| Konu: | Gençlik ve Spor Hizmetleri Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 70 |
| Tarih: | 25.03.2025 |
YENİ YOL GRUBU ADINA İDRİS ŞAHİN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, bir önceki oturumda dile getirdiğimiz konu hakkında Değerli Meclis Başkan Vekilimizin tutumu nedeniyle kendisine teşekkür ediyorum; hem İçişleri Bakanı hem Bakan Yardımcısı aranmış, herhâlde bu sıkıntı giderilmiş. (YENİ YOL sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, buradan bizim sizlere yapmış olduğumuz uyarıların tamamı sizleri eleştirmek babında değil, bu Parlamentonun hukukunu korumak adına bazı şeyleri ifade ediyoruz. Bir polis memurunun bizlere ayar verdiği; Parlamentodaki milletvekillerine, yasama faaliyeti yürüten milletvekillerine ayar verdiği bir ülke hiçbir zaman hukuk devleti olamaz. O yüzden, size şimdi kısaca, İslam Peygamberi Hazreti Muhammed'in "Keşke Nuşirevan da benim ümmetimden olsaydı. Ben bu adil hükümdar zamanında doğmuşum." diyerek övdüğü ve ona yetişememiş olmanın hüznünü yaşadığı, adaletiyle asırlara nam salan meşhur Sasani Kralı Nuşirevan-ı Adil'i bilmem duydunuz mu, onun hikâyesini sizlere anlatacağım. Hazreti Ömer'in ruhunda adaletin temelini atan, ona lisanıhâliyle adaletli olmanın en derin hikmetini anlatan adamdır Nuşirevan. Kendisinden sonra gelen tüm insanlığa harf harf, hece hece adaleti haykıran ve bu uğurda en sevdiklerinden bile gözünü kırpmadan vazgeçebilen engin ferasetin adıdır Nuşirevan. Adaletin gücünü kendi gücünün üstünde tutan, kimseye baş eğmediği hâlde adalet karşısında her an başı eğik duran eşsiz hükümdardır Nuşirevan.
Evet, şimdi, gelin, bugün adaletsizliğin karanlığında kıvranan çağımız dünyasına inat, adaletiyle her yere ışık saçan ve herkese örnek olan Nuşirevan'ın hayatıyla yazdığı adalet destanını hep beraber okuyalım ve adaletsizliğimizin yüzüne tükürmek için onun adalet rahlesinden nasibimizde varsa dersler alalım.
Rivayet odur ki Hazreti Ömer'in Halifeliği zamanında Şam Valisi Sad bin Ebu Vakkas şehirde büyük bir cami yapmak ister. Bu nedenle de caminin yapılacağı yerde bulunan arsaları kamulaştırma kararı alır. Herkes arsasının bedelini alarak arsasını camiye devreder. Ne var ki Şam'da yaşayan bir Yahudi, cami yapılmak istenen yerde bulunan arsasını satmak istemez. Vali ne kadar yüksek bir ücret teklif etse de Yahudi vatandaş arsanın kamulaştırılmasına bir türlü rıza göstermez. Duruma daha fazla sabredemeyen Vali, arsa sahibi Yahudi'ye arsanın bedelini fazlasıyla verip onun rızası olmadan arsaya el koyar. Arsası zorla elinden alınan Yahudi, komşusu olan bir Müslüman'a gider, sızlana sızlana derdini anlatır ve şöyle der: "Vali rızam olmadan arsama el koydu, bana zulmetti. Şimdi ne yapacağımı bilmiyorum. Bana yol göster." Müslüman komşusu da ona "Medine'ye git, orada Hazreti Halife Ömer var, derdini anlat. Ömer son derece adildir. Elbette seni dinler." diye akıl verir. Şamlı Yahudi Medine'nin yolunu tutar, sonra olan biten her şeyi Halifeye bir bir anlatır. Hazreti Ömer adamı dikkatlice dinler, derken önünde bulunan bir kemik parçasının üzerine bir şeyler yazar, karşısında duran Yahudi adama uzatır ve şöyle der: "Al bunu, Şam Valisine götür. Arsanı ondan alabilirsin." Yahudi denileni yapar ve yazıyı alıp oradan ayrılır. Halifenin kendisine verdiği