GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu ile İlgili Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:59
Tarih:19.02.2025

SEMRA ÇAĞLAR GÖKALP (Bitlis) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kanun teklifinin 6'ncı maddesi üzerine partim adına söz aldım.

AKP iktidarı boyunca Türkiye'de bilim ve akademi, bağımsız bir bilgi üretim alanı olmaktan çıkarılarak iktidarın ideolojik ve politik ajandasına hizmet eden bir araca dönüştürülmüştür. Bilimsel çalışmaların özgürce yapılmasını engelleyen baskıcı politikalar, akademinin özerkliğini yok eden düzenlemeler ve liyakat yerine sadakat temelli kadrolaşma, Türkiye'de bilimsel gelişimin önündeki en büyük engeller hâline gelmişlerdir.

Görüşülmekte olan kanun teklifinde Bilim Kurulunun Yönetim Kuruluna dönüştürülmesi, TÜBİTAK'ın bilimsel bir kurum olarak tanındığı düşünüldüğünde, Kurumun bilimden uzaklaştığı ve daha ticari bir yapıya büründüğü algısını güçlendirmektedir. Ayrıca, Yönetim Kuruluna verilen maaş artırma yetkisi suistimale açık olup performans kriterlerinin belirlenmesi kayırmacılığın önünü açmaktadır. Bunun yanı sıra, hakem, izleyici ve benzeri kişilere yapılacak ödemelerin hangi kriterlere göre belirleneceği belirsizdir. "İzleyici veya benzer kişiler" gibi ifadeler muğlaktır, kimlerin bu ödemeden faydalanacağı net değildir. Bu belirsizlikler nedeniyle 6'ncı maddenin tekliften çıkarılması gerekmektedir.

Türkiye, bilimsel özerklik konusunda YÖK gibi yapıların varlığıyla zaten kötü bir sicile sahipken TÜBİTAK'ın da bağımsız bilimsel faaliyet yürütme kapasitesi iktidarın politikalarıyla önemli ölçüde zayıflatılmıştır. Bilim ve bilgi üretmesi beklenen kurumların bilimle ilgisi olmayan şahısların yönetimine terk edilmesi, bilimsel yeterliliğin değil siyasi kadrolaşmanın ön planda olması, ülke gibi bilimsel kurumların da şirket gibi yönetilmesine yol açmış, bilimsel özgürlüğün köküne kibrit suyu dökmüştür.

AKP'nin bilim politikaları yalnızca ideolojik müdahalelerle sınırlı kalmamış, aynı zamanda bilimi sermaye odaklı bir yapıya dönüştürme, akademiyi sermayenin hizmetine sunma sürecini de hızlandırmıştır. Bunun bir örneği olarak TÜBİTAK, kamusal yararı gözeten bilimsel araştırmaların desteklenmesi misyonundan uzaklaşmış, iktidarın ve büyük sermaye gruplarının önceliklerine hizmet eden projeleri fonlamaya yönelmiştir. AKP'nin "millî ve yerli teknoloji" söylemi altında yürüttüğü politikalar bilimsel üretimin askerî ve güvenlik eksenli bir yapıya hapsedilmesine yol açmış, bu da bilim insanlarının bağımsız çalışmalar yapmasını zorlaştırmıştır. Bu politikalarla iktidar, bilimsel bilgiyi kamusal bir değer olarak değil piyasa ve siyasi iktidarın hizmetinde bir araç olarak gördüğünü açıkça göstermektedir. TÜBİTAK'ın bu hâle gelmesi, yalnızca bir kurumun yozlaşması değil Türkiye'de bilimsel bilginin nasıl araçsallaştırıldığının da açık bir göstergesidir. Bilimsel özgürlük yeniden sağlanmadıkça Türkiye'nin akademik ve teknolojik gelişimi de iktidarın çıkarlarına hizmet eden sınırlı bir alan olmaya devam edecektir.

Sayın milletvekilleri, bu hafta, 21 Şubat Dünya Ana Dili Günü'nde, yine halkların temsiliyeti sayılan bu Mecliste bile milyonlarca yurttaşın dilinin yasak olduğu gerçekliğiyle karşılaşıyoruz. Ana dili, sadece bir iletişim aracı değil aynı zamanda bir halkın hafızası, kimliği ve geleceğidir ancak Türkiye'de pek çok halk, ana dilini konuşma, eğitimde kullanma ve kamusal alanda var etme hakkından mahrum bırakılmaktadır. Ana dilim olan Kürtçe başta olmak üzere Lazca, Çerkezce, Süryanice, Hemşince ve Türkçe dışındaki diğer ana diller yıllardır baskı altında tutulmakta, eğitim ve kamusal yaşamdan dışlanmaktadır. Devletlerin tek dil dayatması, sadece dilleri değil halkların kültürel mirasını da yok etme tehdidini yaratmaktadır. UNESCO, dillerin yaşatılması için devletlere çağrıda bulunarak ana dilinde eğitimin desteklenmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bugün milyonlarca Kürt çocuğu ana dilinde eğitim hakkından yoksun bırakılmakta, Kürtçenin kamusal alanda kullanımı resmî dil bahanesiyle kabul edilmemektedir. Kayyım politikalarıyla, partimizin belediyelerinin açtığı ana dilinde eğitim veren merkez ve kreşler başta olmak üzere her türlü çok dilli hizmetleri engellenmektedir. Bu anlamıyla kayyım uygulamaları Kürt'ün diline vurulan bir kelepçedir, Kürt'ün kültürüne vurulmak istenen bir darbedir. Bizim için kayyım gasbının kabul edilemez olmasının bir yönü de budur.

Sayın milletvekilleri, 21 Şubat vesilesiyle, ana dili haklarıyla ilgili UNESCO'nun Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi'nin 17, 29 ve 30'uncu maddelerine ve diğer tüm uluslararası sözleşmelere Türkiye'nin koyduğu çekinceleri kaldırması çağrımızı buradan yineliyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

SEMRA ÇAĞLAR GÖKALP (Devamla) - Biz DEM PARTİ olarak her halkın ve inancın kendi diliyle, kimliğiyle, inancıyla özgürce yaşayabilmesinin, ana dilinde eğitim hakkının anayasal güvence altına alınmasının, kamusal alanda diller üzerindeki yasakların kaldırılması ve çok dilli bir yönetim anlayışının benimsenmesinin demokratik bir ülkenin temeli olduğunu savunuyor ve bunun mücadelesini veriyoruz. Bu sebeple 21 Şubat, bizim için sadece bir anma günü değil aynı zamanda mücadele günüdür. Dilimizi, kimliğimizi ve kültürel varlığımızı savunmak için mücadelemizi sürdüreceğiz. "..." (*)

(Mikrofon kapandı)

SEMRA ÇAĞLAR GÖKALP (Devamla) - Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)