinin başka birimlerde görevlendirilmesi, personel yetersizliği, idari boşluk, hizmet binalarının fiziki yetersizliği, kullanılan programların sık sık çökmesi, afet durumlarında teknik altyapı yetersizlikleri, gece vardiyalarında yemek ihtiyacı, çeşitli meslek hastalıkları, yıpratıcı, değişken uyku saatleri gibi çalışma koşullarına dair onlarca sorun var. Siz bunlara ne zaman çözüm üreteceksiniz? Buradaki adaletsizlikleri ne zaman gidereceksiniz?

Madde 15 ise tam bir karmaşa. Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası 24 Haziran 2018'de Hâkimler ve Savcılar Kurulu Kanunu'nda yaptığınız değişikliklerle Adalet Bakanlığı Müsteşarı HSK'nin doğal üyesi olmasına rağmen onun yerine Adalet Bakan Yardımcısını getirmiştiniz. Anayasa’nın öngörmediği bir bürokrat, HSK üyesi olarak yargı yönetimine dâhil olmuştu. Anayasa Mahkemesi bunu aykırı bulup iptal edince şimdi bu düzenlemeyle kamu yapılanmasından kaldırdığınız "müsteşarlık" kadrosunu geri getiriyorsunuz. Oysaki bu kadronun ihdası farklı düzenlemeler gerektiriyor. Müsteşarlık kadrosunu kâğıt üstünde şeklen getirdiniz gibi bir durum var. Zaten teklifin 17'nci maddesinde, bu kadroya atama yapılıncaya kadar bakan yardımcısının görevi yürütmesini düzenliyorsunuz. Yani o müsteşarın o koltuğa oturup oturmayacağı da muallakta. Maksat, işiniz görülsün; yargıyı atlatmaya dönük şeklen yapılan bir düzenleme.

Yine bu teklifin 20'nci maddesiyle Göç İdaresi Başkanlığı bütçesinden geçici barınma merkezlerine ödenek ayrılması kanunlaştırılıyor. Mevcut sorunların çözümüne dair ise tek bir önerme yok. Bu barınma merkezlerinin onlarca sorunu var ve hâlâ devam ediyor. Peki, bu ödenekler niçin ayrılıyor? Bugün, geçici barınma merkezlerinde yoğun hak ihlalleri yaşanmakta, eğitim ve sosyal hizmetler mültecilerin uzun vadeli entegrasyonu için yetersiz. Barınma merkezlerinin fiziki koşulları yetersiz, kapalı ve izole; mülteciler yerel topluluklarla buluşamıyor, karar alma süreçlerine doğrudan katılamıyorlar. Bu merkezler, bağımsız sivil izleme mekanizmalarına açık değil. Geçici koruma rejimi belirsizlik ve güvencesizlik yaratmakta ve bunun gibi bir dizi sorun. Siz bu sorunlara ne zaman çözüm üreteceksiniz ve bu adaletsizlikleri ne zaman ortadan kaldıracaksınız?

Ezcümle, böyle yasa teklifleriyle beklentiye yol açıyor ama toplumun gerçek sorunlarını teğet geçen, belli grup ve çıkar odaklarına yarayan, karar alma mekanizmasını merkezîleştiren ve de şeklen düzenlemeler getiriyorsunuz. Bunun, toplumu da Meclisi de boş yere meşgul etmenin ötesinde bir faydası yok, karşılığı yok. Geldiğimiz an itibarıyla, birikmiş, yığılmış, çözümsüz bırakılan birçok sorunla baş başayız.

Saygılarımla. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)