| Konu: | Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu ile İlgili Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 59 |
| Tarih: | 19.02.2025 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA VEZİR COŞKUN PARLAK (Hakkâri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, değerli halklarımız; sözlerime başlamadan önce, cezaevlerinde haksız, hukuksuz bir şekilde tutulan değerli yoldaşlarıma sevgi, saygı ve selamlarımı gönderiyorum.
Van'daki siyasi darbeye karşı günlerdir direnen gençleri, kadınları, direngen Van halkını da saygıyla selamlıyorum.
Üzerinde konuşmuş olduğumuz kanun teklifinin bir bölümünü TÜBİTAK'la ilgili düzenlemeler oluşturuyor. Türkiye'deki bilimsel ve teknolojik araştırmaların amiral gemisi olması gereken TÜBİTAK, yirmi yıldan fazla bir süredir sistematik olarak AKP'nin siyasal çizgisiyle uyumlu hâle getirildi. Siyasi iktidarın ideolojisine uymayan bilimsel teoriler TÜBİTAK dergilerinden ve destek programlarından ne yazık ki çıkarıldı. Kurumlara niteliksiz ama sadık yöneticileri atama konusunda TÜBİTAK'ı âdeta bir marka hâline getirdiler.
TÜBİTAK'ın yıllar içerisinde geçirdiği dönüşüm elbette tekil bir olay değildir; bir bütün olarak bilimsel kurumlar ve üniversiteler iktidarın saldırısına ve siyasi mühendisliğine maruz kaldı, eleştirel ve özgür düşünce sistematik bir baskıya uğradı ve yok olma noktasına geldi. Üniversiteler üzerindeki siyasal baskının en ağır ve en sembolik noktası, 2016'da Barış İçin Akademisyenler bildirisinin yayınlanmasından sonra yaşandı. Hatırlanacağı üzere, 2015 yılının ikinci yarısından itibaren bazı Kürt kentlerinde sokağa çıkma yasakları ve ablukalar uygulanıyordu; yüzlerce insan katledildi, yaşamını yitirdi. AKP iktidarı ise bu uygulamaları halktan saklamak ve sorgulanamaz kılmak için büyük bir baskı politikası izliyordu fakat bir grup akademisyen, başta Cizre, Sur ve Nusaybin olmak üzere birçok ilçe ile kent merkezinde süregiden ağır insan hakları ihlallerine daha fazla sessiz kalmak istemediler. 2016 yılının Ocak ayında 2 binden fazla akademisyen ve lisansüstü öğrencisinin imzaladığı "Bu Suça Ortak Olmayacağız" bildirisi yayınlandı. Bildiriyi imzalayan akademisyenler şiddetin ve ablukaların bir an önce son bulmasını ve müzakere masasına geri dönülmesini talep ediyorlardı yani aslında bilim insanının, bir entelektüelin topluma karşı duyduğu sorumluluğun gereği olan duruşu sergiliyorlardı çünkü evrensel üniversite değerleri müzakereyi, demokrasiyi, insan haklarını esas almaktadır. Fakat siyasi iktidar bu haklı ve meşru taleplere yanıt olarak şiddet ve tehdit diliyle cevap vermeyi tercih etti. Cumhurbaşkanı barış akademisyenlerini terör destekçisi ve karanlık olmakla itham etti.
Bu noktada bir hatırlatma yapmak isterim: Geçtiğimiz sene İsrail'in Gazze'de uyguladığı katliam politikaları devam ederken Amerikan üniversitelerinde Filistin yanlısı gösteriler düzenleniyordu. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki bazı aşırı sağcı siyasetçiler gösterilere katılan akademisyen ve öğrencilere karşı nefret söylemleri kullanarak onları üniversiteden atmakla tehdit etti. Yani zaman ya da coğrafya fark etmeksizin her yerde ifade özgürlüğü ve demokrasi karşıtları aslında aynı lügati kullanıyorlar.
Cumhurbaşkanının hedef göstermesinden sonra barış akademisyenlerinin evleri basıldı, gözaltına alındılar, tutuklandılar, yandaş kanallarda fotoğrafları yayınlanarak hedef gösterildiler. 15 Temmuz darbe girişimini fırsata çevirip OHAL ilan eden iktidar, kanun hükmünde kararnameler marifetiyle 400'e yakın barış akademisyenini üniversitelerden uzaklaştırdı. AKP'nin yarattığı baskıcı atmosferin içinde iktidarın yanında hizalanan bazı vakıf üniversiteleri de barış imzacısı akademisyenleri işten çıkardı.
