Konu: | Gençlik ve Spor Hizmetleri Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 71 |
Tarih: | 26.03.2025 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA ÖZGÜL SAKİ (İstanbul) - Teşekkürler.
Kanun değişikliği teklifinin ikinci bölümü üzerine gecenin bu vakti tartışmaya devam ediyoruz. Bu ikinci bölümde özellikle 15'inci maddede kadınlar için olumlu düzenlemeler, doğum izinleri, doğum yardımı maddesi de var. Şimdi, bunu tartışmadan önce şu gerçeği, bir kere, herkesin aklına yerleştirmesini istiyorum: 2024 Dünya Ekonomik Forumu Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Raporu'na göre Türkiye 146 ülke arasında 127'nci sırada. Yani kadınlar istihdamdan, eğitimden, her tür ekonomik gelirden en mahrum hâldeler ve bu eşitsizlik endeksinde, aynı zamanda karar mekanizmalarında kadınların oranı da dâhil olmak üzere Türkiye yerlerde sürünüyor. Peki, her seferinde bizim önümüze, çeşitli maddelerle, kadınların desteklendiği üzerine maddeler geliyor. Peki, bakalım bu maddede aslında asıl desteklenen ne? Bakın ne diyor? Sağlıklı nesillerin yetişmesi, dinamik nüfus yapısını ve kalkınmanın -kalkınmanın altını özellikle çiziyorum- istikrarlı bir biçimde sürdürülmesini teminen ülkemizin doğurganlık hızının artışına olumlu yönde katkı sağlamak istiyormuş bu madde. Şimdi bunu, bir de -daha yeni, iki gün önce, üç gün önce- Yusuf Tekin'in MESEM'ler üzerine yaptığı bir konuşmadan alıntıyla desteklemek istiyorum. Orada diyor ki bu kalkınma meselesinde, doğum yardımında: "Sektörel iş birliklerinin ihtiyacı var MESEM'lere." Yani "Çocuk emeğine ihtiyacımız var." diyor. Şöyle söylüyor Yusuf Tekin: "Türkiye'nin sürdürülebilir kalkınmasında hayati konumda olduğu bir gerçektir MESEM'lerin." Bu, açıkça bir itiraf "Çocuk emeğini sömüreceğim ben." demek. Çocuklara çok önem veriyormuş gibi, bize sunulanların altındaki gerçek bu. "Çocuk emeğini sömürmek istiyorum. Çocukların sayısı azalıyor, lütfen kadınlar çocuk doğursun." Bunun özeti bu.
Bakın, MESEM'lerdeki 1,5 milyon öğrenciden söz ediyoruz ve bunların 300 bini 18 yaş altında. Bu öğrenciler okulda olması gerekirken, kaliteli, nitelikli eğitim alması gerekirken haftada bir gün okuldalar, diğer dört gün iş yerlerinde patronların insafına bırakılmış vaziyetteler. Millî Eğitim Bakanlığının denetiminde olması gereken bu iş yerlerinde çocuklar ölüyor, iş cinayetlerine kurban gidiyor ve Yusuf Tekin de diyor ki: "Sektörel iş birliklerinin MESEM'lere ihtiyacı var. Kalkınmamız için MESEM'lere ihtiyaç var." Bize bugün işte "Kadınlar çocuk doğursun çünkü yaşlı nüfus azalıyor." derken aslında altındaki gerçek bu. Bununla da yetinmiyorlar, ÇEDES Projesi'yle birlikte cemaatlerle, tarikatlarla, Ülkü Ocaklarıyla anlaşma üstüne anlaşma yapıyorlar. Neden? Çünkü, aynı zamanda, çocuk emeğini sömürürken kimsenin sesi çıkmasın istiyorlar. O yüzden, itaatkâr bir öğrenci, itaatkâr bir çocuk, itaatkâr bir genç yetiştirmek için bu projeleri MESEM'le, ÇEDES'le el birliğiyle uygulamaya koyuyorlar, sonra rantlarına rant katsınlar, patronlar kazansın. "Sektörel anlaşmalarımızın çocuk emeğine ihtiyacı var." deyip kadınları sadece çocuk doğurma aracı olarak gören bir zihniyetle bu teklifi önümüze getiriyorlar.
Peki, bu arada ne oluyor? Bu arada, şu anda ODTÜ'de gençler biber gazıyla, su püskürtülerek gözaltına alınıyor. Gözaltı sayılarını veremiyorum çünkü her saniye artıyor. Son beş gün, bir hafta içinde 2 bine yakın gözaltı var, çoğu da tutuklanıyor; ODTÜ de böyle, şu anda gözaltı haberlerini alıyoruz. Tutuklanan çocukların, gençlerin sayıları sürekli geliyor, artıyor; Çağlayan önünde yakınları, aileleri bekliyor. Bütün bunlar olurken gençlerin sesine kulak vermek yerine copla, gazla, tazyikli suyla iktidar onların üzerine yürüyor. Peki, bu arada, aynı zamanda, bunları yaparken bu gençleri önemsediğine, bu çocukları önemsediğine bizi ikna edebilir mi? Tabii ki edemez.