kemiğin üzerinde ne yazdığını merak eder ve yazılanı okumaya başlar. Kemiğin üzerinde aynen şöyle yazar: "Bilesin ki ben Nuşirevan'dan daha az adil değilim." Adam bu kısa ve net cümleye bir türlü anlam veremez, şaşkınlığı daha da artar. Yolda giderken kendi kendine "Şam'daki idarecilerin giyim kuşam ve oturdukları yerdeki ihtişam ve debdebe nerede, Medine'deki Halifede bulunan tevazu nerede? Şam'dakiler bu mütevazı Halifeyi ciddiye alırlar mı ki hiç sanmıyorum." diye düşünür. Valinin huzuruna çıkar çıkmaz Hazreti Ömer'in kendisine verdiği kemik parçasını uzatır ve "Medine'deki Halifenin size mesajıdır." der. Vali kendisine uzatılan kemiğin üzerine yazılanı okuyunca aniden beti benzi atar, sapsarı kesilir. Uzun müddet başını yerden kaldıramaz, derken endişe içerisinde başını yerden kaldırıp Yahudi adama dönerek şöyle der: "Arsanız size geri verilmiştir." Bunun karşısında Yahudi adam hayretler içerisinde, merak ve dehşet içerisinde Valiye dönerek sorar: "Burada yazılanlara anlam verememiştim. Şimdi, sizin bu hâlinizi görünce hayretim ve merakım iyiden iyiye arttı. Bu cümlenin hikmeti nedir acaba?" Bunun üzerine Şam Valisi Ebu Vakkas anlatmaya başlar: "İslam gelmezden evvel ben ve bugün Halife olan Hazreti Ömer İran taraflarına ticaret için gittik. Yanımıza 200 deve almıştık. İran'a vardık. Orada cirit oynayan gençleri seyrederken birileri zorla elimizdeki develere el koydu. Elimizde para da kalmamıştı. Çaresiz ve üzgün bir şekilde geceleyeceğimiz eski bir han bulduk. Hanın sahibine sıkıntımızı anlatınca bize yardım etti, 'Gidip Krala durumumuzu anlatsanıza. Bizim Kralımız adil bir adamdır, mutlaka size yardım eder.' dedi. Biz de sabah olur olmaz Kralın huzuruna çıkıp durumu anlatmaya karar verdik. Gece ikimizi de uyku tutmadı, yatamadık; acaba dikkate alınır mıydık, Kral bize gerçekten çözüm olabilir miydi gibi sorular kafamızı kemirip durdu. En nihayetinde sabah olunca Kralın huzuruna çıktık. Şikâyetimizi bir mütercim, Krala tercüme etti. Kral Nuşirevan, tercümanı dikkatle dinledikten sonra her birimize birer kese altın verdi ve olayı inceleteceğini söyleyip memleketimize geri dönmemizi istedi. Bunun üzerine tekrardan hana döndük. Hancı şaşırdı 'Böyle olmamalıydı.' dedi ve ertesi gün yanına tekrar kendisini de katmak suretiyle Kralın huzuruna gittiler ve Kralın huzurunda bu durumu anlatınca işin doğrusunu öğrenen Kral ayağa kalktı ve her birine ikişer kese altın verdi. Dönerek onlara 'Akşama kadar develeriniz gelecek, develeri alın ve sabahleyin burayı terk edin. Ayrıca, giderken biriniz doğu kapısından diğeriniz de batı kapısından çıkın.' talimatı verdi. Kralın dediklerine anlam verememiş hâlde huzurundan çıktık. Akşam olunca 200 devemiz kapıya geldi. Durumu anlamak için hancıya 'Neler oluyor?' diye sorduk. Hancı şöyle cevap verdi: 'Sizin develerinize el koyan kişi Nuşirevan'ın büyük oğlu ile veziridir. Bunlar bir çete kurmuşlar, garibanların mallarına el koyuyorlar. Siz ilk gittiğinizde mütercim bunu anlamış ama sizin sözlerinizi Nuşirevan'a yanlış tercüme etmiş, böylece Kralın oğlunu, vezirini korumuş. Ben sizinle gidip durumun gerçeğini anlatınca Nuşirevan bu oyunu anladı. Ne var ki neden ayrı kapılardan gidin dedi, ben de anlayamadım. Hele yarın olsun.'" der. Şam Valisi Ebu Vakkas anlatmaya devam etti: "Ertesi gün ben doğu kapısından çıktım, kapının çıkışında 2 kişinin darağacına asılı olduğunu gördüm. Halk toplanmış seyrediyordu. 