500'den fazla insanın işinden, ekmeğinden edildiği büyük tasfiyeden sonra barış akademisyenlerinin bitimsiz hukuk mücadelesi başladı. Türlü aşamalardan ve badirelerden geçen bu hukuk mücadelesi hâlen devam ediyor. Barış akademisyenlerinin hukuk mücadelesi Türkiye'de âdeta bir kara deliğe dönüşmüş, siyasal yargı sisteminin de en iyi göstergelerinden biri oldu. Anayasa Mahkemesi 2020 yılında verdiği kararla barış bildirisini ifade özgürlüğü kapsamında saymasına rağmen birçok idare mahkemesi bu kararı uygulamıyor. Barış akademisyenlerinin aynı mahiyetteki dosyalarına mahkemeler birbirinden farklı kararlar veriyor. Çeşitli tarihlerde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle işinden edilen barış akademisyenlerinin üçte 2'sinden fazlası hâlâ üniversitelere geri dönebilmiş değildir. Mahkeme kararıyla iade edilip üniversitelere geri dönen akademisyenler kendilerini güvende hissetmiyor çünkü üst mahkemeler onları tekrardan işten çıkarabiliyor. Kısacası Türkiye, yüzlerce iyi yetişmiş ve donanımlı akademisyeni bir hukuk karanlığına mahkûm etmiş durumdadır. Barış akademisyenlerine yönelik bu büyük tasfiye operasyonu aynı zamanda bir bütün olarak üniversite sistemini yeniden yapılandırmak ve kontrol etmek amacı taşıyordu. Bu süreçte akademideki muhalif sesler susturulmak istendi, bütün kadrolar iktidara sadık kişilere tahsis edildi. Bugün birçok meslek grubunda olduğu gibi akademisyenler de ülkeyi terk etmenin yollarını arıyor çünkü kendilerini güvende hissetmiyorlar, derslerinde özgürce konuşamıyorlar çünkü her an birisi ses kaydı alıp polise şikâyet edebilir, ihbar edebilir; yazdıkları bilimsel makalelerden dolayı yargılanıp ceza alabilirler. Bunlardan hiçbiri olmasa bile niteliksiz yandaşların doldurduğu kadrolar nedeniyle işsiz kalabilirler. İstatistiklere bakarsanız, yurt dışına en çok giden meslek gruplarının başında akademisyenleri görebilirsiniz. Eleştirel düşünceyi sahiplenen, öğrencilerine evrensel üniversite değerlerini aktaran bilim insanları her dönemde iktidarın hışmına uğruyorlar. 1960 darbesinden sonra yaşanan 147'ler tasfiyesinden 12 Eylül darbesinin 1402 sayılı Kanun'una, barış için akademisyenlere kadar Türkiye'nin modern tarihi tasfiyelerle doludur çünkü iktidarlar özgür düşünceyi kendilerine tehdit olarak görüyorlar. Elinde kitabından ve klavyesinden başka bir aracı olmayan bilim insanlarına düşman muamelesi yapılıyor, devletin bütün gücünü onların üzerinde kullanıyorlar. Oysa, ifade özgürlüğünü kullanan bir akademisyeni işten atarak, evine baskın yaparak, tutuklayarak büyük bir devlet olunmaz; büyük ve saygın bir devlet olmak istiyorsanız düşünce ve ifade özgürlüğüne, demokrasiye, insan haklarına saygı duymalısınız. Bir üniversite ancak akademik özgürlük ve idari özerklik sahibi olursa dünyada saygın bir konuma erişebilir. İşten atılmalarının üzerinden neredeyse dokuz yıl geçen barış akademisyenleri bir gün mutlaka üniversitelerine geri dönecekler, özgür şekilde bilimsel çalışmalarını yapacak ve bulundukları üniversiteleri uluslararası alanda daha ileriye taşıyacaklardır.
Değerli milletvekilleri, iki gün sonra 21 Şubat Dünya Ana Dili Günü. Türkiye üniversitelerindeki önemli sorunlardan biri de başta Kürtçe olmak üzere farklı dillerde öğretmenlerin yetiştirilmesi ve atanması sorunudur. Bugün 4 üniversitede Kürt dili ve edebiyatı, 2 üniversitede ise Zaza dili ve edebiyatı bölümleri bulunmasına rağmen bu bölümlerden mezun olanların atamaları yapılmamaktadır. Bu durum, bir taraftan Kurmanci ve Zazaki öğretmenlerinin işsiz kalmasına neden oluyor, diğer taraftan çocuklarının Kürtçe ders almasını isteyen ailelerin bu hakkını da ellerinden alıyor. Millî Eğitim Bakanlığının verilerine göre 2012-2024 arasında yani son on iki yılda toplam 153 Kurmanci öğretmeni ile 46 Zazaki öğretmeni atanmıştır. 85 milyon insanın yaşadığı ve en çok konuşulan ikinci dilin Kürtçe olduğu bir ülkede bu atama rakamlarını hangi mantıkla açıklayabilirsiniz?
Her dil gibi Kürtçe de saygın bir dildir, her halk gibi Kürtler de dillerine ve kültürlerine göz bebekleri gibi bakarlar. Kürtlerin ve Türklerin ortak vatanda eşit ve demokratik şekilde bir arada yaşama iradesinin hayata geçirilmesi için çaba sarf ettiğimiz bir dönemde Kürtçenin üzerindeki kısıtlamalar kabul edilemez. Üniversitelerde ve bütün kamusal alanda Kürtçenin ve diğer bütün dillerin üzerindeki baskı bir an önce son bulmalıdır.
Bu duygularla sözlerime son veriyor, Genel Kurulu ve halklarımızı saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)