Peki, kadınlar ne istiyor? Kadınlar diyorlar ki: "Bırakın, siz kamusal kreşleri artırın, ücretsiz kreşleri artırın; yaşlı bakımı için ücretsiz kamusal mekânlar açın; kadınların eşit işe eşit ücret talebini karşılayın ve toplumsal refahı artırın. Ondan sonra, bırakın, kadınlar kendi bedenleri, emekleri, kimlikleri üzerindeki kararı kendisi versin." Bunu diyen kadınlar kendi hakikatini ortaya sermek için sosyal medya hesaplarıyla da kendi görüşlerini paylaşıyorlar ve ne oluyor? Hemen bakalım ne olduğuna: Son bir hafta içinde -zaten sistematik olarak devam ediyordu da- RTÜK Başkanı, sırtını iktidara yaslamış olmanın rahatlığıyla, muhalif kanalları, sosyal medya hesaplarını tehdit üzerine tehdit ediyor ve insanlar hakikate sosyal medya aracılığıyla ulaşmaya çalışıyor; üst üste yasaklamalar.
Yine, sayısını veremeyeceğim, her an devam ediyor bu yasaklamalar, özellikle kadınların sesi kısılmaya çalışılıyor. Bakın, size sadece birkaç tanesini sayayım: Feminist mücadele kadın hareketinin kendi taleplerini ifade ettikleri mecralardan Feminist Gündem yasaklandı, Ekmek ve Gül yasaklandı, Kadınlar Birlikte Güçlü'nün hesabı yasaklandı, Sol Feminist Hareket yasaklandı, Yeni Demokrat Kadın yasaklandı, Kırkyama Kadın Dayanışması yasaklandı, Genç Feministler Federasyonu yasaklandı, en son Eşitlik İçin Kadın Platformu yasaklandı. Üstelik de jet hızıyla geliyor kararlar. Nasıl jet hızıyla geliyor? Tekrar yedek bir hesap açılıyor, anında ona da yasak geliyor, 5'inci hesaba yasak gelmiş vaziyette.
Nelerin görülmesi istenmiyor? Bakın, kampüslerde, alanlarda, Saraçhane'de de ilk üç gün, ODTÜ'de de -ne bileyim- Kadıköy'de de 81 ilde de çeşitli şeyler söylüyorlar, dövizler taşıyorlar, pankartlar taşıyorlar. Peki, ne istiyor bu insanlar, ne istiyor bu gençler? Bakın, ne diyorlar polis kendilerinin karşısına dikilince: "Hatay'da ölürken neredeydiniz?" diyorlar. "Bolu'da yangında neredeydiniz?" diyorlar. "Kadınlar ölürken neredeydiniz?" diyorlar. Şimdi, biraz önce ODTÜ'de -bakarsanız sosyal medya hesaplarına- öğrenciler "Bizim önümüze böyle geliyorsunuz, tankınızla, tüfeğinizle, bütün kolluk güçlerinizle, bütün olanaklarınızla ama siz Bolu'da yoktunuz, Hatay'da yoktunuz, kadınlar öldürülürken yoktunuz." diyorlar. Ayrıca, en çok "Adalet öldü!" diyorlar. "Gençlerin hiçbir şeyi kalmadı, korku da dâhil." diyorlar. "Neşteri kadavraya değil bu çürümüş düzene vuracağım." diyorlar. "Birleşe birleşe kazanacağız." diyorlar. Onların bu seslerine zaman içinde işçiler, öğretmenler, sağlık emekçileri, kadınlar, LGBTİ+'lar, feministler de katıldı.
Şimdi, burada, bu dövizler, pankartlar görünmesin diye hani karartmalar, yasaklamalar yapılıyor ya, ben yine onlardan birkaç tane daha okumak istiyorum. Mesela, deniliyor ki: "Vizeleri mi dert ediyorsun protestoya gelmek için; boşver, zaten diplomanın da garantisi yok." "Kolonlarımız değil ama direnişimiz sağlam." diyor Hatay'dan bir genç. "Gençlerin hiçbir şeyi kalmadı diploma da dâhil ama korku da gitti." diyor. Sonra "Nevroz" alanlarından yine talepler yükseliyor: "..."(*) en temel sloganlardan bir tanesi. "Barış için ve demokrasi için özgürlüğe yürüyoruz." Ve bir de en çok "..."(*) sloganları yükseliyor.
(Mikrofon kapandı)
ÖZGÜL SAKİ (Devamla) - Şaka gibi, gerçekten şaka gibi! Burada Norveççe konuşsam hiçbir şey olmuyor ama Kürtçe bir slogan oldu mu gördüğünüz gibi yine ses kesiliyor ama hakikat önemlidir. Bakın, belki biliyorsunuzdur tartışmalardan; siyaset felsefesinde, politikada son zamanlarda "hakikat sonrası siyaset" diye bir kavram var. Nedir bu kavram? Aslında AKP'ye baktığınızda bu kavramın ne olduğunu çok açıkça görebilirsiniz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, tamamlayın.
ÖZGÜL SAKİ (Devamla) - Sistematik olarak büyük yalanlar söyleyerek, sistematik olarak manipülasyon yaparak hakikatin değerini ortadan kaldırmak; neyin hakikat, neyin yalan olduğu belirsizleşsin, flulaşsın diye yapılan, Trump'tan Bolsonaro'ya kadar bütün otoriter, faşizan diktatörlerin uyguladığı bir durum. Ama bu topraklarda hakikatin sahibi var, basın emekçileri var, foto muhabirleri var ve onlar her ne koşulda olursa olsun bize hakikati ulaştırmaya çalışıyorlar ve onları da tutuklamaya çalışıyorsunuz ama her bunu yaptığınızda hakikatin sahibi olanlar sokakları dolduruyor. Bakın, şu saatte, 81 ilde, birçok yerde sokakta insanlar "Artık yeter!" diyor, "Demokratikleşme istiyoruz, barış istiyoruz, özgürlük istiyoruz!" diyor. Bu sese kulak vermeyenler tarihin çöp sepetine gitmeye mecburdur. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)