'Kim bunlar, suçları nedir?' diye sordular. Dediler ki: 'Bunlardan biri Nuşirevan'ın büyük oğlu, diğeri de veziridir. Bunlar buraya gelen 2 Arap'ı soymuşlar, Nuşirevan ceza olarak 2'sini de asarak idam etti.' Nuşirevan adalet için kendi öz oğlunu idam etmişti. Hazreti Ömer'in çıktığı kapıda ise bizim şikâyetlerimizi yanlış tercüme ederek Kralın oğlunu korumaya çalışan kişinin asılı olduğunu gördük. İşte, Hazreti Ömer senin eline verdiği kemik parçasının üzerine 'Bilesin ki ben Nuşirevan'dan daha az adil değilim.' sözüyle bunu hatırlatıyor. 'Eğer halkına zulmedersen seni darağacına çekerim.' diyor. 'Senin gözyaşlarına bakmam, tıpkı Nuşirevan'ın öz oğlunun gözyaşına bakmadığı gibi.' demeye getiriyor." Bir hükümdar düşünün ki ülkesine ticaret için gelen yabancı bir tüccarın uğradığı haksızlığa adaletle hükmetmek için canından bir parça olan öz oğlundan bile vazgeçebiliyor. Ne kendisini aldatan tercümanını ne de en yakınında duran, kendisinden sonraki en üst makamda bulunan vezirini affediyor. Üstelik tüm bunları, hiç tanımadığı ve bir daha asla göremeyeceği; dilini, kimliğini dahi bilmediği sıradan tüccarlar için yapıyor. Sırf adalet yerini bulsun diye Nuşirevan'ın feda ettiklerine bakın hele. Derken aradan uzunca yıllar geçiyor, o tüccarlardan biri İslam Halifesi Ömer, diğeri Şam Valisi Ebu Vakkas oluyor ve o Halife rızası olmadığı hâlde evi Vali tarafından elinden alındığı için kendisine şikâyete gelen Yahudi için kendi Valisinden vazgeçiyor, tıpkı çalınan birkaç deve için öz oğlundan ve vezirinden vazgeçen adil Kral Nuşirevan gibi. Evet, dün adalet uğruna her şeyini feda eden Nuşirevanlar vardı, bugün ise haksızlığın ve acımasızlığın zalim ellerinde can çekişen adalet var. Dün haksız yere evi elinden alınan bir Yahudi için kıyametleri koparan Halife Ömerler vardı, bugün ise aynı yerde Yahudi işgalciler için çoluk çocuk, kadın, yaşlı demeden üzerlerine ölüm yağdırılan, evleri başlarına yıkılan, yetmezmiş gibi acımasızca açlığa ve susuzluğa boğdurulan milyonlarca insan var. Dün mazlumun yanında olmak için öz oğlundan vazgeçen bir Nuşirevan vardı, bugün kundaktaki bebeğe bile acımayan, onlara bir damla suyu bile çok gören siyonist zalimlere gönderilen gemilerden bile vazgeçmeyen vicdansızlar var. Dün mazlumların hâlini Kral Nuşirevan'a bilerek yanlış anlatan, zalimi korumak için onu yanıltan yalancı bir tercüman vardı, bugün de tıpkı o tercüman gibi zalimi koruyan, mazlumun hâlini saklayan ve dünyayı aldatan yalancı bir medya var. Dünden bugüne adalet hukukun üstünlüğü mü, güçlünün hukuku mu?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İDRİS ŞAHİN (Devamla) - Dün adalet, hakkaniyet ve hukukun üstünlüğüyle anılıyordu; mahkemeler, yasalar karşısında herkesin eşit olduğu bir düzeni sağlamaya çalışıyordu. Peki, bugün elinizi vicdanınıza koyup düşünün, biz nerede yanlış yaptık? Hepimizin sığınacağı bir liman olan hukuk devletini ne hâle getirdik? Hukukun üstün olduğu bir düzen mi yoksa güçlünün hukuku mu, işte asıl kıyas burada.
Unutmayın, adalet bir gün herkese lazım olacak diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (YENİ YOL ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)